Özüm düşünür:
Düşündüğünü sorgulayarak matematiksel modeller geliştirir.
Mantıksal bir sonuca varmak için yeni tanımlar ve yeni bilgiler üretir.
Özüm sorgular:
Yanıtların ayırt edici özelliğinden kavramsal ve soyut mu olduğunu arama çabasına girişir.
Şaşırtıcı bulduğu problemde, şüpheden çözüme gidişin doğasını araştırır.
Özüm kıyaslar:
Gözlemleyerek sapma ve denge durumunu bulur.
Kaotik davranışları analiz eder.
Özüm saygın eleştirel bir düşünme biçimine odaklanır.
Özümün uğraşısı boş bir beyni doldurmak değil, bir kıvılcım çakmaktır.
Özüm Mevlana'dır:
Mevlana, "Müminler ölmezler, belki bir evden öteki eve taşınırlar." dediğinde,
Toplantıda bulunan birisi: Yaradan, Her nefis ölümü tadıcıdır buyuruyor, diye itiraz eder.
Bunun üzerine Mevlana: Evet, fakat Yaradan her nefis, diyor; her kalp demiyor. Sen insanların kalbinde öylesine bir yer edin ki, ölmeyesin der. [Eflaki II:65-66].
Bazı insanlar vardır ki selam verirler ve selamlarından is kokusu gelir. Bazıları da vardır ki selam verirler ve onların selamından misk kokusu gelir.
Yüz binlerce birbirine benzeyenleri seyret de aralarında ki yetmiş yıllık farka dikkat et. İki şey birbirine benzeyebilir: Acı su da berraktır, tatlı su da…
Yeşilliklerden, çiçeklerden meydana gelen bahçe geçici, fakat akıldan meydana gelen gül bahçesi hep yeşil ve güzeldir.
Nice bilginler vardır ki gerçek bilgiden, hakiki irfandan nasipsizdirler. Bu ilim sahipleri, bilgi hafızıdır, bilgi sevgilisi değil.
Nice kişiler vardır ki dizimin dibindedirler, ama benim için sanki Yemen’dedirler. Yemen’de olan niceleri de vardır ki sanki dizimin dibindedirler.
Soru da bilgiden doğar, cevap da.
Adalet nedir? – Ağaçları sulamak. Zulüm nedir? – Dikene su vermek.
Özüm Hacı Bektaşı Veli'dir:
İslâmın temeli güzel ahlâk; ahlâkın özü bilgi; bilginin özü akıldır.
Bilimle gidilmeyen yolun sonu yoktur.
Dili, dini, rengi ne olursa olsun, iyiler iyidir.
Eline, beline, diline sahip ol.
Nefsine ağır geleni, kimseye tatbik etme.
Hararet nardadır, sacda değildir. Keramet baştadır, tacda değildir. Her ne ararsan kendinde ara. Kudüs’de Mekke’de hac’da değildir.
Bilim, gerçeğe giden yolları aydınlatan ışıktır.
Bir olalım, iri olalım, diri olalım.,
Bizi sevenlerin gönüllerinde biz oturur, dillerinde de biz konuşuruz.
Bizim erkânımız; ahlâkı Muhammed’i ve edebi Ali’dir.
Cahiller ve hak tanımazlara, sükût ile karşılık veriniz.
Cennet için ibâdet geçersizdir.
Çalışan insan kötülük düşünmez.
Allah ile gönül arasında perde yoktur.
Ara, bul.
Araştırma, açık bir sınavdır.
Özüm Sokrates'dir:
Sokrates'in Savunması adlı diyalog Sokrates hakkında açılan dava sonrasında Platon tarafından kaleme alınan bir felsefi başkaldırıdır. Delphoi Tapınağı kahini Pythies’e Sokrates’ten daha bilge birisinin bulunup bulunmadığı sorulduğunda kahin, ondan daha bilge birisinin bulunmadığını söyler. Sokrates önce şüpheye düşer, çünkü hiçbir şey bilmediğinin farkındadır. Kahinin sözlerinin doğruluğundan şüphe etmemek durumundadır. Söz konusu kehanetin, çözülmesi gereken bir bilmece olduğunu düşünerek araştırmaya koyulur. Önce adı bilgeye çıkan politikacıların, sonra ozanların, daha sonra da sahip oldukları Sophia ile ünlü olan ustaların ve zanaatkarların yanına gider. Onlara sorduğu sorularla, onların bilge olmadıklarını kavrar. Sokrates, ayrıca bunların cehaletin pençesinde kıvrandıklarını da fark eder. Bu kişiler, hem bilmedikleri şeyleri bildiklerini sanmakta hem de neleri bilmediklerinin farkında bile değildirler. Oysa cehaletten daha büyük bir kötülük yoktur. Sokrates bu kişilerden farklıdır, çünkü neleri bilmediğini çok iyi bilmektedir; tam da bu noktada Sokrates kendi cehaletinin farkında olmak gibi insani bilgeliğe sahiptir. Böylece Sokrates kendini bilmekte ve kendini tanımaktadır. Sokrates, kahinin söylediği sözlerin gerçek anlamını bulmak için uyguladığı sorgulama sonunda Pythies'in ne demek istediğini anlamıştır. Birileri sağdan soldan derledikleriyle bir şeyler bildiklerini sanırken, o hiç olmazsa bilmediğini bilmekte ve öğrenmeye çalışmaktadır. Sokrates böylece bilmediğini bildiğini sanan insanlarla, gerçek bilginin tek sahibi olan tanrılar arasında aracı durumundadır. Bu konum aslında Platon'un Lysis ve Şölen adlı eserlerinde belirttiği gibi, filozofun konumudur; zaten filozof kelimesi de Yunanca philei ve sophia kelimelerinin yan yana gelmesi ile oluşturmuştur. Bu kelime başta "bilgi ve bilgelik dostu" sonra ise "bilgiye can veren, onu sorgulayan" anlamına gelmektedir. Bunun ön koşulu da bilgisizliğin bilincinde olmaktır.
