Kuantum Radarı
Dr. Cahit
Karakuş
Heisenbergin Belirsizlik İlkesi
Geleneksel
bir radar anteni, belirli bir uzay bölgesini taramak için mikrodalga ışıma
yapar. Mikrodalga ışıma taranan bölgede herhangi bir hedef nesne
ile karşılaştığında sinyal geri yansır. Ancak
arka plan gürültüsü üreten ve düşük yansıtıcılığa
sahip nesnelerin bu radarlar ile tespit edilmesi zordur. Bu nedenle, geleneksel
radar sistemleri hayalet uçakları tespit etmekte yetersiz kalmaktadır.
Çünkü, bu
uçakların elektromanyetik dalgaları emen ve hedef dışına yansıtan özel
boyalarla kaplı olan yüzeyleri ve biçimleri vardır.
Kuantum
radarı, tespit edilmesi zor olan hedeflerin çok daha
ayrıntılı bir görüntüsünü sağlayan yüksek tanımlı
bir algılama sistemidir. Uçakları, füzeleri ve diğer hava
hedeflerini tanımlamak için yeterli ayrıntı sağlayabilen kuatum
radarının temeli elektromanyetik dalgaları taşıyan fotonlar
ile tutsaklığı (dolanıklılığı ya da
bağımlılığı) olan elektronların davranışlarının
olasılık matematik temelinde analizine
dayanmaktadır.
İletkenlerdeki atomların son yörüngelerinde,
yüksek enerji düzeyinde bulunan elektronlar hareket halindedirler. Antenlerde
ise iletkenlerdeki atomların son yörüngesinde ilerleyen ektronlar, iletkenin sonuna geldiklerinde
boşluğa transfer olamazlar;
düşük enerji düzeyindeki alçak yörüngelere geçerler. Bu durumda
elektronun sahip olduğu enerji ise havaya fotonlar halinde parçacık yayar.
Foton, elektromanyetik kuvvet'in kuvvet
taşıyıcısıdır. Foton hem dalga hem de parçacık
özelliği gösterir. Antenlerdeki etkin ışıma alanı, foton
enerjisinin yoğunlaştığı bölgedir.
Kuantum
radarı, birbirine bağımlılığı ya da
dolanıklıklığı bulunan, foton parçacığı , bir enerji
parçacığı olarak boşlukta ışırken, yörünge
değiştiren elektron parçacık ise tutsak edilir. Bu tutsaklığın
bağı özeldir, sadece kendilerine ait birbirlerini fark etme bağları
vardır. Dolanıklık ya da tutsak parçacık ile arasında çok
büyük bir mesafe olsa bile, hiç iletişim imkanı bulunmayan iki parçacık
arasında çok önemli korelasyonlar (bağımlılık
davranışları) gözlenir. Bunlardan biri üzerinde yapılan bir ölçümün
hemen öbürünü de etkilediği görülmüştür. Bununla birlikte tutsak edilen
elektronların davranış değişikliği analiz
edilirek aşağıdaki sorulara yanıt aranır,
·
Bir nesneyle karşılaşıldı mı?
·
Nesnenin şekli, konumu ve yönü nedir?
Dolanıklık
denilen kuantum tutsaklık bağı, iki veya daha fazla atom
altı parçacığın etkileşime girmesiyle veya beraber
üretilmesiyle fiziksel özelliklerinin birbirine klasik fizik ile
betimleyemediğimiz bir şekilde tutsaklık (dolanmışlık)
olmasına deniyor.
Bu
çalışmada kuantum radarların temel prensipleri üzerine bir
araştırma yapılmıştır.
Radyasyon da denilen elektromanyetik ışıma,
dalga ve parçacık olarak
adlandırılan elektromanyetik yayınım yapan enerjidir. Parçacık radyasyonu, belli enerjiye sahip çok
hızlı hareket eden minik parçacıkları ifade eder. Dalga
tipi radyasyon ise belli bir enerjiye sahip ancak kütlesiz elektomanyetik
enerji yayan dalgalardır. Görünür ışık dalga tipi
radyasyonun bir çeşididir. Bütün dalga tipi radyasyonlar
ışık hızıyla
hareket ederler. Gözlerimizin fark edebileceği en yüksek enerjili
ışık mor renkli ışıktır. Radyasyonun enerjisi
arttıkça ışık rengi görünür ışıktan mor renk
ötesine gider ve morötesi olarak adlandırılır. Morötesi ışığı
göremez veya hissedemeyiz, ancak ortamda mevcuttur ve eğer şiddeti
büyükse ciltte bırakacağı güneş yanığına
benzer yanık izleri ile varlığı hissedilir.
Atomların kararlı hallerinin tamamında elektronlar
çekirdek etrafında dairesel yörünge izlerler. İletkenlerdeki
atomların son yörüngelerinde, yüksek enerji düzeyinde bulunan elektronlar
hareket halindedirler. Antenlerde ise iletkenlerdeki atomların son
yörüngesinde ilerleyen ektronlar,
iletkenin sonuna geldiklerinde boşluğa transfer olamazlar; düşük enerji düzeyindeki alçak yörüngelere
geçerler. Bu durumda elektronun sahip olduğu enerji ise havaya fotonlar
halinde parçacık yayar. Foton, elektromanyetik kuvvet'in kuvvet
taşıyıcısıdır. Foton hem dalga hem de parçacık
özelliği gösterir. Antenlerdeki etkin ışıma alanı, foton
enerjisinin yoğunlaştığı bölgedir.
Parçacık ve dalga tipi radyasyonları, iyonlaştırıcı ve
iyonlaştırıcı
olmayan radyasyonlar olarak ikiye ayrılırlar.
İyonlaştırıcı radyasyonlar, tüm canlılar için
zararlı olabilecek radyasyon çeşitleridir. İnsan hücrelerinin
değişimine neden oldukları, kanser oluşturdukları ve
kromozomları değiştirdikleri için tehlikelidir.
İyonlaşmanın olduğu yayınımların diş
dökülmesine, kan kanserine ve sakat doğumlara neden olduğu da
bilinmektedir. Aynı zamanda X ışınları, Radyum gibi
iyonlaşmanın olduğu radyasyonlar kanser tedavisinde kanserli
hücreleri öldürmek için de kullanılır. Başlıca
iyonlaştırıcı radyasyon çeşitleri; Alfa ve Beta parçacıkları, X ve Gama
ışınları ve Nötronlar olarak sıralanmaktadır.
İyonize olmayan dalgalar ise Radyo dalgaları,
Mikrodalga, Kızıl ötesi ışık, Görünen
ışık, ve Morötesi ışık olarak
sıralanır. Radyo ve mikrodalgalar günümüzde çok yoğun olarak
kullanılmaktadır. İyonize olmayan dalgalar girdikleri dokulara
enerjilerini aktararak ısısını arttırır ya da
hücre zarlarının çalışma biçimini değiştirirler.
Ayrıca dokulardaki hücre zarlarının normal işlevini bozan
ısıl olmayan etkiler de gözlenmiştir. Mikrodalgalar
kullanılarak insanların nasıl yönlendirileceği konusundaki
çalışmalar, hücre zarlarının verdiği tepkiler üzerine
yoğunlaşmıştır. Frekans yükseldikçe
taşıdığı enerji büyüdüğünden yüksek frekanslarda
dokulara aktarılan enerji büyük olacağından ısınma ve
işlev bozucu etkileri de büyük olur.
Elektromanyetik alış gücü, Pr, (1)
nolu Friis denklemi ile tanımlanır. Elektromagnetik dalga
yayınım yaparken uzaklığa ve ışıma
yaptığı frekansa bağlı olarak zayıflar.
Burada
Pr: alış güç seviyesi, (Watt)
Pt: verici çıkış gücü, (Watt)
Gt: verici anten kazancı, (numerik),
Lt: verici tarafta hat kaybı, (numerik),
Gr: alıcı anten kazancı
(numerik),
Lr: alıcı tarafta hat kaybı
(numerik),
d: Alıcı verici antenler arasındaki
uzaklık (metre),
Dalga boyu,
Burada
λ: dalga uzunluğu, (metre),
c=ışık hızı=3 x 108m/s
f=frekans,
(Hz=1/s) dir.
Antenin ışıma parçasının
boyutları dalga boyu, λnın fonksiyonudur.
Burada G antenin kazancı ya da
ışımanın yönlendiriciliği; Ae, antenin
etkin ışıma alanı, elektromanyetik enerji
yoğunlaşma bölgesi; ηe, antenin ışıma
verimliliğidir.
(1) nolu denklem logaritmik olarak düzenlenirse, Pr, dBm
cinsinden aşağıdaki biçimde yazılır.
Pr = Pt + Gt + Gr
- Lt Lr FSL (2)
FSL: serbest uzay yol kaybı olarak
adlandırılır.
FSL= 32.45 +
20log(Rkm x fMHz)
Verici antenden d, metre uzaktaki güç yoğunluğu,
formülü ile
verilmektedir.
Serbest uzaydaki uzak alanda elektromanyetik
dalganın taşıdığı güç yoğunluğu
elektrik alan şiddetinden de hesaplanır.
(3) ve (4) nolu denklemlerden elektrik alan şiddeti
güç yoğunluğu ya da verici gücü cinsinden hesaplanabilir.
Elektromanyetik dalgaları yaymak veya almak için
anten dediğimiz çok iyi iletken metaller kullanılır. Anten, hava
ile elektronik cihazlar arasındaki geçiş yapısıdır.
Antenler, elektrik sinyallerini havaya elektromanyetik dalga olarak
ışırlar, havadaki elektromanyetik sinyalleri ise elektrik
sinyaline dönüştürürler.
Newton
mekaniği, makro ölçekte olan kısımları açıklamak için
kullanılırken mikro ölçekte evreni anlamaya geldiğimizde Newton
mekaniğinin bunlar için yetersiz kaldığını görürüz.
Klasik fizik insanın dışarıdan gözlem
yaptığı bir bilimdir ancak kuantum fiziğinde insan bütünün
bir parçasıdır, yaptığı hesabın içindedir, bir diğer
anlamda, gözlemin içindedir, bu sebepten anlaşılması zordur.
Buzdolabının kapağını kapattığınızda
içerdeki ışık söner ama gözlemleyemezsiniz.
Işığın söndüğünü bilirsiniz ama gözlemlemeye
kalktığınızda ışık yanar.
