Günümüz cennetin obur çocukları
ve
Biyolojik silahlar
Cahit Karakuş
2019 yazında, Güney Avustralya eyaletinde
yaşayan yerli Aborjinlerin, yerleşim alanlarını ve
binalarını yabani develerin yıkıma uğratması
şikayetleri artınca develeri itlaf kararı alındı.
Hayvan hakları savunucularının tepkilerine rağmen bölgede
yaşanan kuraklık gerekçe gösterilerek develer ve yabani atlar itlaf edildi.
Şikayetleri ardı ardına sıralanıyordu: Develer her
yeri işgal etmişti. Sokaklarda dolaşıp su arıyorlardı. Klimalardan dahi su içiyorlardı.
Sokaklar develerle dolmuştu. İnanılmaz bir sıcak
altında sıkışıp kalanlar develerin yüzünden dışarı
dahi çıkamıyorlardı. Çocuklarının güvenliği için
endişeliydiler. Aynı anda, sıcak ve kuru hava nedeniyle ülkenin
birçok bölgesinde orman yangınları aylardır devam ediyordu.
Develer Avustralya'nın doğal hayvan nüfusu
arasında değildi. 19. yüzyılda İngiltere'nin sömürgeleri
olan Hindistan, Afganistan ve diğer Orta Doğu ülkelerinden
getirildiler. Kıtanın orta kesimlerinde deve sayısının
yüz binleri bulduğu tahmin ediliyor. Kamyonlar, trenler ve uçaklar icat
edilmeden çok önce gelmişlerdi. Limanlardan içerilere; içerlerden
limanlara yük taşıyorlardı. Anlamları vardı, ihtiyaç
vardı. Çünkü, birilerinin para kazanmasına hizmet ediyorlardı. Birdenbire önce kamyonlar, sonraları
trenler ve uçaklar ile mal taşınmaya başlanıldı. Çok
hızlıydılar, çok daha fazla mal taşıyorlardı.
Birilerinin keseleri inanılmaz hızla dolmaya başlamıştı.
Artık develer anlamsızlaştı...
Günümüze kadar gelinen süreçte sermaye, belirli grup ve
sınıfların elinde inanılmaz boyutlarda toplandı.
Üretilen herşeyden, hatta finansal oyunlar ile üretilmeyen hayallerden
bile para kazanıyorladı. Manipüle edilecek ve ürünleri satın
alacak insanlara ihtiyaç vardı. Bu nedenle insanlar sürekli üremeliydi.
Bugünlerde ise insanlar çevreyi kirletiyorlar. Küresel ısınmaya neden
oluyorlar. Enerji kaynaklarının etrafında tehdit
oluşturuyorlar. Dünya kaynaklarını çok hızlı
tüketiyorlar. Sermayedar sınıfının artık daha fazla
işçi sınıfına da ihtiyacı yok. Çünkü,
geliştirilen akıllı makinelerin insan gücüne ihtiyacı
kalmadı. Artık üst zeka sınıfını da onlar kontrol
ediyorlar. Öte yandan sınıfsal ayrımcılığın
ve ötekileştirmenin temelinde doymak bilmez günümüz cennetin obur çocukları
da biyolojik
silah olarak yaratıldı. Nasıl olsa paranın
kontrolleri onlarda. Üstelik yapay zekaları, öğrenen makineleri,
robotları var. Genetik mühendislik alanında yapılan
araştırmalar inanılmaz boyutlara ulaştı. Çok
yakın zamanda madenleri yağmalamak için uzaya yolculuk da
başlayacak. Fırsat
eşitliği yok edildi. Rekabet yok edildi. Kimseyle değerleri paylaşmak
istemiyorlar. Gerçekten de sıra anlamsızlaşan insanlara mı
geldi? Peki, bu kadar insan yığını nasıl itlaf
edilecek?
Amaç ayrıntıda gizlidir. Dikkat ettiyseniz
Avusturalyada develeri istemeyenler yerli Aborjinler! Oyun, alt
sınıfların birbirlerine nasıl kırdırıldığı
gerçeğinde, mizah tonu yüksek bir dramatikleştirme ile kendini gösterecektir.
