Yönlendirilmiş Elektromanyetik Enerji
ve
Uzaktan Zihin Kontrolü
Dr. Cahit Karakuş
Goethe:
Davranış, herkesin kendi yüzünü gösterdiği bir aynadır.
2019
İÇİNDEKİLER
1.3. Haddini Bilmez Psikolojik Zorbalar
1.7. Akıllı Makinelerin Esiri Olanlar
2.5. Beyin Fonksiyonları ile Tepkisel Davranış
Arasındaki İlişki
3.1. Zihnim Kontrol Ediliyor İddiaları
4. Kurbanlarının Bedenine Dolambaçlı Yollardan
Girenler
4.2. Yaban arısı Pepsis ve Tarantula
9.3. Elektromanyetik Dalgaların İnsan ve Çevre
Sağlığına Etkisi
9.4. Elektromanyetik Yayınım ile Uzaktan Zihin Kontrolü
10. Beyin Fonksiyonlarını Tetikleme
10.1. Beyin ile Makine Arasında İletişim
10.3. Beyinin Yaydığı Sinyaller
10.4. Ses Dalgaları ile
Beynin Uyarılması
Şu anki görünen fiziki, akli ve ruhani biçimi ile
yaşadığı kainatta var olduğundan beridir, insanoğlu
karşılaştığı problemlere çözüm ararken; çevresi
ile etkileşimli iletişim kurarak yaşamın sürekliliği
için bilinçlenmektedir. Algılama, canlandırma ve anlamlandırma
yeteneğini zihine kazandıran bilinç, sadece insan aklının
gerçekleştirebildiği son derece karmaşık bir tanıma ve
bütünleştirme işlemidir. Aynı zamanda insanoğlu bilgi
deposunu nesilden nesile aktaran ve genişleten tek canlı türüdür. İhtiyacı
olan her şey, onun aklı tarafından keşfedilmek ve onun
emeğiyle üretilmek zorundadır. Sonsuza dek varlığını
sürdürmesini özgürce geliştireceği bilinçlenmeye borçlu
olacaktır.
İnsanoğlu zihni ve duyu organları
yardımı ile etrafındaki değişimleri sürekli algılar,
duyar, görür, koklar, tatar ve dokunur. Hisseder. Ölçüm yapar ve zihni
tarafından üç boyutlu konumda değişimin yerini, şiddetini ve
davranışını belirler.
Peki, algılanan
değişimlerin içine gömülen gizli mesajlar ile bir insanın düşüncesi,
hisleri ve ötesinde davranışı nasıl değişebilir? İnsanların
duyusal algılama eşiğinin dışında kainatta
yayılan sinyallerin ve bileşenlerinin doğanın davranışını
nasıl değiştirdiği üzerine araştırmalar inanılmaz
uygulama alanları bulabilmektedir. Özellikle beynimiz çevremizdeki enerji
kaynakları, bu kaynaklardan yayılan sinyaller ile sürekli etkileşim
halindedir. Kainatta var olan ya da var edilen enerji kaynaklarından
yayılan sinyaller yayıldıkları ortamlarda güçleri çok
hızlı zayıflar. Aksi olsaydı şu an ne biz ne de
şu anki yaşayan bir çevre olamazdı. Öte yandan sinyaller mesaj
taşıyıcılardır.
Kainatta
yayılan sinyaller:
·
Işık ve renklerin efektleri,
·
Akustik dalgalar,
·
Isısal değişimler,
·
Kimyasallar ve gazlar,
·
Elektriksel sinyaller,
·
Elektromanyetik dalgalar,
·
Radyasyon ve iyonize parçacık yayılımı,
·
Koku ve his
·
Gürültü kaynakları
·
Kozmik dalgalar
·
Çekim kuvvetleri...
·
Manyetizma
Uzaktan
zihin kontrolü konusu internette araştırılırken, doğru
olmayan bilgi kaynaklarının akıl sağlığı
açısından çok tehlikeli olduğunun bilinmesi gerekir.