Kuantum
fiziği en basit şekilde mutlak doğrular yoktur, tecrübelerden
edinilen doğrular vardır diyen ve olasılığı
kendine yöntem edinen bir kuramdır. Atom altı parçacıkların
ve gözlemlenemeyen sistemlerin davranışlarını temel kabul
eder. Bir varlığı gözlerken onun mutlaka bir değişime
uğradığını savunur. Objektif gözlem bile kendi içinde
objektif değildir düşüncesi kurama hakimdir. Bilinç olmadan maddenin
varlığını kabul etmez kuantum, yani aslında her
şey soyuttur ve bir biri ile etkileşim halindedir. Kuantum
fiziğinin temel prensibi evrende enerjinin süreksizliği; kuantlar
halinde olmasıdır.
Kuantum
fiziğinin diğer çarpıcı buluşu da birbiriyle hiç
iletişim imkanı bulunmayan iki varlık arasında çok önemli
korelasyonlar (bağıntı) gözlenmesidir. Bunlardan biri
üzerinde yapılan bir ölçümün hemen öbürünü de etkilediği
görülmüştür. Korelasyon, olasılık kuramı ve istatistikte iki veya
daha fazla raslantısal değişken arasındaki doğrusal
ilişkinin yönünü ve gücünü gösterir.
Kuantum
fiziği özünde tüm maddelerin, tüm enerji akışının
belli küçük ölçeklenebilir temellere ayrılmış olduğu
kuramıdır. Bu arada kuantum fiziğini Max Planck'ın ortaya
çıkardığı düşünülse de tek bir bilim
insanının değil, birden fazla bilim insanının
katkısıyla ortaya atılmış ve geliştirilmiş
bir kuramdır. Planck, Einstein, Bohr, De Broglie, Schrödinger, Heisenberg,
Dirac ve Pauli gibi ünlü bilim insanları bu kuram üzerine
çalışmış ve her biri bu çalışmalarından
ötürü Nobel Fizik Ödülü'ne layık görülmüşlerdir.
1905
yılında Albert Einsteinın dalga özellikleri olan
ışığın aynı zamanda daha sonra foton diye
adlandırılacak olan belirli büyüklükte enerji paketlerinden
oluştuğunu açıkladığı çalışmasıyla
fenomen hale gelen kuantum. Kuantum
dünyasında parçacıklar dalga gibi, dalgalar da parçacıklar gibi
hareket eder. Madde uzayda hareket etmesine gerek kalmadan bir noktadan
başka bir noktaya ulaşabilir. Bilgi ise mesafe ne kadar uzak olursa
olsun anında hedefe aktarılır. Bu kavramlardan anlatılmak
istenen parçacıklar uzayda çok uzak noktalara ışık
hızında taşınabilir,
karşılaştıkları cisimler ile etkileşime girebilir
ve bilgi alış verişi yapabilirler. Geri dönüp geldiklerinde
bilgi birikimlerinden uzayın derinlikleri analiz edilebilir. Uzayda yayılan atom altı
parçacıkların davranışları analiz edilerek
güzergahları hakkında bilgi edinebilir miyiz?
Evrende
bilinen bütün maddeler pozitif yüklü bir çekirdek ve etrafında dönen
negatif yüklü elektronlardan oluşan atomlardan meydana gelmektedir (kozmik
madde, yüksek enerjili madde ve anti madde hariç). Bu nedenle, bir elementin
kimyasal özelliklerini taşıyan en küçük parçasına atom
denilmektedir. Atom negatif yüklü elektronlardan, positif yüklü protonlardan ve
yüksüz nötrondan oluşur. Nötron ve
protonların bulunduğu kısım çekirdek olarak
adlandırılır. Elementlere ait atomların proton ve elektron sayıları
birbirine eşit olduğu için atomlar nötr yapıdadır. Elektronlar
çekirdekten belirli uzaklıklarda farklı katmanlarda hem kendi
etraflarında hem de çekirdeğin etrafında çok hızlı
hareket eder. Bu sebeple elektronlar çekirdeğe düşmezler, çekirdek
tarafından çekildikleri için de dışarı fırlamazlar.
Bazı
elementler güçlü çekirdek çekme kuvvetine sahiptir ve elektron
kaybını reddederler, bunlara yalıtkan malzeme (hava, cam,
kauçuk, çoğu plastik) denir. Bazı
malzemeler ise zayıf çekiciliğe sahiptir ve elektronların
kaybolmasına izin verir, bunlara iletken malzeme (bakır, gümüş,
altın, alüminyum) denir. İletkenlerde elektronlar bir atomdan
diğerine geçer, iletkenden birim zamanda geçen elektrik yükü (elektron)
miktarına elektirk akımı denir. 1 amperlik akımın oluşabilmesi
için iletkenin herhangi bir noktasından 1 saniyede 6,25x1018 elektron
geçmesi gerekir.
Ağır
radyoaktif (Uranyum gibi) atomların bir nötronu yutması ile daha
küçük atomlara bölünmesi (fisyon) sonucu çok büyük bir miktarda ısı enerjisi
açığa çıkar. Herbir parçalanma tepkimesi sonucunda
açığa fisyon ürünleri, enerji ve 2-3 adet de nötron
çıkmaktadır. Tepkime sonucu açığa çıkan nötronlar da
kullanılarak parçalanma tepkimesinin sürekliliği sağlanabilir bu sürece zincirleme tepkime denir. Bunun
haricinde hafif atom çekirdeklerinin birleşme tepkimeleri de büyük bir
enerjinin açığa çıkmasına sebep olmaktadır. Bu nedenle
çok yüksek sıcaklığa çıkılan sistemler
kullanılmaktadır. Çok yüksek sıcaklıkta yüksek enerjiye
ulaşan atom çekirdeklerinin çarpışması ile füzyon
(Güneş) tepkimesi sağlanabilmektedir. Fisyon ve füzyon tepkimeleri
ile elde edilen enerjiye "nükleer enerji" veya "çekirdek
enerjisi" adı verilmektedir.
Fotonlar sadece elektronlardan yayılmazlar. Çekirdek, dengesizleşirse fotonlar da yayar. Bu radyasyonlara X-ışınları ve gama ışınları denir. Atomların parçalanaması (fizyon) ile nötronlar, atomların çarpışması (füzyon) ile protonlar açığa çıkmaktadır. Bu durumda proton, nötron ve elektronların yanı sıra atom altı parçacık olarak adlandırılan alfa ve beta parçacıkları, X ve gama ışınları da açığa çıkmaktadır.
Atomların
oluşturduğu en küçük kimyasal bileşkenlere molekül denmektedir.
Ayrıca çok sayıda foton adı verilen atom altı
parçacıkları da bulunmaktadır;
·
Bozon, mezon,
·
Fermiyon, baryon, graviton,
·
Kuarklar: proton, nötron,
·
Nötrinoları güneş üretmektedir.
Parçacık
olarak bildiğimiz elektron, proton, nötron gibi atomun temel
taşları aslında elektromanyetik dalga gibi davranır ve bir
elektronun da evrenin her yerine dağılabileceği potansiyeller
dalgası (foton) da vardır. Louis de Broglie, 1924'te, enerji ve
maddenin oluşumunda ve davranışında temel bir
farklılığın bulunmadığını ileri sürdü:
Hem enerji hem de maddenin temel parçacıkları, koşullara
bağlı olarak, ya parçacıklar ya da dalgalar gibi davranırlar.
Kuantum
teorisi, Max Planck adında Alman fizikçinin açığa
kavuşturulamamış bazı fiziksel fenomenlere açıklamalar
getirmesiyle başlamıştır. O güne kadar
ışığın sadece dalga olduğu düşünülüyordu. Bu
düşünce tarzıyla fotoelektrik olayı gibi bazı durumlar
açıklanamıyordu. Fotoelektrik olayında iletken bir levhanın
üzerine uzun dalga boylu elektromanyetik ışıma gönderildiğinde
elektrik devresinde herhangi bir akım oluşmuyor. Üstelik gönderilen
ışık miktarı artırıldığında da durum
değişmiyor. Ancak, yüksek enerjili, kısa dalga boylu (yüksek
frekanslı) elektromanyetik ışıma olduğu zaman metal
levhadan elektronlar kopmaya başlar ve devreden geçen akım ampulün
yanmasını sağlar. Max Planck, fotonların elektromanyetik
dalga olarak ışımasının yanı sıra parçacık
gibi de davranabileceğini belirterek kuantum mekaniğinin temellerini
atmıştır. Daha sonra Einstein, Bohr, Schrödinger ve pek çok ünlü
fizikçi Planck in attığı temeller üzerine çalışamalar
yaptılar ve ortaya kuantum fiziği çıktı.
Parçacık
ve dalga tipi ışımayı da iki
gruba ayırmamız mümkündür. Bunlar, iyonlaştırıcı
ve iyonlaştırıcı olmayan radyasyonlardır. İyonlaştırıcı
radyasyon, çarptığı maddede yüklü parçacıklar (iyonlar)
oluşturabilen radyasyon demektir. O halde iyonlaştırıcı
radyasyonlar, önlem alınmadığı takdirde tüm canlılar
için zararlı olabilecek radyasyon çeşitleridir. Başlıca beş iyonlaştırıcı
radyasyon çeşidi vardır. Bunlar, Alfa ve Beta
parçacıkları, X ve Gama
ışınları ve Nötronlardır. Nötronlar
yüksüz parçacıklardır. Bu
özelliklerinden dolayı herhangi bir madde içerisine kolaylıkla nüfuz
edebilirler. Doğrudan bir
iyonlaşmaya sebep olmazlar. Ancak
atomlarla etkileşmeleri, iyonlaşmaya neden olan alfa, beta
parçacıklarının, gama veya X
ışınlarının ortaya çıkmasına neden
olabilir.
Fizikte bilinen temel kuvvetler, çekim gücü,
elektromanyetik güç, güçlü atom gücü ve zayıf atom gücü olarak
tanımlanıyor ve bunlar dört doğa gücü olarak anılıyor.
Bunların
hepsinin kendi güç taşıyıcı parçacıkları vardır.
Prof Feng'in ekibi
Krasznahorkay, çalışmasıyla, fizik tarihinde şimdiye kadar
bu alanda yapılan tüm çalışmaları kıyasladı ve
"karanlıktan korkan güç" olarak tanımladıkları
X17'nin şimdiye kadar bulunamayan "beşinci güç"
olabileceği sonucuna vardı. Deneyleri sırasında elektron ve
pozitronların sıra dışı bir şekilde;
yaklaşık 140 dereceyle ayrıldıklarını
gördüklerini belirten Krasznahorkay, "Yepyeni, daha önce kimsenin
görmediği, parçacık fiziğinin Standart Modeliyle
açıklanamayacak bir parçacıktan söz ediyorduk. Bu yüzden de
parçacık mercek altına alındı" dedi. Fizikçiler,
şimdi galaksilerin oluşumundan parçacıkların
davranışlarına tüm kozmik güçleri açıklayabilecek
'birleşik alan teorisi' yaratmayı umuyor. Ama evren,
sırlarını kolay vermiyor. Feng, 'Beşinci güç son güç
olmayacak. Altıncı, yedinci, sekizinci güç de olabilir' diyor.