Son günlerde, sosyal medyada korona virüsü ile ilgili
çeşitli komplo teorileri yayılmaya başlandı. Komplo teorilerinin
tümü 2000li yılların başından itibaren dünyada olan
bazı gelişmelere ve anlatılan olaylara dayanmaktadır. Bu
olanları kronolojik olarak sıralarsak, Dünyanın pek çok
ülkesindeki bozkırlarda yaşayan yaban hayvanların toplu halde
birden bire ölümü. Kaliforniya, Yunanistan, Amazon ve sonunda Avusturalya
ormanlarında günlerce süren ve söndürülmeyen yangınlar. Salgın
hastalıklar... Komplo teorisyenleri derler ki, bu yangınlar bilinçli
çıkarıldı. Amaçları kimseye muhtaç olmadan ormanların
iç kesimlerinde yaşayan insanları bu bölgelerden def etmek. Böylece
doğal kaynaklar ve maden sahaları belirli grupların özellikle
üst aklın eline geçecek.
Komplo teorisyenlerine göre korona gibi virüsleri üst
akıl biyolojik silah amacıyla geliştiriyor. İlaç şirketleri, Dünya
Sağlık Örgütü, Dünyayı yöneten 13 aile bu organizasyonun
içerisinde! Amaçları ne? Dünya nüfusu 8 milyarı aşmak üzere.
Kaynaklar hızlıca tükeniyor. Bu kadar insana artık ihtiyaç yok.
Küresel ısımaya neden oluyorlar. Kaynakları hızlıca
tüketiyorlar. Dünya nüfusu 500 Milyon ile 1 Milyar arasına çekilmeli! Bu durumda sorulacak soru çok basit. Bu itlaf
toplu katliama girer, bunu nasıl becerecekler? Verilen yanıtlar:
Yangınlar, Biyolojik silahlar, Haarp projesi, Depremler, Tsunami vs.
Birdenbire bir komplo teorisi çok ilgimi çekti. 5G ve 6G projeleri için tahsis edilen frekans
bantları için üretilen komplo teorilerine
bakıldığında,
·
5G teknolojilerinde kullanılacak
olan 60GHz ve üzeri frekans bandı sokaktaki insanları boğacak. Çünkü
bu frekans bandı havadaki oksijen miktarını kritik seviyenin
altına düşürmektedir.
·
İleri sürülen diğer bir
iddia ise vücudumuzda bulunan parazitler, mantarlar ve bakteriler mikrodalga
ışımasına maruz kaldıklarında kendilerini
savunmak için toksin üretirler ve hızlıca çoğalmaya
başlarlar. Birlikte yaşadığımız bu mikroplar
insanlar için öldürücü birer biyolojik silaha dönüşürler. Özellikle 5G ve
6G teknolojilerinde kullanılacak mikrodalga frekans band
genişliği inanılmaz büyük boyuttadır. Bu durum insan
sağlığı için çok daha tehlikeli boyuta gelmektedir.
Elektromanyetik mühendisliğinde komplo teorilerinin
olabilirliliği günümüz teknolojilerinde mümkün mü? sorusuna yanıt
vermeden önce 5G ve 6G nedir? Gelecekte insan yaşamında nasıl
değişimlere yol açacaktır? gibi soruların
yanıtlanması gerekir. Ardından elektromanyetik dalgaların
insan ve çevre üzerindeki olumsuz etkileri çok iyi analiz edilmelidir.
Komplo teorisyenlerine göre asıl sorun ise üst
aklın nüfus azaltma işine odaklanmış olmasıdır. Birdenbire kendi kendime düşünmeye
başladım. Gerçekten de dünya hızlıca tükeniyor. Daha fazla
nüfusu beslemesi mümkün değil. Yok oluşa doğru hızlıca
gidiyoruz, birbirimizi tüketmede sınır tanımıyoruz, cümleleri
anlamlı hale gelmeye başladı. Uçurumun kenarında oynuyoruz.
Farkında değiliz, umursamıyoruz.
Mükemmel teknolojiler geliştirmeye devam ediyoruz. Daha fazla
iş gücüne de ihtiyaç yok. Geleceğe yönelik öngörüde bulunmak
yerine, gelişen teknolojiler, araştırmalar hakkında komplo
teorileri üretmek daha ilgi çekici olabilmektedir.