İnternet denilen sanal ortamdaki sanal canavarlar insanları
tuzağa düşürmekte ve akıl sağlığı ile oynamak
için saldırmakta, suça teşvik etmektedir. Tuzak olarak hazırlanmış
hastalıklı haber kaynaklarından uzak durulmalıdır.
Çünkü bilimsel çalışma, deneysel kanıtlamayı gerekli
kılar. Diğer türlü anlatım öngörü, varsayım ve çok
sayıda olasılık içerir ki, dayanağı yoktur.
Özellikle
elektromanyetik saldırılara dayalı üretilen komplo teorilerini
göz önüne alalım. Efsaneye dayalı filmlerde geliştirilen
metotların internet ortamındaki anlatıları akıl
sağlığına saldırı olarak
algılanmalıdır. Çünkü elektromanyetik
dalgalar yayılmaya başladıkları kaynaklarından
itibaren çok hızlı zayıflar. Beyin ile elektromanyetik
dalgaların etkileşimi ancak laboratuvar ortamında mümkündür. Ya
da devası yönlendirilmiş enerji kaynaklarına ihtiyaç
vardır. Teknolojileri geliştirmek ve üretmek yerine komplo teorilerine
inanmak, topluma faydadan ziyade zarar vermektedir. Öte yandan teknoloji
kullanımındaki alışkanlıklar vazgeçilmez bir tutkuya
dönüşmüştür. İnsanlar artık akıllı makinelerin
esiri olmuştur. Sözgelimi iki hafta boyunca tüm akıllı mobil
telefonların devre dışı kaldığını
düşünün. Milyonlarca insan bunalıma girip, ruh halleri
bozulacaktır. Zihin kontrolü mü? İşte size zihin kontrolü.
Davranışlar kontrol edilemez hale getirilip, akıllı mobil
iletişim teknolojilerinin kölesi olundu bile.
Komplo
teorilerine en çok inanan bir ülkenin insanlarıyız, bu da akıl
sağlığını ciddi ölçüde olumsuz etkilemektedir. Peki bu
ortamın olumsuz etkisinde, akıl sağlığını
kaybetmek üzere olanlara ne olacak? Çünkü yitirilen akıl
sağlığını geri getirmek imkansızdır. Unutmayalım
kalabalıklaşıyoruz, lakin yalnızlaşıyoruz.
Sağlıklı
sorgulama yapmadan kendilerini uzaktan beynim kontrol ediliyor diyenlerin büyük
bir kısmı akıl sağlığını kaybetmek
üzerdir. Kabullenmek istemezler. Acilen durumlarının fark edilip, tedaviye
yönlendirilmeleri gerekmektedir. Ezberletilmişlere, beynini terek
etmişlere, ikna olmayı unutmuşları dikkat etmek gerekir.
Bu çalışmamda,
elektromanyetik dalgalar ile uzaktan zihin kontrolü konusunda çalışma
yaparken önceliğin akıl sağlığında olması
gerektiğine karar verdim. Çünkü akıl
sağlığını kaybetmek üzere olanlar, Bana ne oluyor?
sorusuna yanıt ararlarken, sanal ortamda elektromanyetik saldırıyı fark
ediyorlar. Tüm dünyada kendileri gibi olanlar ile internet ortamında
dertlerine deva ararken, ya tacize uğruyor ya da paralarını
kaptırıyorlar. Oysa beyinleri kendilerini terk ediyor, farkında
olmak istemiyorlar. Bakış açısı ve algı
operasyonlarını bilmeden robot insan nasıl oluşturulur
sorusuna yanıt vermek zor olacaktır.
Son olarak da çevremizde yayılan sinyallere gömülmüş mesajlar
ile zihin kontrolü nasıl mümkün olabilir sorusuna yanıt arayacağız.
