Şu garip yaşamda
yalnız doğdum;
yıprattı ağır gelen yıllar.
Yorgun düşen çileli savaşımda
görmek istemem
ölümsüz maskeli yüzler.
Soğuk, karanlık bahçemde,
sessiz yollari
solgun ağaçlar.
Bundandır,
baharın sonu değil
ilkidir görmek istediğim ölüm.
Hava kararır
dönen sürü dağılır evlerine.
Yollar ıssız,
ufuk karanlık,
sen yoksun;
mahzun bir ıssızlık çöktü yüreğime!
Ralph Waldo Emerson’a göre başarı: Akıllı insanların saygısını ve çocukların sevgisini kazanmaktır; dürüst eleştirmenlerin onayını almak; sahte dostların arkadan vurmalarına dayanmaktır; güzeli sevmektir. Herkesteki en iyiyi bulmaktır; karşılık beklemeyi düşünmeden kendiliğinden vermektir; geride ister sağlıklı bir çocuk, ister kurtarılmış bir ruh, ister bir parça yeşil bahçe, ister iyileştiren bir sosyal durum bırakarak dünyanın iyileşmesine katkıda bulunmaktır. Gönlünce eğlenmek ve gülmektir; Kendinden geçerek şarkı söylemektir. Tek bir kişi olsa bile birinin sizin varlığınızdan ötürü daha rahat nefes aldığını bilmektir. Hayata farklı yerden bakabilmektir.
Kendini başarılı hissettiğin anlar, başkalarının seni başarılı kabul ettiği anlar olmamalı, öfkeni kontrol ettiğin an olmalıdır. Kimseyi rencide etmeden düşündüğünü söyleyebilmelisin.
Bunları yapabilmek çok zordur hayatta. Öyleyse öfkenizi yönettin, başardığınızda kendinizle gurur duyun. Nihayet başardım deyin.
[Ralph Waldo Emerson, 25 Mayıs 1803 - 27 Nisan 1882, ABD'li düşünür, yazar.]
Çakıl Taşı
Dışarıdan çaresiz görünen
bu isyankar bedende
ne fırtınalar koptu;
kaç defa anlatmak,
haykırmak istedim,
kaç defa isyan etmek istedim
bilinmez.
Yüreğim yorgun,
çığlıklarım sessiz.
Ölen birine ağlar gibi bir ezan sesi,
duygulandığım an.
Boynuma sarılana
sarılır durur bu beden.
Kucaklar, bu eller
her defasında boşluğu.
Güneş Beydağı’nın tepesinde,
karanlık dört bir yana kaçışır,
uykum dağıldı.
Yavru kartal kanatlarını açar
uçmaya kalkar ya,
sonra vaz geçer
indirir ya kanatlarını;
benim de uçma isteğim
bir kabarıp bir diner.
Kanatlarım tutma yayında gerili,
bıraktım gitsin ileri.
Daha fazla bekleyemem,
uçarım!
Köpüğün suda bıraktığı iz gibi
duman iz bırakır tepemde.
Dertlenirim, olanlar aklıma geldikçe,
aklımın dizginleri gevşer birden.
Bir esinti alnımı okşar,
hafif bir meltem gibi yüzüme vurur.
Tatlı bir ezgi duyarım;
haklı bir öfke kaplar içimi;
böyle olurdu senin de hissiyatın,
şimdi yanımda olsaydın.
Arınır ruhum;
serçenin içli içli ötmeye başladığı,
aklımın benden uzaklaştığı,
sabaha yakın saatler.
Dağların üzeri simsiyah bulut,
eteklerinde koyun sürüsü,
zirvesinde bir kartal;
boşlukta duruyor sanki,
kanatları açık, süzülmeye hazır.
Ey,
doruklarda süzülmek için yaratılan kartal!
Niçin yalpalıyorsun en ufak bir rüzgarda?
Yoksa bir ağırlık mı kalktı üstünden!
Sözcükler yetersiz,
derdimi anlatmaya.