Bill Gates 2018 yılında verdiği bir
konferansda hızlıca yayılacak bir virüsten bahsediyor ve 30 milyon
insan ölecek derken de ekranda Wuhan şehri görünüyor. Bazı komplo
teorisyenlerinin kitaplarındaki benzer açıklamalar masamın önüne
dökülmeye başladığı anda, Üst aklın biyolojik silah
olarak korona virüsünü kullanması mümkün mü? sorusunu sorgulamaya
başladım. Araştırıken,
birdenbire bir patent dikkatimi çekti. Patent başlığı:
İnsanları öldüren Korona. Buluş yılı: 2003. Patent açıklamasında, Mevcut
buluş, akut solunum sendromu ile ilişkili yeni bir Korona virüsü ile
ilgilidir. Şiddetli SARS, yazıyor. Adres Fransanın
başkenti Parisde bir yeri işaret ediyor.
Mikrobiyoloji ve virüs
araştırmacılarının Çin ve Vietnam gibi uzak doğu
ülkelerindeki çalışmalarını incelediğimde komplo
teorisyenlerinden farklı bir sonuç çıkardım.
Yaptığım incelemede gördüm ki, mikrobiyoloji, virüs, mikrop ve
parazit konusunda araştırma yapan kuruluşların tümü Çindeki,
Vietnamdaki ve diğer bölge ülkelerindeki
pazarlara yerleşmişler. Bu
araştırmacıların bu ülkelerdeki pazarları seçmelerindeki
neden, canlı hayvan pazarları olmasıdır. Özellikle yaban
hayvanlarının bu pazarlara gelmesi ve evcil hayvanlar ile temasa
geçmeleridir. Akşam satılamayan canlı hayvanların birbirlerine
transfer ettikleri virüsler ile evlerine
dönmeleridir. Bu
araştırmacılar 2003 yılında Wuhandaki ve Hanoideki
canlı hayvan pazarlarında korona virüsünü keşfetmişler,
patentleri almışlar ve bilimsel çalışmalara
başlamışlar. Bu virüsün bulunduğundan doğal olarak
komplo teorisyenlerinin haberi olmuş. Aynı zamanda Bill Gates ve
Soros gibi dünyanın en büyük laboratuvar sahipleri de bu vürüsün farkındalar. Bunların tümü öngörüde bulunmuşlar
ve öngörüleri doğru çıkmıştır.
2019 yılının son aylarında bu virüs
Çinin Wuhan kentinde ortaya çıkmıştır.
İnsanların nefes alma gücünü yok etmektedir. Nefes alamadan
boğulmak feci bir ölüm. Ne yazık ki, virüs şu anda belirli bir
aşı veya tedavi içermemektedir. Korona virüsünü çok tehlikeli yapan
genetik mutasyon yüzündendir. Bu hastalığa neden olan gen, bir
yılan ile bir yarasanın kaynaşmasından kaynaklanıyor
gibi görünmektedir ve insanlar da dahil olmak üzere memelilere bulaşma
yeteneği kazanmıştır.
Çin, Wuhan diye bir kent kuruyor. 30 yıl
sonrasında bu kent 17 milyonluk bir endüstri ve ticari merkezine
dönüşüyor. Wuhandaki pazarlar virüs araştırma alanları olarak
kendini çekici kılıyor. Vietnamın başkenti Hanoinin coğrafi
konumu ise tüm virüsleri kendine çekmektedir. Eğer siz mikrobiyoloji
konusunda araştırma yapıyorsanız, bu iki kent aradığınız
açık bir laboratuvardır.
Yaşadığımız dünyada insanlar
dahil tüm canlılar virüslerin, mikropların hep tehditi
altındadır. Belirli dönemlerde hastalıklar insanları ve
canlıları yok etmektedir. Hayatta kalanlar, antikor üretenler
yaşamaya devam etmektedir. Öldürücü hastalığı vücut öğrenmekte,
unutmamakta ve iyi bilmektedir. Damarlarımızda dolaşan kan inanılmaz
akıllı ve zeki bir varlıktır. Yendiği,
sindirdiği, saldırdıklarında karşı koyarak
püskürttüğü mikroplardan, virüslerden elde ettiği deneyimlerini nesilden
nesile aktarmaktadır. Günün sonunda Korona virüsü de yenilecektir. Çünkü
dünyada var olduğumuzdan beridir bu tür mücadeleler hep var olmuştur.
