İsmi bende saklı...
Bıyık sıvazlamayı, zamparalık sanan bir adam.
Manzarada, kendine bakan hatunu fark etti mi
Keyfine doyum olmaz.
Zeki olduğuna inanmış bir karakter.
Belediyede veznedar.
Eşinden çok korkar.
Karısının gözünün yükseklerde olduğunu söylerken.
Nedeni sorulduğunda,
Şehirdeki avratlar gibi kuaförde saçını yaptırmak,
Ve doğum gününde çiçek,
Pardon çiçek değil,
Gül!
Gül ister, hem de pembelisinden demet, demet.
Hastane bahçesinde onu ilk gördüğümde,
Arkası basık, ucu sivri yumurta topuk kundurası,
Dar uzun siyah şalvarı,
Beyaz gömlek üzeri siyah yeleği,
Düğmeleri yarıya kadar açılmış gömlek arasından
Balta girmemiş orman gibi püskürmüş kıllar,
Kıllar üzerine yatırılmış,
Parmağım kalınlığında yirmidört ayar zincir,
Ve belinde puşisi ile
Doğunun asilzadesi karşımda.
Bir elinde iri taneli tespih,
İmamesi püsküllü.
Parmakların arasından kayan tespih tanelerinin çıkardığı sesin,
Güzelliğinden bahsedeceğimi, sakın ha beklemeyin.
Devir değişti.
Kameralısından akıllı cep telefonu.
Diğer elin parmakları ise,
Yılan gibi kıvrılan,
Neye yalattı, kime boyattı bilemem ama,
Parıl parıl parlayan kaytan pala bıyıkları...
Parmağındaki iri taşlı yüzük,
Pala bıyıklara doğru süzüldüğünde,
Şimşekler çakan parıltı,
Nasıl da kayıyor, o kaytan bıyıklar, o parmakların arasından öyle.
Gözler! dürbün!
Yok yok.
Fırıl fırıl dönerken hatun arayan radar.
Kaşlar! Zıt yönlerde sürekli hareketli.
Hatunun kendisine baktığını fark ettiğinde,
Eğilmiş söğüt dalı,
Çam yarması olup nasıl da dikilir öyle.
Görülmeye değer o an, o manzara.
Donup kalan vücut üzerinde, dönerken boyun.
Bakışların rengi değişir, hedefe kilitlenen gözlerde.
Fırtınaların en şiddetlisi, yıkıp yakarken her şeyi,
Çiçek bahçesine dönüşür
Hayallerin en güzeli.
Gözler,
Hatundan sinyal alma ile iştigal,
Ellerden biri bıyıkları arasında sıvazlamada,
Öteki elin parmakları cep telefonunda.
Baş parmak tuşlar üzerinde dolaşırken,
O nazik dokunuş,
Kulağa yaklaşan cep telefonu
Bulutların üstüne fırlatır kendini.
Konuşmaya başladığında,
Ayaklarının altına halı oluna diye,
Karşı dağları yıkarım, anlam kazanır, çağlayan suyun sesinde.
Dayanamadım,
Baba yiğidi yakından tanımak istedim.
Geçmiş olsun, hastanızın nesi var, diye sordum.
Zimmetine para geçirmiş dürzü, dedi.
Yanlış olmasın burası hastane, hapishane değil, deyince.
Sende beni bir şey bilmez, sanırsın yeğen, dedi.
Birden bire parmaklar kaytan bıyıklara yönelince
Anladım etrafta hatun var.
O da ne?
Gelene bak
Aman Allah’ım!
Afet!
Ne arar bu huri doğunun ıssız yerindeki hastanesinde
Diye düşünürken,
Asilzadenin donuk kaldığını fark ettim.
Parmaklar yılan gibi kıvrılan pala bıyıkların orta yerinde,
Gözler donuk.
Kameralı cep telefonu elinden düşmek üzere,
Yavaş yavaş dönerken boyun,
Kilitlenmiş gözler, ne de güzel takip eder huriyi.
Gözden kaybolunca huri,
Su yüzü görmeden solup gidesi gül, dedim.
Güzeller güzeli hatuna.
Duamı edersin, beddua mı anlamadım" yeğen? dedi.
Hastanız, dedim.
Ha o dürzü mi, öldü dedi.
Başınız sağ olsun da,
Zimmetine para geçirmiş dedin şimdi ise öldü dersin.
Kumar oynamış, çakalların eline düştü, her şeyini kaybetti.
Hayattan yırtmanın yolunu tilki olmada buldu.
Kaybettiklerini geri alayım derken, postu deldirdi.
Doktor görür görmez, bu ölmüş,
Geç kalmışsınız, biraz daha erken getirseydiniz, dedi.
Kasabadan gelirken,
Yılan gibi kıvrılan o yolda çok vakit kaybettik.
Yetiştiremedik tilkiyi, zamanında doktora, dedi.
Adıyaman'dan Çelikhan'a o yolu, kim, niye,
Boşu boşuna yılan gibi kıvırarak uzattı bilir misin
Diye sorduğumda, yanıt alamadım.
Neden yanıtlamadın diye soracaktım ki,
İri yüzüğün ışıltısıyla parmaklarını,
Yılan gibi kıvrılan pala bıyıklarına, götürdüğünü gördüm.
Dönüp karşı dağlara baktım.
Sadece doğulu asilzadenin pala bıyıkları,
Yılan gibi kıvrılmıyordu.
Dağlara tırmanıp bayır aşağı inen
Katırları dizginlesin diye
Yılan gibi kıvrılan patika yollar,
Sel sularını dizginlesin diye
Yılan gibi kıvrılan dereler
Anlam ifade ederken
Araba yolunda gereksizliğini fark ettim birden.
Asıl neyi fark ettim bilir misin?
Boşu boşuna kilometrelerce yolu yılan gibi büken parmakların
Köprüler kurma yerine
Düzende taşları nasıl da yerinden oynattığını gördüm.
Bir de,
İki ayaklı çakallara postu kaptırmamak için,
Yılan gibi kıvrılıp dans ederken,
Tilki olmanın, ne kadar da zor olduğunu...
Nisan 2000