Platon hocası Sokrates’in savunmasını kaleme alarak, bir erdem savaşçısının haksızlıklar karşısında dik duruşunu ve onun suçsuz yere idam edilişini ölümsüzleştirmiştir. Sokrates, sürekli olarak kendinden daha bilgili birisini arar. Sonunda görür ki hiç kimse bilgili değildir. Yalnız kendisinin ayrıcalığı, bilgili olmadığını bilmesidir. Sokrates, bilgiyi arama sürecinde çok düşman kazanmıştır. Çünkü devlet adamlarının, şairlerin, sanat sahiplerinin bilgisiz olduğunu ortaya çıkarmıştır. Sokrates, aslında asıl bilgiye sahip olanın Tanrı olduğunu düşünmektedir. Bu süreçte Sokrates, soruların cevaplarını ararken çevresinde olup bitenlerin farkına varmıştır.
Etrafındaki pek çok kişi, Sokrates’in
Gençleri doğru yoldan çıkardığını,
Kötü ve yalancı biri olduğu, her şeye karıştığı, eğriyi doğru olarak gösterdiği
Öğrencilere para karşılığında ders verdiği, öğrencilerin aklını karıştırdığı
Tanrıların yerine yeni tanrılar koyduğunu söylemektedir.
Bu söylentiler onu mahkemeye sürükler. Sokrates, savunmasında ideallerinden taviz vermeden kararlı bir duruş sergilemiştir. O, asla Tanrı dışında kimseye boyun eğmez. Kendisini, Tanrı’nın Atinalıların başına musallat ettiği bir at sineği olarak tanımlar. Çocukluğundan beri kendisine bir takım seslerin geldiğini ve kendisini siyasetten alıkoyduğunu belirtir. Önem verdiği şeyin ise, haksızlıktan ve günah işlemekten sakınmak olduğunu söyleyecek kadar dürüst ve cesurdur. Kendisi aleyhine söylenen her şey asılsıdır. Sokrates’in sürekli öğrencileri olmadığı gibi malı mülkü de yoktur. O, dünya hayatına önem vermeyen bilge birisidir. Yargıçları yumuşatmak için mahkemeye asla ailesini ve çocuklarını getirmez. Kararı, tamamen yargıçların iradeleri elinde olan Tanrı’ya bırakır. Yargıçların görevinin bağışlamak değil, herkesin hakkını adaletle vermek olduğunu dile getirir. Şayet insan suçluysa cezasını çekmeli. Suçlu olmadığı halde suçlanıyorsa haksızlık yapılıyor demektir. Haksızlık yapan ise zalimdir. Zalimden merhamet dilenmek ise acizliktir.
Sokrates, mahkemede suçlu görülür. O, bunu başından beri beklemektedir ve hiç tepki göstermez. O, insanlara hep erdemi ve ahlakı öğütlemiştir. Suçlamaları ret etmek ve kendini suçsuz olduğunu ispat etmek için yalvarmaz. Savunmasında dikkat çeken önemli bir hususta suçlandığı şeyden dolayı affedilmek için herhangi bir yola başvurmayışıdır. Suçlandığı şeyden dolayı affedilmeyi beklemenin yüz kızartıcı bir suç olduğuna ve bunu yapanların yürek taşımadığına kanaat getirir. Mahkeme para cezası vermez, çünkü parası yoktur. Sürgün etmez, çünkü sürgüne gittiği yerlerdeki insanları da fikirleriyle yönlendirecektir. Nihayet ölüm cezası verilir. O, ölüm cezası verilirken başkaları gibi ağlayıp sızlamamıştır. Yaptığı hiçbir şeyden dolayı da pişmanlık duymamıştır. Suçlu bulunmasından ve ölüm cezasına çarptırılmasından sonra savcılardan af dilemeyi savaş meydanlarında bir askerin, düşman karşısında diz çöküşüne benzeterek bunu küçüklük görür. Önemli olan şeyin ölümden kurtulmak değil, haksızlıktan sakınmak olduğunu söyleyerek, kötülüğün ölümden daha hızlı koştuğunu belirtir.