Aradan binli yıllar geçse bile bu tip virüsle karşılaşıldığında
bünye ne yapması gerektiğini biliyor olacaktır.
Kendi öz eleştirimizi yapmak yerine komplo
teorilerine inanarak düşman arıyoruz. Çevremizi tükettik, birbirimizi
tükettik. Üstelik bu tüketmeler yok etmeye dönüşmüştür.
Değerleri farklı olana tahammül edilmemektedir. Herkes kendi
isteğine biat edilmesini istemektedir. Ayak oyunları sınır
tanımaz haldedir. Bu hastalık sadece şehirlere köylere
değil zenginine fakirine de
bulaşmıştır. Tedavisi şu an mümkün değildir.
Farkında mısınız? Korona da benzer özellik göstermektedir.
Ben bu virüsü pek yadırgamadım, benzerlerini insanoğlunun bir
kısımında her gün görür oldum!
Günümüz dünyasında fırsat eşitliği
yok edildi. Sınıfsal hegomanyalar her yeri işgal ettiler. Eğitim şartları zor ve iyi
eğitimli olmak çok pahalı; küresel açıdan rekabetçi
şirketlerin yabancı dil bilgisinden, mezun olunan üniversitenin adına, becerilere kadar
istihdam edeceği kişilerle ilgili beklentileri de çok yükselmektedir.
Böyle bir çıtayı, çocukluktan itibaren yabancı dil eğitimi
alabilen, özel derslerle özel yetişen, yurtdışında
okuyabilecek ya da çok iyi bir üniversite eğitimi alabilecek imkanlara
sahip gençler yakalıyor sadece.
Sosyal devlet kavramının çökertilmeye
başladığı günümüzde,
Yoksul olabilirsin, ailenin şartları kötü olabilir. Ama sen
çok çalışırsan, iyi eğitim alırsan bu şartlardan
kurtulabilir, sınıf atlayabilirsin umudunu pazarlamak imkansız
hale geldi. Eğitim kamusallıktan çıktı, fırsat
eşitliği ortadan kaldırıldı. Kamusal diye elde kalanlar
da niteliksiz hale getirildi. Sadece yoksul sınıflar arasında da
bir üst sınıfa geçmek için olağanüstü acımasız bir
rekabet vardır demek de doğru değil. Günümüzde tüm yönetim
kademesinde inanılmaz yok edici oyunlar oynanmaktadır. Bu kapsamda
daha aşağıya inmeme, eldekini yitirmeme mücadelesi için hiç bir
ahlaki kaygı duyulamamaktadır.
Aşırı para kazanma, mevki elde etme
hırsıyla büyüyen bir kuşak, üreten işçilerin ve
mühendislerin var olma değerini yok etti. Üretim bandlarındaki
işçilerin sayısı azaldı birden, yerlerini yarı
otomatik makineler aldı aniden. Artık, vidaları akıllı
makineler sıkıyor, testleri, paketlemeyi,
dağıtımı akıllı makineler yapıyor.
İşçiler mi, seslerinin duyulmadığını,
dışlandıklarını hissediyorlar, derinden. Öte yandan
yaşadıkları evler yıkılıp, plazalar
dikildiğinde bu evleri kendileri değil başkalarının
aldığını anlatıyor dilleri. Birileri gelip evleri,
bahçeleri satın alıyor. Alın teri ile kazanılmayan para ile
lüks yaşam sürdürenler sosyal dokuyu bozuyor. Dert etmeye gerek yok, kazanılmayan
parayla yaşam hak oldu artık.
Çöküşün en önemli nedeni, elde edilen birikimlerin
ve yeteneklerin belirli bir zihniyetin elinde tüketilmesidir. Toplumsal
barışı ve huzuru bozan yönetimler var edilmektedir. Bütün sistem,
sermayedarlarının yararı üzerine kurulu. Dolayısıyla
işler kızıştırılmakta, evrensel kaoslar oluşturulmaktadır.