Aklımda kalanlar, neredeyse hiç!
Yaşanmış acıların sindiği
cehennemin dibi dere uğulduyor.
Gözlerimin içine bak,
gözyaşlarım izler seni.
İki ateş arasında kaldım şimdi.
Bir susar, bir isyan ederim.
Söz etmeye değmez, bakar
ve süzülmeye devam ederim.
Vaktiyle,
yamacında bahçelerin yer aldığı
bu derede,
fidanları ekenin derdiği,
bereketli ürünler vardı,
bu koca sandıklarda.
Şimdilerde,
dikilen elbisenin kıvrımlarında,
zehirli örümcekler görürüm.
Çöken zifiri karanlık,
derin bir ürperti,
kanatlarım yorgun.
Zafer tacını takmış olan,
ne kötü bir yük taşırsın.
Suçlar yüzünde belirgin,
fısıldanır acılar.
Ötme serçem,
dertlerim zincirli.
Bu ağacın gövdesinden
bir parça koparan,
çürük meyveler taşır,
kin dolu heybesinde.
Elinden almasınlar diye
sarıldığın hain öfke,
ateşin harında çözüldü birden
fırtınaya tutulmuş gibi
tir tir titrer,
çıkını elinde paralanan.
Olanları ne garipser,
ne de anlamakta zorluk çekerim.
Kesenin açıldığını fark edince,
peşime düşenlerin
önüme çakıldığını gördüm ben.
Gemiyi batıracak ihanetlerin
ambara yüklendiğini gördüm ben.
Hızla yol alan geminin
liman girişinde battığını gördüm ben.
Kupkuru, dikenli sapın tepesinde
gül bittiğini de gördüm ben.
Sillesini vurmak için zaman;
dört nala gelip, şaha kalksa da,
mabetime sinmiş yılana dokunmam,
sabırla beklerim gitmesini!
Eğmem asla boynumu,
sert olsa da darbenin sarsıntısı.
Kışı erken getiren,
birde sen bindin sırtıma.
Pruvamın yardığı dalgalarda,
hançeri sırtıma saplayan
bir gemiciye uygun değil
bu engin deniz.
Benden yansıyanı korku sanma,
duyduğum acı bir sessizlik,
yolum uzun, gelemem oyalanmaya.
Hiçbir şey dindiremez,
susuzluğun yorduğu yüreğimi.
Azgın fırtınaları ardında bırakan
düş gücümün küçük teknesi,
dingin sulara girince umutlandı yeniden.
Buğday başağı eğilmeye başlarsa
saygınlığım eğilir ondan önce.
Ekmeğimi ararken,
soytarının eteğine eğilmem...
Dayanamazsam dönerim dağlara,
dağların önüne eğilirim,
eğilebildiğim kadar.
Vadiden geçen trenin sesi,
taa buralardan duyulur.
Bu gece yıldızlar daha büyük,
daha parlak her zamankinden.
Yıldızlara bakarak
yol alan kervanlar görürüm uzaklarda.
Kimi kez ihanet eden
atlılar da görürdüm vaktiyle.
Gördüklerim düşündürür dağlara bakarken.
Akşam erken gelir eyvana
hüzün kaplar bahçemi,
karanlık canımı sıkar,
koyup gitsem yok olsam derim,
böyle zamanlarda.
Öylesine mahsun, öylesine garip;
anlayamazsın beni
çocukluğumun derbeder günleri
bir elimde kazma, bir elimde kürek.
Vadiden serin bir rüzgar eser,
gözlerim kapalı;
dudaklarımda hafif bir gülümseme.
Öyle hüzünlü ki ruhumun derinliği.
Çocukluğum,
sen uyanmadan gittim.
Üzgünüm!
Ne zaman mı?
Akşamın karanlığı,
belki seher vakti!
Cahit Karakuş - Ocak 2017.
Yeşilyurt - Malatya, Dağların zirvesinde bir akşam vakti...