Foton,
elektromanyetik alanın kuantumu, ışığın temel
"birimi" ve tüm elektromanyetik ışınların
kalıbı olan temel parçacıktır. Foton ayrıca
elektromanyetik kuvvetin kuvvet taşıyıcısıdır.
Işık
kuantumu olarak da adlandırılan foton, elektromanyetik
ışımayı taşıyan minik enerji
parçacıklarıdır.
1900
yılında Alman fizikçi Max Planck(1858-1947)
ışığın kuanta adını verdiği küçük
enerji paketlerinden oluştuğunu ortaya koymuştu. Alman fizikçi Max Planck, ısı
radyasyonunun farklı birimlerde ya da kuantlarda
yayıldığını ve absorbe edildiğini açıklamıştı.
Ardından 1905 yılında Albert Einstein (1879 1955) fotoelektrik
olayını incelediği sırada ışımanın
doğanısının kuantize olduğunu önerdi. Böylece Max
Planckın kuanta fikrini kullanarak kuanta adı verilen enerji
paketleri ile enerjinin aktarıldığını ortaya koydu.
1923 yılında, ABD fizikçisi Arthur H. Compton,
X-ışınlarının kurgusal doğasını
gösterdi. 1926 yılında kuanta ya da enerji paketleri Amerikalı
kimyager Gilbert Lewis (1875 1946) tarafından foton olarak
adlandırıldı.
Foton bir
ışık dalgasında mümkün olan en küçük enerji
parçacığıdır. Ancak buradaki dalga ifadesi fotonun
gözlenebilir bazı özelliklerini dalga denklemleri ile açıklayabiliyor,
diğer gözlenebilir özellikleri ise fotonun parçacık da sahip
olmasını sağlıyor. Bu dalga parçacık ifadeleri de
fotonun fiziksel uygulamalarında oldukça
kullanışlıdır, fakat yeterli değildir. Çünkü foton hem
parçacıktır hem de bir dalgadır.
1926
yılına kadar kullanılmayan foton (Yunanca phōs,
phōtos, ışık) terimi parçacık fiziğinde,
bozonlar Bose-Einstein yoğunlaşmasına uyan
parçacıklardır; Satyendra Nath Bose ve Einstein'a atfen
isimlendirilmişlerdir. Bozonlara bazen kuvvet parçacıkları da
denir; çünkü bozonlar elektromanyetizma ve muhtemelen kütle çekim gibi temel
fiziksel kuvvetlerin etkileşimlerinden sorumludurlar. Parçacık olarak
adlandırılan fotonlar tüm elektromanyetik enerjiyi taşırlar
ve elektromanyetik etkileşimleri taşıyan bir ayar bozonu olarak
hareket ederler. Gluonlar, kuarkları bir araya getirerek proton ve
nötronları oluşturan ve protonlarla nötronları da atomun çekirdeğinde
bir arada tutan güçlü nükleer kuvvetin etkileşimlerini yönetirler.
Relativite
(izafiyet) teorisine göre, bir parçacığın ışık
hızında gidebilmesi için kütlesinin sıfıra eşit
olması gerekiyordu! Demek ki ışığın enerjisi
sadece kinetik enerjidir; kütlesinden kaynaklanan hiçbir enerjisi yoktu.
Einstein o güne dek açıklanamamış olan fotoelektrik
olayını bu kavramla açıkladıktan sonra, bilim
adamlarının ağzında yeniden 'ışık nedir?'
sorusu gündeme gelmişti. Eğer ışık dediğimiz olgu
parçacıklardan oluşuyorsa, frekans veya dalgaboyunun ne anlamı
var acaba? Aslında sorulması gereken en iyi soru:
"ışık gerçekten nedir?" Cevap: 'Hem dalga, hem
parçacık. Işığın bazı özellikleri sadece dalga
olgusu (mantığı) ile açıklanırken (girişim veya
kırınım gibi), bazı özellikleri ise sadece foton ile
açıklanabiliyor (Fotoelektrik olay veya atomların enerji
soğurması ve salması gibi).
Fotonlar
kuantum nesneler olmasına rağmen, ışık hala Maxwell'in
klasik teorisi tarafından açıklanıyor. Foton modeli, ikili
bir yapıya sahip olduğu için kritik olarak Maxwell denklemleriyle
tutarlı değildir. Aslında bir dalga olarak Maxwell
tarafından iyi tanımlanmıştır. Maxwell
denklemleri Planck'ın sabitini içermez ve dolayısıyla fotonun
parçacık yapısını tanımlamaz. Maxwell denklemleri bu eksik elemanı
içermelidir (!).
Kuantumun elektrodinamiği, elektronların ve
fotonların momentum değiştirdiği minimal bağlantı
fikri ile açıklanır. Foton yüklü parçacıkları elektronlarla
etkileşime giren bir aracı olarak görünür. Modern parçacık
fiziği teorisinde foton, elektromanyetik kuvvetin
taşıyıcısı olarak hareket eden integral dönüşlü
(spin) bir parçacık olan bir boson olarak tanımlanmaktadır. Tüm fotonlar ışık
hızında hareket eder. Atom
altı parçacıklar arasında göz önüne
alındığında, fotonlar, elektrik yükü ya da durgun kütlesi
olmayan ve bir birim spin olan bosonlardır. "Foton nedir?"
sorusuna cevap ararken, durgun kütlesi sıfırdır;
ışık hızıyla gider; etkileşimlere parçacık
olarak girebilir ancak dalga olarak yayılır.
Kuantum terimi, bir miktarın en küçük temel
birimi veya bir şeyin en küçük ayrık miktarıdır. Bir foton hem dalga benzeri hem de
parçacık benzeri özelliklere sahiptir, fakat kuantum değildir.
Kuantum, bir nicelik (miktar) ölçüsü olarak tanımlanabilir, ancak bir
foton, nicelik (miktar) ölçüsü ile ilgili değildir. Bir foton kuantum
enerji olarak tanımlanabilir. Fizikte, bir foton bir elektromanyetik
enerji demetidir. Tüm ışığı oluşturan temel
birimdir. Foton bazen elektromanyetik enerjinin bir "kuantumu" olarak
adlandırılır. Fotonların daha küçük parçacıklardan
oluştuğu düşünülmemektedir.
Madde
içerisinden geçerken, bir veya daha fazla foton, nükleer partiküller veya
atomlar tarafından absorbe edilebilir ve temel olarak yok edilebilir.
Fotonlar,
elektromanyetik alanın kuvvetidir ve zamanla değişen elektrik ve
manyetik alana sahip hareketli dalgalardır.
Fotonlar
nötr yüklü, elektromanyetik ışımayı oluşturan kütlesiz
parçacıklardır. Elektronlar negatif olarak yüklenir, genellikle
atomların çekirdeği etrafında kaynaşan parçacıklar
olarak bulunurlar. Işık
hızına ivmenin sonsuz enerji harcadığını söylerseniz,
evet bu doğrudur. Devasa bir parçacığı ışık
hızına çıkarmak için gereken enerji sonsuzdur, evet. Fotonlar
kütlesizdir, bu yüzden ne kadar enerji harcadığınıza
bakmaksızın ışık hızında hareket ederler.
Yüksek bir
yörüngede bulunan bir elektron, normal yörüngesine döndüğünde elektron çok özel özelliklere sahip bir foton
(bir enerji parçacığı) yayar. Foton kütlesiz bir
parçacıktır. Teoriye göre enerjisine ve momentumuna sahiptir, ancak
kütlesi yoktur ve bu kesin sınırlar dahilinde yapılan deneylerle
doğrulanır.
Yüksek
enerjili gama ve X ışınlarından, görünür
ışıktan, düşük enerjili kızılötesi ve radyo
dalgalarına kadar tüm elektromanyetik dalgaların foton enerjileri
vardır. Bir nükleer ve kozmik EM
radyasyon şekli olan gama ışınları, EM spektrumunda en
yüksek frekanslara ve dolayısıyla en yüksek foton enerjilerine sahip
olabilir. Bir fotonun enerjisi radyasyon
frekansına bağlıdır (1),
E=h x f (1)
bağıntılarına
uyar. Burada,
E : enerji
miktarı, birimi joule dur.
f: frekans
h=6.6 x 10 -23 j/s, Planck sabitidir.
Örneğin,
f = 1021
Hz olan bir γ-ışını foton enerjisi nedir.
E= 6.626 ×
10−13 Joule = 6.626 × 10−13 Watt-sec
E= 4.14 ×
106 eV= 4.14 MeV. ( 1 eV= 1,6.10-19
Joule)
Boş
uzayda, foton ışık hızında hareket eder ve onun
enerjisi ve momenti E=pc ile bağıntılıdır, p momentum
vektörünün büyüklüğüdür. Bu m=0 ile
relativistik bağıntı izlenerek türetilir. Kuantum alan
teorisinde, fotonun momentumu dalga boyu λ ve yayılma yönünü
belirleyen dalga vektörü ile tanımlanır. Işık
hızında ilerleyen bir parçacığın momentumu:
Bir
parçacığın enerjisi (Einstein formülü):
Bir fotonun
enerjisi (Planck formülü):
Foton da bir
parçacık olduğu için
O halde; fotonun
momentumu
Burada,
h: Planck
sabiti=6.63 x 10 -34 J.s
C:
ışık hızı=3108 m/sec dir.
k dalga
vektörüdür, k dalga sayısı olduğunda
Fotonun
yayılma yönünde momentumun büyüklüğü için:
Spin, içsel
açısal momentumdur ve yarı tamsayılı hbar birimlerinde
(tümü açısal momentumda olduğu gibi) nicelendirilir. Fotonlar, spin
1/2 olan elektronların aksine spin-1 parçacıklarıdır. Foton
enerji ve momentumun yanı sıra spin açısal momentumun da
taşıyıcısıdır, fotonun frekansına
bağlı değildir bu nicelik diğerlerinden farklı olarak,
fotonun spin büyüklüğü
Elektromanyetik
radyasyonun enerji ve momentum için klasik formülleri foton olayları
açısından yeniden ifade edilebilir. Örneğin, bir cisim üzerine
elektromanyetik radyasyonun basıncı cismin birim alan ve birim zaman
başına foton momentumunun aktarılmasından türetilir, çünkü
basınç birim alan başına olan kuvvettir ve kuvvet ise birim
zaman başına momentumdaki değişimdir.