Davranışı
olumsuz etkileyen faktörler sıralanırken kişilik
bozukluğuna sahip iş arkadaşların, komşuların,
aile bireylerin yıkıcı
davranış sergiledikleri görülmektedir. Böyle bir kişi ancak ve ancak çok
yakından izlenince fark edilir. Çünkü, çocukluk döneminde duygusal
problemleri olmuştur. Aşırı ihmal edilmiş, kayıplar
yaşayan, travmaya uğrayan bir çocukluk. Sözgelimi baba ölmüş,
anne görünürde var olmuş, lakin duygusallıkta yok. Geri itilmiş,
duygusal olarak gelişmemiş. Bu durum o günlerde, şu anki
beyninin fisiksel ve ruhsal hastalığının habercisi. Bu
nedenlerden ötürü kendi davranışı ve düşüncesi yüzünden
sürekli başkalarını suçlar. Üzerinde oyun oynayacak
kişileri bulur. İnsanları iyi ve kötü diye
ayırdığı için, kendine göre
roller verir. Kendisine göre kötü olduğunu düşündüğü
birine kötü davranılması için her şeyi yapar. Gerekirse ortadan bile
kaldırır, öldürülmesi için insanları birbirine
kırdırabilir de.
Davranış
bozukluğu olan birisi kurnazlığı, hileyi, yalan söylemeyi
kendinde hak görür. Öfkesine hakim olamaz, zaman zaman kendine zarar
verileceği duygusuna kapılır. Duyguları an ve an değişir. Kendini
ustalıkla gizlediği için en fazla zararı üzerlerinde kontrol
sağlayabileceği kadar yakınında olan insanlara verir.
Onunla yakın ilişkide olan herkes (çocukları dahil) kurbandır. İnsanlarla
ilişkisi sadece fayda üzerine kuruludur; eğer fayda
sağlayamayacağını ya da zarar geleceğini
düşünürse kurbanını duygusalıkta terk eder.
İnsanları
kullanabilmek için hangi durumlarda hangi duygusal tepkiyi vermesi, ne yapması
ve ne söylemesi gerektiğini çok iyi öğrenmiştir. Hissediyor
göründüğü her duygu-durum bir oyundur ve gerçekten rol yapmada ve yalan
üretmede çok başarılıdır. Gözünüzün içine bakarak hakaret
eder, aşağılar ve size kendi bakış açısında
kim olduğunuzu hatırlatır. Yakınındakiler böylesine
ürkütücü bir kişiliğe sahip olabileceğinden şüphe
duymadıkları için
çoğunlukla oyunu görmezler. Onun için herşey oyun kazanmak üzerine
kuruludur. Zarar vermek, yani kazanmak için bizim
mantığımızın almayacağı, gereksiz, karmaşık
oyunlar oynar.
Sözgelimi
normal bir insan iyi bir ilişkinin, aile bağlarının,
arkadaşlığın kıymetini bilir, kaybetmemek için çaba
gösterir ve yaptığı hatalar sonucu bunları
kaybettiğinde üzüntü duyar; oysa kişilik bozukluğu olan tam da
bu değerleri yıkmak için kasıtlı bir çatışma
halindedir. Onun için sevginin ve bağın kıymeti yoktur; bir
kişiyi yıkmak-yok etmek demek, oyunu kazanmak demektir. Hissedebileceği
tek şey, kontrol-güç kaybı ve narsistik kırılma yüzünden
yaşayacağı öfke ve hayal
kırıklığıdır.
Yaptığı
hiçbir şeyden dolayı suçluluk hissetmez ve pişman olmaz. Fakat
yakayı sıyırmak için öyleymiş gibi davranır.
Diğer kişilik bozukluklarından farklı olarak kendisiyle
ilgili hiçbir fiziksel rahatsızlığı yoktur.
İşlediği suçlar psikolojisindeki zayıflıklar yüzünden
değil, duygusal bozukluklar yüzündendir.
Kişiyi ya da toplumu yaşatan
vefadır. Vefayla yaşarsın, vefa, sevgi ile, azim ile
kendini belli eder.