Paylaşımda yaşanan çekişmeler
çirkinleşti, kendinden olmayanlar dışlanıldı. Sınırlı
kaynaklara mahkum olanlar çöküşün etkilerini en çok hissedenler oldular. Örneğin
şiddetli bir kuraklık
tarımsal üretimi gerilettiğinde ya da kargaşa çıktığında
çok sayıda genç insan işsiz, çaresiz kalmakta, gelişmiş
ülkelere akın akın göç etmektedirler. Kalanlar arasında mevcut
sorunlar daha da büyümekte, şiddet ve çatışma unsurları
daha da artmaktadır. İç çatışmalar ve doğal felaketler
sonucu yoksul ülkeler dağılırken, bu bölgelerden göçen insanlar
daha güvenli bölgelere sığınmaya
çalıştığından büyük bir göç dalgası
yaşanmaktadır. Batı toplumları milyarlarca dolarlık duvarlarla,
sınır güvenlik önlemleriyle bunu sınırlamaya
çalışmaktadır. Durdurulmaları mümkün olmayan bu tür
zayıflıklar zengin ile yoksul arasında büyüyen uçurumu
istikrarsızlığa sürüklemektedir.
Devasa miktarda zenginliğin bir grup elitlerin
elinde toplanması toplumları istikrarsızlığa ve
sonunda çöküşe sürüklemektedir. Hızlı nüfus
artışı doğal kaynak tüketimini azaltmaktadır. Radikal
inanç gruplarının teröre yönelmesi, otoriter eğilimli liderlerin
seçilmesi dünya düzeninde ani ve beklenmedik değişikliklere yol
açmaktadır. Toplumlarda korku ve hoşnutsuzluk arttıkça sorunların
sorumluluğu kendi dışındaki insanlara yıkılmakta
ve kinlenme artmaktadır.
Sosyal devlet anlayışı sosyal toplum
anlayışına dönüştürülmedi. Tam tersine yağmacı
toplum anlayışı hakim kılındı. Sosyal toplum
anlayışını en iyi anlatan hikaye: Yıl 1942-1943,
İngilterede bir tavuk çiftliğinde yumurtalar paketlenip savaş
alanlarına gönderiliyor. Çiftlik sahibi, ailesi ve
çalışanların hergün birer yumurta yeme hakları var.
Çiftlikte devletten hiç kimse yok. Yumurtaları sayanlar da yok. Hiç kimse
hakları olan yumurtadan daha fazlasını yemiyor. İşte bu sosyal toplum
anlayışına güzel bir örnek. Sosyal toplum
anlayışı yok edildiğinden toplumlar arasında uçurumlar
var edildi. Vampirlik ile yamyamlık karışımı bir dünya
var edilmeye başlanıldı. Bu durumda parazitler ve virüsler de değişim
göstermeye ve güçlenmeye başladılar.
Bütün Trakyanın dörtte biri kanola ile örtüldü.
Endüstriyel bir bitki, toprağı mahvediyor. İşgal ediyor.
Hızlı yayılıyor. Ertesi sene vaz geçtim; başka ürün
ekeceğim diyorsun, yapamıyorsun.. yayılıyor, yok olmuyor.
Asıl korona COVID-19 bu ürün. Yeryüzüne göktaşı çarpması,
deprem, kasırga, sel, kuraklık gibi doğal afetleri bir yana
bırakırsak yaban yaşam alanlarını yok etme, salgın
hastalıklar, nükleer yıkım gibi medeniyetin çöküşüne yol
açacak birçok etken insanlar tarafından var edildi. Sonu belirsiz ve
sürdürülemez bir yolda olduğumuz ya da dönüşü olmayan yola
girdiğimizi nasıl fark edebiliriz? Korona virüsünün verdiği ders
bu değil mi?
Eğer bir problemi aşamıyorsanız bunun
sebebi ruhsuz insanların ruhsuz kültürleridir. Yükseliş
coşkusunda üretilen değerlerin ve birikimin kaymağını
yiyenler aynı anda bozulma ve çürümenin canlı temsilcileridir. Çok iyi anladım ki, dünya bizler için
bir ara istasyon. Bilinçlenerek stratejik görevlere mi hazırlanıyoruz?
Unutulmamalıdır ki, dışlananların da
oynayacakları bir oyunları var bu yeryüzünde.