Özet olarak
ışığın foton teorisine göre, fotonlar
·
Boş uzayda ışık hızında hareket ederler.
·
Sıfır durgun kütleye ve durgun enerjiye sahiptirler.
Durağan halde foton bulunmaz.
·
Fotonlar
·
Işıma absorbe edildiğinde ve
yayıldığında oluşurlar ya da yok olurlar.
·
Compton etkileşimiı olarak bilinen bir etkileşim içinde
elektron diğer parçacıklarla parçacık gibi etkileşirler.
(Çarpışırlar vb.) Compton efektinde, parçacıkların değişimi ile
saçılan ışığın rengi değişir yani
frekansını değiştirir.
·
Foton temel bir parçacık olduğundan başka bir temel
parçacığa bozunamaz.
Fotonlar
çok sayıda doğal süreç sonucunda yayılırlar. Örneğin,
bir yük ivmelendirildiğinde senktron ( yüklü parçacıkların
radyal olarak ivmelenmesi sonucu)
ışıması yayar. Diğer bir süreç ise daha
düşük bir enerji seviyesine bir molekül, atomik veya nükleer geçiş
sırasında, kızılötesinden gama
ışınlarına dek değişik enerji fotonların
yayımlanmasıdır. Bir parçacık ve onun
karşılığı olan bir antiparçacık
karşılaşıp yok olduğunda da (örneğin, elektron-pozitron yok olması) foton
yayılabilir.
Einstein
elektromanyetik yayınımını foton olarak
adlandırmış ve E enerjisine sahip olduğunu öne
sürmüştür ( E=hf ). Elektronların iletken metal içinde
bulunmalarını çekim kuvvetleri sağlar. Eğer fotonların
enerji değerleri elektronları metale bağlayan enerjiye eşit
ise elektron metalden kopabilir. Metal yüzeyine daha yüksek fekansda elektromanyetik dalga gönderilirse
elektronların kopmalarının yanı sıra bir miktar
kinetik enerjiye de sahip olurlar.
Kuantum
fiziğine göre atom altı parçacıklar (elektronlar, fotonlar)
yapı itibarıyla birbirlerinin kopyalarıdır. Bu
parçacıkları birbirinden ayıran özellikler bulundukları
konum ve hızlarıdır. Parçacıkların bu özelliği
kuantum fiziğinde tutsaklık
denilen birbirlerine dolanma fenomine
yol açar.
Bir elektronu
alır ve bu elektrondan foton üretirseniz boşlukta elektromanyetik
dalganın kuvvet taşıyısı olur. Alt yörüngeye geçen elektronu dış
etkenlerden tümüyle yalıtırsanız yalnızca birbiriyle
etkileşim içinde oldukları için kuantum fiziği
açısından bulanık bir durum ortaya çıkar, yani spinleri hem
yukarı hem de aşağı durumdadır. Bu iki parçacığı
birbirinden ayırıp birini milyonlarca kilometre uzağa gönderdiğinizde,
bunlardan biri yukarı spinde ise, diğerinin aşağı
spinde olduğundan emin olabilirsiniz. Kuantum dolanıklık ya da tutsaklık
fenomenine göre, tutsak olan yani birbirleriyle etkileşimde olan bu parçacıklar
birbirlerinden çok uzakta olsalar bile aralarında oluşan bilgi akışı
değişmez. Kuantum radar, aralarındaki ilişkinin
bilindiği iki parçacığın dolanıklığı
analiz edilere boşlukta ilerleyen hatta yansıyarak geri dönen
parçacığın değişimlerini tutsak tuttuğunuz
paraçaığı gözlemeyerek gözlemleyebilirsiniz. Kuantum
aydınlatma yöntemiyle denilen kuantum radarı ile uzaktaki nesneler ya
da gömülü cisimler hakkında bilgi edinilebilir.
Kuantum radarı,
parçacıkların dolanıklıklığı
özelliğinden dolayı boşlukta ilerleyen parçacık olan foton kayıplı
ve gürültülü bir ortam tarafından tahrip edildiğinde bile,
kalıntı korelasyon verilerini kullanabilen bir yöntemdir. Kuantum radarının
temel amacı hedef tespitidir. Burada göndericide elektromanyetik sinyal ve
rölantide bekleyen (tutsak) olarak adlandırılan ikili sistem
hazırlanır. Sinyal gönderilirken, rölantide bekleyen parçacık,
parlak arka plan gürültüsünün olduğu bir bölgede düşük
yansıtıcı bir nesnenin varlığını
araştırmak için tutulur. Sonrasında, nesneden gelen yansıma
rölantide bekleyen parçacık ile
ortak bir kuantum ölçümünde birleştirilir: mevcut nesne veya mevcut
olmayan nesne. Bu işlem birçok kez
tekrarlanır, böylece tam bir kuantum tespiti için alıcıda çok
sayıda sinyal-rölanti sistem çifti toplanır. Rölanti sistem ile
yansıyan sinyal sistemi arasındaki tutsaklık işlemi süreçte
tamamen kaybolabilir. Ancak, bu iki sistem arasındaki kalıntı
kuantum korelasyonları o kadar güçlüdür ki sadece başlangıç
sinyal-rölanti sisteminin tutsaklığı ile yaratılabilirler.
Yansıtılan sinyal, tutulan rölanti sistemi ile kuantum korelasyonlu
olduğu için, detektör tarafından alınan tüm diğer
ilişkisiz arka plan termal fotonlar arasında bile ayırt
edilebilir. Sistemlerin bu kuantum etkilemesi nedeniyle, kuantum
aydınlatmasının tespiti çok etkilidir. İşte kuantum
radarı tutsak elektronlar üzerinde bu yöntemle çalışılarak
nesneler tespit edebilmektedir.
İki
ayrı parçacığa A fotonu ve B parçacığı diyelim.
Radar A fotonlarını mikrodalga ışınıyla havaya gönderir.
B elektronları ise foton olarak ise sistemde tutsak edilir. A ve B
fotonları birbirleriyle etkileşiminden dolayı aralarında bilgi
akışı vardır. Bu sayede A fotonlarında meydana gelen değişiklikler,
radar sisteminde bekletilen B fotonlarına bakılarak gözlemlenebilir.
Yoğun arka plan gürültüsü veya sinyal karıştırma gibi
engeller bile A ve B fotonları arasındaki kuantum
korelasyonlarını yok edemez. Bu kuantum etkilemesi sayesinde radar
sistemi B fotonlarına bakarak A fotonlarının ne tür
değişikliklere uğradığını gözlemleyebilir ve
nesnelerin varlığı, konumları ve kimliğiyle ilgili tespitlerde
bulunabilir.
Kuantum
radarı yoğun arka plan gürültüsü olduğu durumlarda bile radar sistemi
kendi sinyalini seçebilecektir. Bu da, hayalet uçakları tespit etmesini ve
kasıtlı karıştırma (jamming) girişimlerini
filtrelemesini sağlayacaktır. Kuantum radar ilginç bazı yeni
özellikler de getirebilir. Birincisi, ışınlanmış parçacıklar
temas ettikleri yüzeylerle etkileşime girdikleri için hedefin materyalini
ve diğer özellikleri tespit edebilirler. Bu sayede radarda çok daha
detaylı bir görüntü elde edilebilir. Örneğin bir sahte hedef veya
tuzak ile gerçek bir savaş uçağı veya balistik füze ayırt
edilebilir. Hatta bu hedeflerin nükleer yük taşıyıp
taşımadığı bile belirlenebilir. Bunun önümüzdeki
dönemde füze savunma politikalarının belirlenmesi üzerinde önemli bir
etkisi olabilir.
Baughun
makinesi kuantum tutsaklık adı verilen bir fizik ilkesine göre foton
çiftleri üretiyor. Fotonlardan birinde meydana gelen değişiklik arada
çok büyük mesafeler olsa da anında hemen diğer fotona da
yansıyor. Kuantum aydınlatma olarak adlandırılan bu süreçte,
fotonlar kullanılarak
nesneleri izlemek, aslında akıllıca bir kavramdır. Bilinen
evrendeki hiçbir şey, tutsak bir sistemde gerçek zamanlı olarak bilgi
ileten ışık fotonlarından daha hızlı seyahat
edemez.
Yeni radar
cinsi, kanser hücreleri veya gizli kabiliyetine sahip uçaklar gibi düşük
yansıtıcılığa sahip nesneleri tespit etmek için
mikrodalga ve optik ışınlar arasında kuantum korelasyonu
kullanan bir hibrid sistemdir. Kuantum radar, geleneksel sistemlerden çok daha
düşük enerjilerde çalıştığından, NMR
taramaları dahil olmak üzere biyomedikalde bir dizi uygulama için uzun
vadeli bir potansiyele sahiptir. Cihaz, mikrodalga-optik dolaşma
yaratabilir (sinyal yayımı sırasında) veya bir mikrodalga
fırını optik ışınlara (nesneden yansıma
ışınlarının toplanması sırasında)
dönüştürebilir.
Kuantum
radarların başka bir yararı: çok az enerji yayarlar ve bu
nedenle tespit edilmesi zordur. Bütün çağdaş radarlar nesneleri
tespit etmek için elektromanyetik radyasyon yayar. Bu radyasyon radarın
kendisini tespit etmesini sağlar. Karanlık bir odada el feneri tutan
bir sürü insan olması gibi bir şey: el fenerinizi açmak diğer
insanları bulmanızı sağlar ancak el feneri
ışını doğrudan size geri dönerek
varlığınızı ve konumunuzu ortadan kaldırır.
Tespit
edilemezlik eksikliği, savaşta belirgin bir taktiksel avantaj sunar.
Dost bir kuantum radar, bir düşman uçağının uçuşunu
kendi varlığını açıklamadan tespit edebilir. Bu,
düşman savaş uçaklarının, savunuculara farkedilebilen yerel
radarları ve radyo sinyallerini savunmadan
sıkışmalarına neden olabilir. Korucuları, daha sonra
dost hava savunma füzeleri ve onları bekleyen savaşçılar
tarafından pusuya düştüler.