Farkındalığın var ise, olaylara farklı bir
bakış açısı getirir, yeteneklerini geliştirmeye devam
edersiniz. Zehir gibi akan, durmadan akan, önyargılar,
hazımsızlık ve kıskançlıklar. Bunların önüne
geçilemiyor maalesef. En iyisi onları görmemek, onlar yüzünden çok çektim,
hakikaten. En kötüsü de, dost zannettiğim davranış
bozukluğu olan insanların ihaneti.
Kötülüğün
bir hafızası var
Kızgınlık
ve kırgınlıkların gitgide bizi sarmaladığı;
kinin görünmeze büründürdüğü zamanda yaşıyoruz. Toplum olarak
artık kötülüğü öğreniyoruz. Kimsenin birbirine acımadığı,
herkesin kolayca birinden nefret ettiği, birinin ötekine yardım
etmeyi aklından dahi geçirmediği soğuk ve ümitsiz bir dünya
yaratıyoruz. Büyüdükçe iyilik yerine kötülüğü,
kurnazlığı, hileyi, yalan söylemeyi öğreniyoruz. Çünkü, Afrikada
yalan söylemeyi bilmeyen kabilelere rastlamışlar. Yalanın ne
olduğunu bir türlü anlatamamışlar.
Kişisel
çatışmaları, nefrete dönüştürenler öylesine körleşirler
ki, kendisinden başkasını neredeyse dünyadışı
canlı olarak görür. Öylesine ileri gider ki, tarihi silip, herşeyi
kendi takviminden başlatır. Kötülük, bizlere cehennemin nasıl
olduğunu acıyla ve kanla öğretir. Kötülük gelir, onu bekleyen
kişiyle buluşursa, kalp katılaşır, artık
acımasızlık ve zulüm başlamıştır.
İnsan
düşüncesi yaratılış gereği iyilik kadar kötülük ile de
yoğrulmuştur, insan türünün yapısında vardır.
Kötülüğün sonunda, egemenlik vardır, şehvet vericidir ama
iyiliğin böyle büyüleyici ödülleri yoktur ve kötülük eğlendiricidir.
Kötülük deneyimleri diğer deneyimler ile beraber genetik olarak insan
denen varlığa aktarılabilir mi? Peki, tüm kötülükler,
vahşet, zulüm ve cinayetler filtre edilebilir mi?
Yaşadığımız ve var olmaya
çabaladığımız çevreler bunun için bir çaba gösterebilir mi?
Akıl
sağlığı, engellenemez değişimlere,
yaralayıcı tecrübelere ve acı kayıplara karşı
yaşama tutunabilmektir. Çatışmaları, üzüntüleri
bastırmaya çalışmak yerine onları anlamayı ve onlardan
kaynaklanan stresle başa çıkmayı öğrenmektir. Çünkü, akıl
sağlığında akıl, vücut ve ruhla birlikte
anlamlıdır.
Günümüzde
akıl sağlığını koruyabilmek git gide
zorlaşmaktadır. Çünkü kişilik çatışmaları, her
türlü psikolojik saldırılar ile birlikte davranış
biçimlerini etki altına alabilme üzerine çalışmalar
yoğunlaşmıştır. Amaç insanları kendi
politikalarına paralel bir biçimde düşünmeye zorlamak. Bunun için
karakter araştırmaları yapılmakta, insan savunma
duvarlarının sınırları ve
dayanıklılığı ölçülmekte, psikolojik direnişin
nasıl ve hangi şartlar altında kırılabileceği
test edilmektedir.
Günümüzde
akıl sağlığına yönelik saldırıların
artması üzerine, insanlar asıl problemleri sorgulama yerine
başka nedenler aramaya yönelmektedir. Akıl
sağlığına saldırının şiddetlenerek
artığı ortamlar:
·
Sağlıksız sosyal toplum, sağlıksız
iletişim, hastalıklı etkileşim
·
Sosyal çevrede diyaloğun yok edilmesi,
·
Çevremizde dayanılmaz hale gelen gürültü kaynakları,
·
İnternet, akıllı mobil
iletişim ortamlarında sanal sosyalleşmede suistimaller,
·
Efsanevi anlatılarda ve film senaryolarında
komplo teorileri,
·
Düştüğünüz ya da düşürüldüğünüz
sıkıntılar, çözülemeyen problemler.
