Doğanın yok edilmesinde algı eksikliği, Paskalya Adası Gerçeği
Dr. Cahit Karakuş
2008
Büyük Okyanus’un güney batısındaki Paskalya Adasının, Güney Amerika'nın batı sahillerine uzaklığı 3700 kilometredir. Hollandalılar, 1722 yılında adaya geldiklerinde sazlardan kabaca yapılmış kulübelerde ve mağaralarda yaşayan 3000 yerli ile karşılaştılar. Birbirleriyle sürekli savaşan yerlilerin yamyamlığı içeren bir kültürleri vardı. Adanın kaynakları son derece yetersizdi. Birkaç bitki türü dışında hiç ağaç yoktu. Ada tamamen çıplaktı. Hollandalılar, sömürgeleştirmeye değecek hiç bir şey bulamadılar.
Avrupalıları asıl şaşırtan, hatta şoke eden olay ise ada sakinlerinin ilkelliği ve barbarlığına karşın, bir dönemin gelişmiş toplumlarına ait kanıtların varlığı idi. Adanın pek çok yerinde, ortalama yüksekliği altı metreyi aşan, 600 den fazla dev heykeller ve taştan anıtlar vardı. (En büyüğü 22 metre) Adadaki heykelleri inceleyen Antropologlar, adada var olan ilkel toplulukların, volkanik taştan anıtlar oyup bunları bir yerden bir yere taşımak gibi teknolojik açıdan karmaşık bir işi gerçekleştirmelerinin olanaksız olduğu sonucuna vardılar.
Günümüzde dil bilimcileri, ada yerlilerinin konuştuğu dilin Polinezya dili olduğunu buldular. Polinezyalılar, Pasifik Okyanusu'nun kuzeyindeki Hawaii'den, güneybatıdaki Yeni Zelanda ve güneydoğuda Paskalya Adası'na kadar olan dev bir üçgende yaşamaktadırlar. Genetik bilimi, Paskalya halkı yerlilerinin Polinezyalı olduğunu ispat etti. Yerlilerin genlerinin artzamanlı incelenmesi, adaya ilk olarak 20-25 kadar Polinezyalının geldiğini kanıtladı. Toprak bilimciler, adanın toprağını incelediklerinde, adanın toprağında, günümüzde adada bulunmayan ağaç ve bitki polenlerine rastladılar. Polen analizleri sonucunda, adanın tarihinde var olmuş bitki türleri saptandı. Sosyologlar, ada yerlilerini ve inanışlarını incelediler. Diğer Polinezya toplulukları ile olan benzerlikleri ve farklılıkları araştırdılar. Bütün bunların sonucunda da Paskalya Adası, gizem olmaktan çıkıp doğal çevrenin tahrip edilişinin en acı örneği olduğu göz önüne serildi.
Polinezyalılar; bitki, hayvan ve yiyecek taşıyabildikleri geniş bir merkez yükseltiyle birleştirilmiş okyanus sularına dayanıklı çifte sandallarla yolculuk ediyorlardı. İlk olarak Güneydoğu Asya'dan yola çıkarak, MÖ 1000 yıllarında Tonga ve Samoa adalarına ulaşmışlardı. MS 300 yıllarında Markiz adalarına, MS 500 yılında da kuzeyde Hawaii adalarına, güneyde Paskalya Adası'na varırlar. MS 800 yıllarında da Yeni Zelanda'ya ulaşırlar. Böylece Polinezyalılar, dünyanın en fazla yayılmış halkı olurlar. Bu, Polinezyalıların, denizcilik ve gemicilikte ne kadar başarılı olduklarının göstergesidir.
Paskalya adasına gelen Polinezyalılar önceleri tekne yapmak amacıyla keserler ağaçları. Başlangıçta yaklaşık olarak yalnızca 16 milyon civarında palmiye ağacı vardır. Zamanla artan nüfusa tarım alanı açmak, ısınma, barınma, yemek pişirme, ev aletleri yapma gibi ihtiyaçlarını karşılamak için ağaç kesimini hızlandırırlar. Nüfus artıkça adalılar, ortak sahip oldukları toprakları birlikte eken geniş ailelere bölünürler. Atalarına tapınmak için yaptıkları bu dev heykelleri, taşıyabilmek için buldukları tek çözüm; ağaç gövdelerini kızak olarak kullanıp insan gücüyle taşımaktır. Kabile sayıları ve kabileler arasındaki rekabet arttıkça heykel yapımı ve taşıma amaçlı ağaç kesimi de artmıştır. İşte Paskalya Adasının gizemi, adanın ormansızlaştırılmasının getirdiği çevre bozulmasında gizlidir.
Adanın ormansızlaşması ada halkının yaşamını da etkiler. Ağaç kıtlığı nedeniyle insanlar mağaralarda yaşamaya veya sazdan evler yapmaya başlarlar. Artık uzun yolculuklara dayanacak tekne yapamazlar. Balıkçılık da zorlaşır. Liflerinden kumaş dokudukları ve ağ yaptıkları dut ağacı yok olmuştur. Ağaçların yok olması, toprak erozyonunu artırır ve bunun sonucunda tarımsal verimlilik düşer. Bütün bunların sonucunda da adanın nüfusu azalır ve ilkelleşir. Gittikçe azalan kaynaklar için yapılan savaşlar ve heykel dikmenin mümkün olmaması sonucunda bozulan inanç sistemi nedeniyle kölelik artar, yamyamlık yaygınlaşır. Adaya gelen ilk Avrupalıların gördüğü de işte bu manzaradır. Tüm bunlar 100 yıl içerisinde olmuştur. Paskalya Adası'nın kayıp uygarlıklar ve gizemli bilgilerle dolu bir tarihi yoktur. Bu, kısıtlı kaynaklardan oluşan bir çevrede yaşayan toplulukların, bağlı oldukları çevreyi düzeltilemeyecek kadar bozmaları sonucunda gelebilecekleri yeri gösteren, son derece çarpıcı bir örnektir.
Dünyamızda var olan kaynaklar, gelişen toplum düzeyimizi korumak ve ihtiyaçlarımızı karşılayacak sonsuzlukta değildir. Paskalya Adası halkı, kısıtlı kaynaklarını tükettiğinde adaya hapis olmuş ve kaderinden kaçamamıştır. Bizim de yaşadığımız dünya dışında kaçacak yerimiz şu an yoktur. İnsan türü olarak varlığımızı sürdürdüğümüz bu dünyada, elimizdeki kaynakları tüketmeyecek yaşam tarzını bulmak zorundayız. Aksi takdirde Paskalya Adası halkının tarihi dünya toplumlarının tarihi olacaktır. Gelecek 300 yıl sonra yamyam bir dünyadaki torunlarımızın birbirlerini nasıl yediklerini görmek için empati yapmamız gerekmektedir.