Teorik
olarak, iki karışık durum arasındaki özel ilişki,
mesafenin ne kadar uzakta olduğu önemli değil. Bunlardan biri
manipüle edildiğinde, diğeri hemen karşılık gelen
duruma geçecektir. Dolaşan tanecikler üzerinde yapılan pozisyon,
momentum, spin, polarizasyon gibi fiziksel özelliklerin ölçümlerinin uygun
şekilde ilişkili olduğu bulunmuştur. Örneğin, toplam
spinlerinin sıfır olduğu bilinen bir şekilde bir çift partikül
üretilirse ve bir partikülün belirli bir eksen üzerinde saat yönünde
dönüşe sahip olduğu bulunursa, o zaman diğer partikülün
dönüşü aynı ölçüldüğünde ölçülür. Eksen, kuantum ölçümünün
yapısından dolayı saatin tersi yönünde bulunur. Bununla
birlikte, bu davranış paradoksal etkilere yol açmaktadır:
herhangi bir partikül özelliğinin herhangi bir ölçümü, o partikül üzerinde
etkili olarak görülebilir (örneğin, üst üste binmiş bir durumun
çökmesiyle); ve dolaşmış tanecikler söz konusu olduğunda,
bu tür bir işlem dolaşmış sistemde bir bütün olarak
yapılmalıdır.
Heisenbergin
Belirsizlik İlkesine göre, bir parçacığın momentumu ve
konumu aynı anda tam doğrulukla ölçülemez (momentum
değişimi = kütle değişimi x hız değişimi). Bir
parçacığın konumu ne kadar doğru ölçülürse (yani konumunun
belirsizliği ne denli küçük olursa), momentumunun belirsizliği de o
kadar büyük olur. Heisenberg ayrıca belirli sistemlerin ölçümlerinin,
sistemleri etkilemeden, yani sistemdeki bir şeyi değiştirmeden
yapılamayacağını belirtti. Fizikte Gözlemci Etkisi olarak
bilinen ilkeyi kuantum seviyesinde kullanarak kuantum belirsizliğinin
fiziksel bir açıklamasını da yapmıştır. Yani
parçacıklara ışık tutularak bakılması bile
onların konumlarını ve hızlarını
değiştirebilir. Bu nedenle öncelikle dış etkenlerden
tamamıyla yalıtılmış bir ortamın varlığı
gerekir.
Dolanıklık
denen tutsak parçanın ileri - geri hakeketi ile ondan uzaklardaki foton
parçacığı arasında
var olan ilişkiye, ölçüm metotlarının olumsuz etkisi, olasılık
fonksiyonları yardımıyla kestirimsel hesaplanabilmektedir.
Olasılık yoğunluk fonksiyonlarındaki doğruluk
katsayılarının belirlenmesi iki parçacık arasındaki
ilişkinin yanı sıra gidip yansıyıp gelen (kedi gözü)
bilginin (Yansıtıcı cismin kuantum artıklarının)
belirlenmesini sağlayabilmektedir.
Yol
kenarlarındaki kedigözlerini (yansıtıcı lensler)
bilirsiniz, gecenin karanlığında otomobil farlarının
ışığını toplayarak güçlü bir şekilde geri
yansıtır ve siz yol kenarında kırmızı, sarı,
beyaz parlaklıklar görür ve güvenli ibr şekilde yolunuza devam
edersiniz. Kuantum radarları da benzer biçimde çok gürültülü bölgelerden
gelen küçük sinyal yansımalarının analizinde
duyarlılık arttırır.
Kuantum
dolanıklık; iki veya daha fazla sayıdaki atomaltı
taneciğin birbirlerinden uzakta olmasına bağlı
olmaksızın birbirleriyle eşzamanlı olarak
etkileşebileceğini başka bir deyişle
haberleşebileceğini ifade eder. Kuantum dolanıklık
durumunda paçacıklar arasında klasik olmayan (yani kuantum teorisi
ile açıklanmaya muhtaç) korelasyonlar vardır. Bu korelasyonlar (yani
etkileşimler sayesinde) klasik süreçlerde olmayan amaçları
gerçekleştirmek için kullanılabilecek kontrol edilebilir kaynaklar oluştururlar. Kuantum
dolanıklık kavramının ortaya çıkısına
öncülük eden çalışma
Einstein-Podolsky-Rosen 1935
makalesidir. Mesela iki farklı sistemden oluşmuş bir
bilesik sistemin sahip oldugu kuantum durumlarında, altsistemlerin
durumları arasında korelasyon varsa iki sistemin
dolanıktır.
Dolanık
durumlar daha çok elektronlar ve fotonlarla elde edilmeleri yanında
atomlar, çekirdekler ve diger iyonlar için de geçerlidir.
Bir
fiziksel sistemin durumunu açıklamak için konumunun, hızının,
ivmesinin, yönünin ve ona etkiyen ya da ondan etkilenen kuvvetlerin bilinmesi
gerekir. Bilgiler sayısaldır ve başlangıç
koşulları önemlidir. Bir dinamik sistemin şu anki durumu biliniyor
ise, sonraki ya da önceki bir zamandaki durumu da bilinmek istenir. Eğer
denklem sistemi bir hareketi temsil ediyorsa, tanımlanan fonksiyon o
hareketin yörüngesidir. Farklı başlangıç noktaları
farklı fonksiyonlar seçer; yani farklı başlangıç
noktaları hareketler için farklı yörüngeler belirler. Bu olgunun,
kelebek etkisiyle yakın ilişkisi vardır.
Determinizm,
evrenin veya evrendeki olayların ya da bir bilimsel disiplinin
alanına giren tüm nesne ve olayların önceden belirlenmiş
olduğu, onların öyle olmalarını zorunlu kılan
birtakım yasa veya güçlerin etkisiyle meydana geldiklerini ileri süren
öğretiye verilen addır. Determinizm, bir fiziksel sistemin
şimdiki durumu, önceki durumunun sonucudur der. Bu cümleye bakarak her
olay ve hareketi önceden belirlemek mümkündür varsayımında bulunuruz.
Determinizmin klasik öğretisini, XVIII. yüzyılda Pierre-Simon Laplace
ortaya koymuştur. Laplace'a göre, evrenin bugünkü durumu, önceki durumunun
bir sonucu ve bundan sonraki durumunun ise bir nedenidir. Klasik fizikçi
açısından, Halley kuyruklu yıldızının 2061
yılında yeniden dünyayı ziyaret edeceğini kesinlikle
öngörebilmek ya da gelecek güneş tutulmasının ne zaman
olacağını ve dünyanın neresinden en iyi görüneceğini
şimdiden şaşmaz biçimde hesaplayabilmek, determinizmin
yadsınamaz zaferidir. Determinizmin uygulanabilmesi için, sistemin
analitik çözümüne ve iyi belirlenmiş başlangıç
koşullarına gereksinim vardır. Çok kolaymış gibi
görünen bu iş, gerçekte pek çok sistem için imkansızdır. Bu
imkansızlık kaos diye anılan fenomenleri yaratır.
Bir uyduyu
Dünya çevresine yerleştirmek istesek, istediğimiz uzaklıktaki
bir yörüngeye yerleştirebiliriz. Klasik fizik yasaları, bize kesin
öngörme olanakları verir. Örneğin bir roketin ateşlendikten
sonra izleyeceği rotayı, bir süre sonra varacağı
noktayı kesin olarak hesaplayabiliriz. Roketin hızını ve
rotasını etkiyebilecek değişkenleri daha duyarlı
ölçersek hesaplarımız daha doğru olur. Gerçekte
erişebileceğimiz doğruluğun sınırı yoktur.
Klasik fizikte hiçbir şey şansa bırakılmaz, fiziksel
davranışlar önceden tahmin edilebilir. Oysa modern fizikte fiziksel
davranışlar, olasılıklar açısından öngörülebilir.
Laplace'ın
önerdiğine göre, öyle bir bilimsel yasalar takımı
olmalıydı ki, yalnızca bir an için evrenin tümünün durumunu
bilirsek evrende olup bitecek her şeyi hesaplayabilirdik, örneğin,
güneşin ve gezegenlerin bir andaki hızlarını ve
konumlarını biliyorsak, Güneş sisteminin başka zamanlardaki
durumunu Newton'ın yasalarını kullanarak hesaplayabilirdik. Bu
bağlamda belirlenirlik oldukça açık gözüküyor ama Laplace bununla
kalmayıp insan davranışları da içinde olmak üzere her
şeye hükmeden benzeri yasaların var olduğunu ileri sürdü.
Belirsizlik
ilkesi 1927 yılında Werner Heisenberg tarafından öne sürüldü.
Kuantum fiziğinde Heisenberg'in Belirsizlik ilkesine göre, bir
parçacığın momentumu ve konumu aynı anda tam
doğrulukla ölçülemez (momentum değişimi = kütle
değişimi x hız değişimi). Belirsizlik ilkesini daha da
genellenmiş olarak anlatmak istersek şunları söyleyebiliriz.
Kökleşik (klasik, deterministik) fizikten ayrı olarak Kuantum
fiziğinde her fiziksel niceliğe denk gelen bir reel sayı
değil, bir işlemci vardır. Bu işlemciler, kökleşik
mekanikten ayrı olarak sayısal değerler ile değil matrisler
ile temsil edilir. Dolayısıyla, kuantum mekaniğinde ölçülen fiziksel
niceliğin ölçüm sırası önemlidir. Herhangi iki fiziksel niceliği
(örneğin: konum ve momentum) ele alalım. Eğer bu fiziksel
niceliklere denk gelen iki işlemci yer değiştiremiyorsa bu iki
niceliğin aynı anda ölçülmesi olanaksızdır. Bu durumda
kesin sonuçlardan değil, bir ortalama değer yakınlarında
dalgalanan değerlerden söz edebiliriz
Bir
elektronun yerini tespit edebilmek için dalga boyu kısa olan
ışınlara ihtiyaç vardır. Bu ışınlar da
enerji parçacıklarından (fotonlardan) ibaret olduğundan,
elektrona çarparak onun yerini değiştirirler (Compton Olayı).
Elektrona çarparak onu etkilememesi için fotonları çok küçük ve dalga boyu
uzun olan ışınların kullanılması gerekir. Bu
suretle elektronun hareketinde önemli bir değişme olmayacaktır.
Fakat uzun dalgalı ışınlar kuvvetli bir görüntü
sağlamadığından, ancak çok belirsiz bir görüntü elde
edilir. Şu halde, bir elemanın yerini tespit etmek mümkün
değildir. Genel ifadeyle; birbirine bağlı iki büyüklük aynı
anda, yüksek duyarlılıkla ölçülemez (birinin ölçülmesindeki
duyarlılık arttıkça diğerinin ölçülmesindeki
duyarlılık azalır). Enerji-zaman, açısal konum-açısal
momentum, konum- momentum bu fiziksel büyüklükler olup, bu iki büyüklüğün
ölçüm hatalarının çarpımı Planck sabitine büyük
eşittir. Genel olarak, tanecik mekaniği bir gözlem için tek ve kesin
bir sonuç öngörmez. Bunun yerine, birtakım olası sonuçlar öngörür ve
her birinin ne kadar olası olduğunu söyler. Tanecik mekaniği
böylece bilime kaçınılmaz bir bilinemezlik ya da gelişigüzellik
öğesi sokmaktadır.