Sokrates’e göre ölüm bir ceza değildir; sadece bir yolculuktur. Ayrıca öteki dünyada soru sormak yüzünden mahkum edilme tehlikesi de yoktur. Sokrates, Atinalılardan son bir şey diler: “Çocukları erdemden, doğruluktan ayrılırsa kendisinin Atinalılara gösterdiği gibi Atinalılar da onlara yol göstersinler. Çocukları kendilerini çok beğenir ve bu dünyada bir hiç olduklarını unuturlarsa onları azarlamalarını ister Atinalılardan. Sokrates, ayrılık vaktinde ölüme giderken yargıçlar da yaşamaya giderler. Fakat Platon’a göre, bunların hangisinin daha iyi olduğunu ancak Tanrı bilir. Baldıran şerbetini içtikten ve ölmek üzereyken son sözleri şu olmuştur; Kriko, Aeskulapius’a bir horoz borçluyuz. Bu yüzden onu öde. Sakın unutma!”, [M.Ö. 469-399].
Sokrates’in savunmasın ilk öğesi, sorgulama ve yanıt alma biçiminde tanımlamaktadır. Sorgulanan konuda yanlış savlar ayıklanır veya çürütülür. İkincisi ise, çapraz inceleme ya da toplanan verilerinin genel niteliği ile etik doğruluğunu keşfetmek için yapılan akla uygun (ussal) tartışmalardır. İleri sürülen önermelerin ya da tanımların doğru olup olmadığına yönelik fikirlerin geliştirilmesi amaçlanır. Genel bir sav ileri sürme, savı, mantıksal ve dilsel çözümlemeler aracılığıyla zayıflatıp çürütme, ardından öncekinin eksikliklerini içermeyen yeni bir sav ileri sürme ve onu çürütmeye çalışma biçiminde ilerlemektedir. Bu sorgulama ile zihinsel düşünce yeniden inşa edilerek ya da ruhlarında gizil halde yer alan gerçekler anımsatılarak daha iyi bir ahlaksal yaşam hedeflenir. Doğurmak olarak adlandırılan bu sorgulama biçimi için doğrulacak şeye sahip olmak gerekir. Öte yandan doğurtmaya bağlı olarak ortaya çıkan ebelik motifi, bilgi öğretmeye değil, var olanın açığa çıkmasına neden olması açısından, anımsama kuramının öğretim bağlamındaki mantıksal sonucuna işaret etmektedir. Unutulmaması gereken ebeye gereksinim duymak için doğum sancıları çekmek gerekir. Ebelik sanatı, ancak çocuk doğurma konusunda deneyimli birisi tarafından gerçekleştirilmelidir. Ebe doğumu kolaylaştırıp zorlaştırabilir, hatta gerek duyarsa düşük bile yaptırabilir. Sokrates, kadınların bazen gerçek çocuklar, bazen de ceninler dünyaya getirdiklerini söyler ve ebenin gerçek görevinin, gerçek olanla gerçek olmayanı ayırt etmek olduğunun altını çizer. Onca, bu ayırt etme işi, ebenin en temel görevidir ve en zor olanı da budur. Sokrates'e göre, kendi ebelik sanatının özünü, genç adamın düşüncesinin ürününün aldatıcı bir görünüş mü, yoksa yaşamaya ve doğruluğa yeterli bir düşünce mi olduğunu, her türden sınamadan geçirerek belirleme gücüdür. Bilgisiz oldukları Sokrates tarafından ispat edilenler, ona yöneltilen suçlamaların anlamsız olduğunu çok iyi bilmektedirler.
Sokrates’e göre bilge olan gerçekte tanrıdır, belki de yargıçlar. İşte bunun içindir ki, sürekli dolaşır, yurttaş olsun, yabancı olsun bilge sandığı kimi bulursa konuşup sorgular; bilge olmadıklarını anlayınca da, tanrının savunuculuğunu yaparak bilge olmadıklarını kendilerine gösterir. Ölüm czası ile yargılandığı davada bile kendini savunma yerine yargıçların ve kendini suçlayanların bilgeliğini sorgulamıştır.
Sokrates’in veciz ifadelerinden bazıları:
Tek bildiğim hiçbir şey bilmediğimdir.
Sorgulanmamış hayat yaşamaya değmez.