1920'lerde
Niels Bohr ve Werner Heisenberg, atomlardan daha küçük (atomaltı)
taneciklerin davranışlarının ne dereceye kadar
belirlenebileceğini görebilmek için düşünsel (hipotetik) deneyler
tasarladılar. Bunun için taneciğin konumu ve momentumu gibi iki
değişkenin ölçülmesi gerekliydi. Tanecik ya da parçacık şu
anda nerededir? Kütle ve hız çarpımı nedir? Onların
eriştiği sonuca göre ölçümde daima bir belirsizlik
olmalıydı ve bu belirsizliklerin çarpımı Planck sabitinin 4
pi'ye bölümüne eşit veya ondan daha büyük bir sabit oluyordu. Heisenberg
belirsizlik ilkesi diye anılan bu ilkeye göre: bir taneciğini konumu
ve momentumu aynı anda tam bir duyarlılıkla ölçülemez.
Örneğin bir taneciğin konumunu kesin şekilde belirleyecek bir
deney tasarlasak, onun momentumunu duyarlı şekilde ölçemeyiz;
momentum belirlenebiliyorsa bu kez de taneciğin konumunu belirleyemeyiz.
Basit bir deyişle, eğer bir taneciğin nerede olduğunu kesin
olarak biliyorsak, aynı anda taneciğini nereden geldiğini veya
nereye gittiğini kesin şekilde bilemeyiz. Benzer şekilde bir
taneciğini nasıl hareket ettiğini biliyorsak onun nerede
olduğunu belirleyemeyiz. Bir parçacığın momentumunun ya da
konumunun ayrı ayrı belirlenmesinde bir sınır yoktur. Ancak
momentum ve konum aynı anda yani aynı dalga fonksiyonu için belirlenmesinde
temel bir sınır vardır. Atomaltı dünyada nesneler, daima
belirsizliklere neden olmalıydı. Neden böyle olması gerekiyordu?
Hidrojen
atomundaki elektronu "görmek" ve hareketlerini "izlemek"
istiyoruz. Bir mikroskop kullanmak zorundayız. Mikroskopta görmek
istediğiniz en küçük taneciği görebilmek için tanecik boyutu ile
ışığın boyutu aynı olmak zorunda. Görünür
ışıktan yararlandığımız normal bir
mikroskopta görülebilecek en küçük boyut yaklaşık 1000 nm dir. Bir
elektron mikroskobunun çözümleme gücü ise yaklaşık 1 nm dir.
Elektronu görünür ışıkla göremeyiz . Çünkü görünür
ışığı, hidrojen atomuna gönderdiğimizde elektron,
atomdan kopup gider; yani görünür ışık hidrojen atomunu
iyonlaştırır. Yapabileceğimiz tek şey var: Dalga boyu
daha küçük ışık seçmek. Durum yine değişmiyor. Çünkü
elektrona çarpan fotonlar, elektronunun atom içindeki "konumunu" ve
"hızı"nı değiştiriyor. Ve biz elektronu asla
atomdaki gerçek konumunda göremiyoruz. Ayrıca elektrona çarpan foton,
elektronun hızını ve buna bağlı olarak momentumunu
(kütle ile hızın çarpımını) değiştirir. Biz
bu değişmiş olan nicelikle
karşılaşırız.
"Heisenberg'
in belirsizlik ilkesi, bir sitemin durumunun tam olarak ölçülemeyeceğini,
bu yüzden onun gelecekte tam olarak ne yapacağı konusunda kestirimde
bulunulamayacağını göstermiştir. Tüm yapılabilecek şey,
farklı sonuçların olasılıkları hakkında
kestirimde bulunmaktır. Einsteni o kadar huzursuz eden şey,
işte bu şans ya da rasgelelik unsuru idi. Albert Einstein, fiziksel
yasaların, gelecekte ne olacağına ilişkin belirli,
muğlak (belirsiz) olamayan bir kestirimde bulunulmasına inanmayı
reddetti. Fakat, nasıl ifade edilirse edilsin, kuantum olayı ve
belirsizlik ilkesinin kaçınılmaz oldukları ve fiziğin her
dalında onlarla karşılaşıldığı
konusunda her tür kanıt vardır." Foto elektrik olayın tam
sonuçları, 1925 de Werner Heisenberg' in açıklamasıyla
anlaşıldı. Foto elektrik olay, bir parçacığın
konumunu tam olarak ölçme olanağı tanıyordu.
Örneğin
bir şeyin hareketinin onun ağırlığını
etkilemeyeceğine inanılıyordu. Eğer bir topacı
döndürür ve tartarsanız ve sonra onu durdurduğunuzda
tartarsanız, aynı ağırlıkta olduğunu görürsünüz.
Bu bir gözlemin sonucudur. fakat bir şeyi, ondalık basamakların
çok küçük bölümlerinde, milyarda bir bölümlerinde tartamazsınız. Biz
şimdi biliyoruz ki, dönmekte olan bir topaç, durmakta olan bir topaçtan
milyarlardan küçük birkaç bölüm kadar daha ağır gelmektedir.
Eğer topaç, saniyede 186.000 mile yakın bir hızda
döndürebilirse, ancak o zaman topacın
ağırlığındaki artış fark edilebilir duruma
gelebilecektir. İlk deneylerde topaç saniyede 186.000 milden
aşağıdaki hızlarla çevrilmişti. O durumda dönen
topacın kütlesiyle dönmeyen topacın ki tam olarak aynı
görünüyordu. Ve birisi, kütlenin asla değişmeyeceği tahmininde
bulunmuştu. Her bilimsel yasa, her bilimsel ilke, bir gözlemden elde
edilen sonuçların her ifadesi, detayları dışta bırakan
bir tür özettir. Çünkü hiçbir şey tüm ayrıntılarıyla ifade
edilemez. Topaç örneğindeki adam, sadece yasayı şu şekilde
ifade etmesi gerektiğini unutmuştu; "Bir cismin kütlesi, cismin
hızı çok yüksek düzeylere çıkmadıkça fazla
değişmez."
Öte yandan
dönmekte olan bir topacın kütlesi üzerindeki bu etki çok küçüktür ve bu
nedenle de "Oh, bu etki herhangi bir farklılık
yaratmıyor" diyebilirsiniz. Fakat doğru olan ya da en
azından ardışık süzgeçlerden geçmeyi sürdüren ve çok daha
fazla gözlemle geçerliliğini devam ettiren bir yasa formüle etmek, büyük
bir zekayı, imajinasyonu ve felsefemizin, uzay ve zaman
anlayışımızın eksiksiz bir şekilde
yenileşmesini gerektirir. Ben rölativite teorisine atıfta
bulunacağım. Rölativite teorisi, ortaya çıkan zayıf
etkilerin, daima çok devrimci düşünce modifikasyonlarını
gerektirdiğini göstermiştir.
Henri
Poincaré 1900 yılında, güneş sisteminin hareketini belirleyen
denklem sisteminin çözümünün başlangıç koşullarına hassas
bağımlı olduğunu, başlangıç
koşullarının asla doğru olarak
saptanamayacağını, dolayısıyla güneş sisteminin
kararlı olup olmadığının belirlenemeyeceğini
gösterdi. Bu öngörülemez durum için kaos terimini kullanan ilk kişi de
odur.
Fizikçilerin
kaos terimine yükledikleri anlam: Başlangıç koşullarına
hassas bağımlılık. Bunu ifade eden güzel bir deyim
vardır: Çinde bir kelebek kanat çırparsa Teksas da kasırga
olabilir. Söylenmek istenilen şey, başlangıç
koşullarındaki çok küçük değişim sistemin
davranışında çok büyük fark yaratabilir.
Davranışı önceden öngörülemeyen dinamik sistemleri ya da
onların davranışları kaos olarak nitelendirilir. Çin de
kanat çırpan kelebeğin nasıl olup da Teksas da kasırga
yaratacağını açıklayan matematiksel modelden çok, Teksas da
olan kasırgayı Çinde hangi kelebeğin hangi kanat
çırpışıyla yarattığı ya da
yaratacağı bilinmek istenir. Günün birinde kaos bir bilim olacaksa,
matematikçiler o kelebeği bulmak zorundadır.
Belirsizlik,
nedenini bilememek, sonuçları tahmin edememek, sistemi anlayamamak,
herhangi bir fikir yürütememek, sorulara cevap verememek, verilen cevaplarla
tatmin olamamaktır.
Heisenberg
1926da yayınladığı makalesinde Belirsizlik İlkesini
ortaya koymuştur ve bir bakıma Laplace'ın teorisini
çürütmüştür. Heisenberg'in ulaştığı sonuç şuydu:
Doğada hiçbir partikülün kesin olarak konumu ya da hızı
bilinemezdi. Çünkü bilim adamı bir partikülün yerini bulmak için üzerine
ışık tutuyordu ve partikül ile ışık dalgası
kesiştiği zaman parçacığın konumunu
belirleyebiliyordu. Ama bu sırada istenmedik bir sonuç da ortaya
çıkıyordu, ışık ve partikül kesişinceye kadar
partikülün hızı bilinemeyeceği için partikülün hızı
belirsiz bir şekilde değiştirilmiş oluyordu. Bu da
partikülün hem hızının hem konumunun aynı anda
bilinemeyeceğini gösteriyordu, fiziksel dünyada her zaman bir belirsizlik
vardı. Böylece modern kuantum fiziği doğdu Schrödinger de
aynı olayı şu felsefi soruyla açıklamaya
çalışmıştır: Bir kediyi, radyoaktif bir atom, bir
şişe içinde siyanür gazı ve enerji aldığı anda
çalışmaya başlayan bir çekiçle aynı kutuya koyarsan ne
olur? Eğer radyoaktif maddeye kedinin kuyruğu değerse çekiç
çalışacak, şişeyi kıracak ve kedi ölecektir. Ama
eğer radyoaktif madde hareketlenmezse kedi yaşayacaktır. Ama
bilim adamı kutuyu açana kadar atom ne hareketli ne de hareketsizdir, iki
olasılığın da birleşimidir. O zaman kutu
kapalıyken kediye ne olur?
Schrödinger'in Kedisi olarak bilinen bu
teoriyi şöyle yorumlayabiliriz; biz kutuyu açana kadar kedi hem ölü hem de
canlıdır, ancak kutu açıldığında iki durumdan
birinde ya da diğerindedir, olmak zorundadır. Bu da partikülün, biz
konumunu tespit edene kadar nasıl belirsiz, ya da aynı anda iki
yerde, olabileceğini açıklıyor. Bu durumda şeytan teorisi
geçersiz kılınmış oluyordu, çünkü herhangi bir anda
evrendeki parçacıkların yeri belirsizdir ve konumlarını
tespit etmek olanaksızdır.
Sistemin
herhangi bir zamandaki çıktısı,
Diğer bir anlatımla eğer bir
sistemin çıkışı, şu anki girişi dâhil olmak üzere
önceki değerlerine bağlı ise sisteme nedensel (causal) sistem
denir. Tüm gerçek
zamanlı fiziksel sistemler nedenseldir; çünkü zaman sadece ileriye
akar.
"Bundan
sonra, dolayısıyla, bundan dolayı" olarak başlayan
cümlede, bir diğerini takip eden bir olay bir önceki olayın gerekli
bir sonucu olarak görülür.
A ve B ile
ilişkili iki olay için, olası farklı ilişkiler şunlardır:
A, Bye neden olursa doğrudan nedensellik;
B, Aya neden olursa ters nedensellik;
A ve B ortak bir nedenin sonuçlarıdır, ancak birbirlerine
neden olmazlar;
A ve B'nin her ikisi de (açık veya üstü kapalı) koşullu Cye neden olur;
A, Bye neden olursa ve Bde Aya neden olursa çift yönlü veya döngüsel nedensellik;
A, B'ye neden olan C'ye neden olursa dolaylı neden;
A ve B arasında bağlantı yoktur; korelasyon bir
tesadüf.
Öte yanda bir
sistemin çıkışı, girişin sadece o andaki değerine
bağlı ise bu sisteme belleksiz sistem denir. Bir sistemin
çıkışı, girişin önceki ve/veya sonraki
değerlerine bağlı ise bu sisteme bellekli sistem denir. Gecikme,
öteleme sinyalin girişi ile ilgili olmadığı durumlar için sistem belleksizdir. Çünkü
zamanda gecikme ya da öteleme sinyalin giriş değildir.
Kütle ve
hızın çarpılmasıyla bulunan bir değer olup cisimlerin
enerjisinden ortaya çıkan bir harekettir. Açısal momentum ile
karıştırılmamalıdır. Enerjinin
aktarılma yönünü gösterir. Momentum, hareket eden kütlenin bir ölçümüdür:
ne kadar harekette ne kadar kütle olduğudur.
Örneğin,
hareketli bir nesne, yere göre sabit bir noktaya göre seçilen bir gözlem
çerçevesinde momentumu olmasına rağmen, kütle merkezine
iliştirilen bir gözlem çerçevesinde ise sıfır momentumu
vardır.
Bir
nesnenin sahip olduğu momentumun miktarı, iki fiziksel büyüklüğe
bağlıdır: Kütlesi ve o gözlem çerçevesindeki hızı.
Fizikte, momentum için kullanılan sembol genellikle kalın P harfidir (kalın
yazılmasının nedeni vektör olmasındandır.); böylece
şöyle ifade edilebilir;
P=m x v
burada P momentum, m kütle ve v
hızdır.
Newtonun
ikinci yasasına göre, bir parçacığın momentumunun
değişim hızı, parçacık üzerine etki eden net kuvvetle
doğru orantılıdır ve yönü ise bu net kuvvetin yönündedir.
Net kuvvetin, momentumdan türetilmesi aşağıdaki gibidir.
burada
Fnin net kuvvet olduğu anlaşılmalıdır.
Örnek: yine
bir model uçak, 1 kg kütleli, 1 s içinde kuzeye doğru sıfır
hızdan 1 m/s hızına ivmelensin. Bu ivmelenme için gerekli kuvvet
1 newtondur. Momentumdaki değişim 1 kgm/sdir. Kokpitteki pilot için
ise momentumda bir değişim yoktur. İvmelenme sırasında
pilotun sırtının koltuğa yapışması, bu
itme'ye tepki kuvvetine karşı dengelenmedir.
Isı
enerjisinin bir yerden başka yere transfer olmasına
ısının ışıma ya da radyasyon yoluyla
yayılması denir. Moleküllerin titreşimleri nedeniyle mutlak sıfırdan
daha sıcak bütün cisimler sıcaklıklarından dolayı
çevrelerine ışıma yaparak etraflarına ısı
yayarlar. Isının yayılma yolları iletim, konveksiyon ve
ışımadır. İletim, birbiriyle doğrudan temas
halinde olan sistemler arasında ısının
aktarılmasıdır. İletim ve konveksiyon maddenin
taneciklerinin etkileşmesiyle, ışınım elektromanyetik
dalgalarla enerjinin yayılmasıdır.
Isınan
tüm maddeler sıcaklığına bağlı olarak çevreye
elektromanyetik ışıma şeklinde enerji yayar.
Sıcaklığı arttıkça bir maddenin yaydığı
ışıma miktarı da artar. Ayrıca tüm maddeler
elektromanyetik ışımayı soğurur. Güneşin
yaydığı ışıma enerjisi yeryüzü tarafından
soğrulur. Elektromanyetik dalgalar boşlukta yayılır. Bu nedenle
Güneş Dünyadan 150 milyon kilometre uzakta olmasına rağmen,
Güneşin enerjisi Dünyaya ulaşır.
Sıvı
ve gaz gibi akışkan maddelerde enerji bir bölgeden başka bir
bölgeye konveksiyon (taşıma) yoluyla aktarılır.
Akışkanın bir bölgesindeki iç enerjisi yüksek olan tanecikler
bütün olarak iç enerjisi daha düşük olan başka bir bölgeye doğru
hareket eder. Çünkü sıcaklık arttıkça sıvı ve gazlar
genleşir, hacimleri artar. Hacimleri arttığı ve kütleleri
değişmediği için öz kütleleri azalır.
Sıcaklığı artıp öz kütlesi azalan akışkan
yükselir, daha soğuk ve öz kütlesi daha az olan akışkan
alçalır.
Fransız
bilim insanı, Nicolas Leonard Sadi Carnot (1796 1832) ısı ve
hareket bilimi olan termodinamik konusunda çalıştı. O
yıllarda buhar makineleri sayesinde İngiltere hem askeri hemde
ekonomik açıdan büyük bir üstünlüğe sahipti. Çünkü İngilizler
buhar gücünü kullanmada uzmalaşmışlardı. Nicolas buhar
makinesinin nasıl çalıştığını anlamaya ve
bunu Fransanın yararına kullanmak için çalışmalar
yaptı. Ona göre ateşli ve buharlı makinlerin nasıl
çalıştığını çok iyi anlamak gerekliydi. 1824
yılında yazdığı Ateşin Hareket Gücü Üzerine
Düşünceler adlı 60 sayfalık kitabında ısı
makinelerinin çalışması üzerine tüm temel yasaları ortaya çıkardı. Nicolas, ısının
sıcaktan soğuğa doğru akan bir tür su benzeri nesne
olduğuna inandı. Bu akışkanlık yararlı işler
için kullanılabilirdi. Isı motorunu çalıştırmak için
ısı kaynağı ile soğuk ortam arasındaki
sıcaklık farkını artırmak yeterliydi. Buhar makineleri
yerine sıcaklık ile soğuk arasındaki enerji
akışını kullanarak ısı motorlarının
çalıştırılacağını keşfetti. Isı
makinlerinin yeni bir bilim dalı olması sağlandı,
termodinamik. Araba motorları, jet motorları inanılmaz yüksek
sıcaklıkta ve verimli çalşıyorlar.
Nicolas
ısı motorları konusundaki fikirlerinin dünya üzerindeki
inanılmaz etkilerini göremedi. 19 uncu yüzyılın ortalarına
dek bilim insanları ve mühendisler farklı enerji türlerini birbirleri
ile ilişkilendirmeye çalıştılar. Belirli bir enerji
türünden başka bir enerji türü nasıl elde edilebilir? Sözgelimi 30 mililitre
suyu bir santigard ısıtmak için gerekli enerji miktarı 12.5
kglık ağırlığı bir metre kaldırmak için
gerekli olan enerjiye eşittir. Mekanik ve ısı farklı
şeyler olsa da ikisi de aynı şeyde birleşiyordu, enerji. Bu
fikir termodinamiğin birinci kanunu olarak bilinir.
Termodinamiğin
Sıfırıncı Yasası, termal denge kavramına
dayanmaktadır: İki ayrı cisim bir üçüncü cisimle
ısıl dengede ise birbirleriyle de ısıl dengededir. Bu
ifade, temas halinde olan cisimlerin ısı alış
verişinde bulunduklarını ve belirli bir süre sonunda da termal
dengeye gelerek aynı sıcaklıklara sahip olacaklarını
söylemektedir.
Birinci kanun, enerjinin asla
yaratılamıyacağını, yok edilemiyeceğini; bir
türden diğerine değiştiğini gösterir. Enerji var iken yok, yok iken de var
edilemez, ancak bir halden diğer bir hale dönüştürülebilir. Eğer
bir sistem ya da obje enerji kazanırsa bu enerji mutlaka
dışardan bir yerden gelmek zorundadır. Enerji türlerinin tümüyle
ısıya dönüştüğünü deneysel olarak gösteren Joule, 1840
yılında 1 callik ısının 4,184 J değerindeki
işe eşit olduğunu bulmuştur.
Termodinamiğin
İkinci Yasası: Enerjinin tamamı faydalı işe
çevrilemez, bir kısmı sistemin içsel bütünlüğünü korumak için
kullanılır. İkinci yasaya göre, herhangi bir süreçte
bir sistem ve çevresindeki entropi değişimi ya sıfır yada
pozitiftir. Mekanik işe
çevrilemeyecek termal enerjiyi temsil eden termodinamik terimine entropi denilir.
Bir sistemdeki düzensizliğin ifadesidir. Termal bir işlem varsa entropi ya
sıfıra eşit olur ya da pozitif değer alır. Gündelik
hayatta sadece termodinamikte değil, istatistikten
teolojiye birçok alanda kullanılır.
Evrenin
entropisi sürekli artma eğilimindedir. Termodinamiğin ikinci kanununa
göre ısı, ancak sıcak bir kaynaktan daha soğuk bir
kaynağa doğru kendiliğinden akar ve akan ısı
miktarının bir kısmını işe çevirmek mümkündür.
Bir ısı kaynağından iş üretebilen makinalara Isı
Makinaları denir. İş verilerek bir ortamdan
ısının uzaklaştırılmasını sağlayan
makinalara Soğutma Makinaları denir. Isı
pompaları ve klimalar da birer soğutma makinalarıdır.