Ben kimseye hiçbir şey öğretemem, sadece onların düşünmelerini sağlayabilirim.
Eğitim kıvılcımla ateş yakmaktır, boş bir kabı doldurmak değildir.
Bütün ruhlar ölümsüzdür ama dürüst insanların ruhları hem dürüst hem kutsanmıştır.
Dünyayı değiştirmek isteyen önce kendini değiştirsin.
Çalışmakla geçen bir hayat boş olabilir, dikkat edin.
Mutlaka evlenin. Eğer iyi bir karınız olursa mutlu olursunuz. Eğer kötü bir karınız olursa filozof olursunuz.
Kadın erkekle eşit hale getirildi mi, artık ondan üstün olur.
Görünmek istediğiniz gibi olun.
Bütün sözlerinizi ve hareketlerinizi övenleri değil, hatalarınızı nazikçe eleştirenleri sadık kabul edin.
Felsefe hayretle başlar.
Bekarlık veya evlenmek konusunda adam hangisini isterse seçsin, karışmayın. Her iki durumda da pişman olacaktır.
Haksızlığa boyun eğmek ve haksızlıklara alet olmaktansa ölümü tercih ederim.”
Hatibin meziyeti doğruyu söylemekse, yargıcın meziyeti de gerçeği araştırmaktır.
Yargıcın vazifesi bağışlamak değil, herkesin hakkını doğru bir nizamla ölçüp hakkını vermektir.
En doğru hareket, bir kimsenin yeri neresi olursa olsun, tehlike karşısında direnmek, ölümü veya diğer tehlikeleri değil, sadece namusu göz önünde bulundurmaktır.
Bilmediğimiz bir şeyi biliyoruz diye iddia etmek yüz kızartıcı bir şey değil midir?
Benim vazifem size para pul ile erdem elde edilemeyeceğini, paranın da her türlü iyiliğin de ancak erdemden geldiğini söylemektir.
Önem verdiğim tek şey, haksızlıktan ve günah işlemekten sakınmaktır.
Mahkum oldukları zaman acayip bir takım hareketler yapan nice meşhur adamlar gördüm. Bunlar ölümün sanki sonsuz bir ıstırap olduğunu ve sonsuz yaşayacaklarını sanıyorlar.
Ben de başkaları da aynen savaş meydanında olduğu gibi kendisini ölümden kurtaracak gayrı meşru araçlara müracaat etmemelidir.
ckk:
Ben hayatı yaşayanlar ve oynayanlar diye algılarım. Her şeyi kökünden söken, yıkan, önüne alıp götüren sel oynayandır. Selin içerisinde tutunmaya çalışan ise yaşayandır. Seyredenler mi? Anlamı olmayanlardır.
Önemli olan birilerinin hikayesine konu olmak değil, bir hikayeye sahip olabilmektir!
İki ayaklı pislik bulaştığında, üzerindekiler ile birlikte çöpe at. Çünkü çöplük değersizlerin ait olduğu yerdir. Sakın ha! İki ayaklı pislikleri hikayenin kahramanı haline getirme.
Ben farkında iken dönsün bu çark, isterse de gözümü yummuşken, sonuçta her şey şans değil, ihtimali de var gerçeğin.
Klasikler:
Kötüler, kendilerine tahammül edildikçe daha çok azarlar. TOLSTOY
Sular yükseldiğinde balıklar karıncaları,sular çekildiğinde ise karıncalar balıkları yer. Güç mutlak değildir; Kimin kimi yiyeceğine suyun seviyesi karar verir. [Tayland Atasözü]
Kaynatma katranı olmaz ki şeker, cinsini bildiğim cinsine çeker. Trakya'da kullanılan atasözü.
Anonim:
Suyun taşı delmesi gücünden değil sürekliliğindendir.
Yanlıştan yola çıkan istediği sonuca varır.
Balığa yüzme öğretemesin.
Öküzün önünde, eşeğin arkasında, aptalın yanında durma.
Güneş aleyhinde konuşma
Hiçbir şey kanatları olandan daha hafif değildir.
Kartallar sinek avlamaz.
Cave ne cadas: Düşüşe hazırlıklı ol!
Hata insana mahsustur,ancak hata yapmakta diretmek şeytancadır.
Eşekarılarını rahatsız etme.
El eli yıkar.
Haklı insanı ikna etmek zordur.
Hiçbir deha yoktur ki içine biraz delilik karışmamış olsun.
Si vales, valeo: Sen iyiysen ben de iyiyim.
Bir hatanın önüne geçmek yüz tanesini engellemektir.
Uti, non abuti: Kullan ama suiistimal etme!
Vasa vana plurimum sonant: En fazla sesi boş çanaklar çıkarır.
Vulpes pilum mutat, non mores: Tilkinin derisi değişir huyu değişmez.