Termodinamiğin
ikinci kanunu için en yaygın iki görüş vardır. Bunlar Kelvin-Planck
ifadesi ile Clausius ifadesidir. Kelvin-Planck
ifadesine göre, hiçbir ısı makinesi sadece bir ısıl enerji
deposuyla ısı alış verişinde bulunup net iş
üretemez. Clausius ifadesine göre ise soğuk bir cisimden daha sıcak
bir cisme çevreden iş almadan ısıl enerji aktaran bir makine
yapılamaz.
Termodinamiğin
üçüncü kanunu, mutlak sıfır sıcaklığındaki
maddelerin entropisi ile ilgilidir ve esas olarak mükemmel bir kristal maddenin
mutlak sıfır sıcaklığındaki (-273C°) entropisinin
sıfır olduğunu ifade eder. Bu kanunla entropi için
başlangıç değer şartları belirlenir. Mutlak
sıfır, bir cismin keyfi olarak yakınlaşabileceği,
ancak asla erişemeyeceği bir sıcaklıktır. Laboratuarda
2.0 x 10-8 K kadar düşük sıcaklıklar elde edildi, ancak mutlak
sıfıra ulaşılamadı. Termodinamiğin Üçüncü
Yasası şu temel yargıyı ifade etmektedir: Bir nesnenin
sıcaklığını sonlu sayıda aşamada mutlak
sıfıra indirmek olanaksızdır.
Ondokuzuncu
yüzyılda bilim insanları evrendeki enerji miktarının sabit
olduğunu çıkardılar. Bir ısı moturunda enerji
yaratılmamıştı, aslında ısıdan mekanik
işe dönüştürülmüştü. Burada yanıtlanması gereken soru:
Bir enerji türü diğerine dönüştüğünde tam olarak ne olur, daha doğrusu
bunu niye yapar? Termodinamiğin ikinci kanununu geliştiren, Alman
bilim insanı, Rudolf Claus (1822-1888), termodinamiğin matematik
analizini yaptı. Evrende sabit miktarda enerji olduğunu anlamakla kalmadı;
enerjinin çok katı bir kuralı takip ettiğini de gördü.
Örneğin ısı şeklineki enerji belirli bir yöne doğru
hareker ediyordu. Sıcak bardaktaki suya dokunulduğunda ısı
ele geçer ve bardaktaki su soğur. Nesneleri daha sıcak yapmak için başka
bir şey yapmak gerekir. Enerji kendi başına
bırakıldığında daima yoğun olandan
dağınık olana doğru gider. Bilim, daima
başkalarının gördüğü şeyleri görmek ama kimsenin
düşünmediğini düşünmektir. Isı kendilğinden
soğuk bir vücuttan sıcak bir vücuda akmaz. Claus bunun nedenini
düşünmüş. Claus, enerjinin
nasıl nakledildiğine yönelik tüm fikirleri bir araya getirmiş
matematik bir yapı içine koymuş. Isı sıcak bir bedenden
soğuk bir bedene doğru giderken entropi daima artar,
Entropi
ısının nasıl yayıldığını veya
dağıldığını ölçmeye yarıyor. Sıcak
nesneler soğurken entropileri artar. Soyutlanmış bir sistemde bu
işlem geri çevrilemez. Evrende entropi sürekli olarak artmaktadır,
önlenemez. Bu termodinamiğin ikinci yasası olarak bilinir. Isı
veren herşey bir şekilde birbirleri ile
bağlantılıdır. Isı veren herşey geri döndürülemez
işlemin bir parçasıdır. Bu bir yayılma ve dağılma
işlemidir. Entropiyi artırma işlemidir. Victoria döneminde bilim
insanları sıcaklığın nakledilebildiğini, taşınabildiğini
ve genişleyerek tüm evren yayıldığını
göstermişler.
Ondokuzuncu
yüzyılın ortasında bir tartışma başladı,
entropi tam olarak neydi? Neden hep yükseliyordu? Bu sorulara yanıtı
Ludwig Boltzmann ( 1844 -1906) verdi.
Boltzmann diğer bilim adamlarına benzemiyordu. Büyük
sanatçılarda gördüğümüz mizaca sahipti. Mantıksal ve analitik
düşünüyordu. Matematik dışında müziğe de tutkusu
vardı. Harika bir piyanistti. Vargnerin büyük ve dramatik
operalarına ve Beethovenun saf duygusallığına
hayrandı. Matematikci olarak gerçekliği tarif etti. Boltzmanna göre
eğer bir nesne sıcak ise atomları çok daha hızlı
hareker eder. Dünyaya atomlar açısından bakmak. Bir problem
vardı: Küçük bir hacim gazdaki inanılmaz sayıdaki atom
nasıl incelene bilirdi? Atomlar sürekli birbirlerine çarpıyor,
hız ve yön değiştiriyorlardı ve sayıları çok fazlaydı. Boltzmann çözümü imkansız olan bu
problemi çözmenin bir yolu olduğunu gördü. Herbir atomun tek tek
hareketlerini anlamaya çabalamak yerine atomların belirli hızlarda
belirli yönlende hız alabilecekleri teorisi üzerine çalışmaya
başladı. Boltzmann kendini maddenin içine nakletti. Onu tarih edecek
matematiksel yapıyı hayal ederek buldu. Çağdaşları
onun fikirlerine inanılmaz bir düşmanlıkla baktılar.
Günümüzde atomların varlığı tüm maddelerin küçük
parçacıklardan oluşması fikri sorgusuz kabul ettiğimiz bir
şey. Fakat Boltzmannın döneminde birçok fizikçi bu fikri kabullenmek
istemiyordu. Atom nasıl gerçek olarak görüle bilirdi? Atomun
varlığına inanmıyorlardı. Boltzmann, evrenin atomik
yapı üzerine kurulmuş olabileceğini ve olasılık matematiği
ile anlaşılabilir olacağını gördü. Boltzmann, termodinamiğin
ikinci kanunlarının atomu açıklayabileceğini gördü. Atomların
entropinin ne olduğunu ve neden daima artığını
açıklayabilecek güçleri vardı. Bütün nesneler çok daha küçük
atom ve moleküllerden oluşuyordu. Sıcak nesnelerin yanlız
bırkıldığında ya da soğuk bir ortama temas
ettiğinde neden hep soğudunun gerçek sebebini buldu. Sıcak
metal bir blok düşünün içindeki atomlar sürekli titreşim
halindedirler. Atomlar titreşirken kenardaki atomlar enerjilerinin bir
kısmını temas halindeki diğer nesnenin atomlarına
transfer edeceklerdir. Böylece ısı enerjisi yavaş ve çok
doğal bir şekilde çevresine yayılacak ve azalacaktır.
Boltzman sistemin düzensiz halini hesaplamamızı sağlayan bir
dizi formül ortaya çıkardı.
Bu
formüldeki S entropi, k Boltzmann sabiti ve W olayın veya durumun
oluşma olasılığıdır. Boltzmann sabiti k= 1.380 658(12) x 10-23
J/K = 8.617 385(73) x 10-5 eV/K dir.
Bu
denklemin anlamı şudur. Evrendeki herşeyin karmaşık
ve düzensiz olması için derli toplu ve düzenli olmasına göre daha
fazla yöntem vardır. Evendeki her şey düzenli halden
düzensizliğe doğru hareket eder. Düzensizlik herşeyin kaderi.
Claus,
entropi denen şeyin sürekli artığını
göstermişti. Boltzmann entropinin
aynı zamanda düzensizliğin ölçüsü olduğunu bulmuştur.
Entropi her şeyin kötü bir hale geldiğinin açıklamanın
teknik bir yoluydu. Ölümünden bir kaç yıl sonra, yaşarken
saldırıya uğrayıp aşağılan fikirleri kabul
edildi. Onun fikirleri yeni bir bilimsel temel
haline geldiler. Değişim ve bozulma işlemi
kaçınılmaz. Entropi yasası da evrenin bir maksimum
enerji seviyesine maksimum düzensizlik seviyesine
ulaşacağını söylüyor. Evrenin kendisi de bir gün ölmek
zorunda.
Eğer
her şey bozuluyorsa her şey düzensiz hale geliyorsa nasıl var
olduğumuzu merak ediyor olmalısınız. Belki ikinci yasa
sayesinde bunların hepsi var olabiliyor.
Düzensiz
halden yeni bir düzenli hal nasıl yaratabiliriz. Eski buhar öncüleri
motorları keşfettiler, dünyamızdaki bize has dediğimiz
şeyleri yarattılar. Araba motorları ikinci kanunu kullanmak için
tasarlanmıştır. Motor düzenli dediğimiz yakıt enerjisi
ile çalışıyor. Sonra yakıt gaz
karışımına dönüşüyor. Çevreye ısı ve ses de
yayıyor. Düzenli halden düzensiz hale dönüştürüyor. Motorlar düzensiz
halde düzenli hale dönüşümü yaparak tekerlekleri döndürüyor. Vüzudumuzda
aynı prensiple çalışmaktadır. Düzenli enerji ile dolu
çikolatayı yediğimizde vücudumuz onu işleyecek ve daha düzensiz
enerji haline getirecek. Bu sırada kendine gerekli düzenli gücü sağlayacak.
Evrende düzensizliğe doğru giden parçalanmadan yapıcı
düzenli sistemler çıkabilir. Buhar makineleri, elektrik santralleri,
dünyada yaşam; bütün bunlar evende
düzenli halden düzensize gidişinden faydalanılıyor.
1.
Antenna Theory Analysis And Design, Third Edition, Constantine A. Balanis,
Wiley, 2005
2.
Antennas and Wave Propagation, By: Harish, A.R.; Sachidananda, M.
Oxford University Press, 2007.
3.
Quantum radar, Lorenzo Maccone and Changliang Ren, 7 May 2019, Cornell
University.
4.
Photon As A Quantum Partıicle, BIwo Bialynicki-Birula, Center for
Theoretical Physics, Polish Academy of Sciences Lotników 32/46, 02-668 Warsaw,
Poland and Institute of Theoretical Physics, Warsaw University Hoża 69,
00-681 Warsaw, Poland. Acta Physica Polonica Vol. 37 (2006).
5.
Entanglement, quantum phase transitions and quantum algorithms, Rom´an
´Oscar Or´us Lacort, Barcelona, July, 2006, Universitat de Barcelona, Departament
dEstructura i Constituents de la Mat`eria.
6.
Fundamentals of Quantum Physics, Textbook for Students of Science and
Engineering, Springer Heidelberg New York Dordrecht London.
7.
Quantum Physics A Fundamental Approach to Modern Physics, John S.
Townsend, -University Science Book Sausalito, California 2010.
8.
Quantum Radar, Marco Lanzagorta, ITT Exelis, 2011.
9.
Düzen Ve Düzensizlik: Enerjinin Hikayesi, Joseph Smith, Youtube.