Tarihin
çöplüğünde, sadece kendi derdini öne çıkararak yalnızlaşanlar,
akıl sağlığını kaybeden milyonlarca dostunuz sizi
bekliyor. Akıl sağlığını koruyarak,
etrafında başkalarının da olduğunu, onların da zor
problemleri olduğunun fark edilmesi gerek. Çözülemeyen problemlerin
altında ezilmeye izin verilmemelidir. İlaçtan ziyade dertlerin
paylaşılacak dostlar önemsenmelidir.
İnsanların
akıl sağlığını nasıl olumsuz etkilenir?
·
Büyük acılar yaşadıklarında,
·
Çözülemeyecek sorunlarla
karşılaştıklarında,
·
Yetenekleri ihtiraslarının çok gerisinde
kaldığında,
·
Büyük çelişkiler, uzlaşmaz zıtlıklar
yaşadıklarında,
·
Sürekli baskı altında kaldıklarında,
·
Dışlandıklarında,
·
Kendilerini tehdit altında hissettiklerinde,
korktuklarında,
·
Darbe yediklerinde ve çok üzüldüklerinde,
·
Gerginlik sürekli hale geldiğinde.
Akıl
sağlığını kaybederken oluşan belirtiler:
·
Olmayan sesler duymak, hayaller görmek.
·
Sürekli tehdit altındaymış, takip
ediliyormuş, herkes kendisine düşmanmış gibi hissetmek.
·
Sürekli olarak duygu ve düşünce, tutum ve
davranış değiştirmek.
·
Hep yanlış anlaşıldığını
iddia etmek.
·
Dostlarını ve düşmanlarını
aşırı duygularla değerlendirmek ve sık sık
değiştirmek.
·
Duygusal olarak çok inişli
çıkışlı veya sürekli depresyon halinde olmak.
·
Gerçeklerle ve hatta birbirleriyle bile uyumlu olmayan
duygu, düşünce, tutum ve davranışlar sergilemek.
Akıl
sağlığına yönelik saldırı olduğunu iddia
edenlerin anlatılarında öncelikle aranması gereken izler;
·
Psikoloji ve fiziksel sağlığı olumsuz etkileyen
alışkanlıklar ve bağımlılıklar,
·
Sağlıksız davranışlar,
·
Sanal ortamda oyun oynayanlar,
·
Gözetlenenler ve dikizlenenler
Depresyonun erken uyarı belirtileri:
·
Gerginlik, husursuzluk, yorgunluk, bitkinlik, enerjisizlik
·
Bezgin ruh hali, moral bozukluğu
·
Kuşku duyma
·
Artan derin düşünce, dalgınlık ve endişe; ilgisizlik,
keyifsizlik
·
Kesintisiz uyuyamama bozukluğu
·
Yükümlülüklerin ihmal edilmesi
·
Konsantrasyon güçlüğü (düşünmenin zor gelmesi)
·
Ürkeklik, sinirlilik
·
Her şeyi kendi üstüne alınma, başkalarının kendisi
hakkında kötü konuştuğu duygusuna kapılma
·
Günlük yaşam seyrinde değişiklikler
·
Aşırı duyarlılık
Algı
değişimlerindeki çok hızlı sapmalar insanları çok
hızlı algılama bozukluğuna sürükler. Bu etkilenmelerden,
·
Halüsinasyon görmeye yatkınlık artar. İllüzyon hali
yaşanır.
·
Gaipten sesler duyulur.
·
Panik atak insanlar şoka girer.
·
Vesveseye dayalı rüyalar görülür.
·
Travma nöbet halleri başlatır.
·
Ani ses, renk ve görüntü değişimlerindan ortamda birileri varmış hissi
oluşur.
Birbirlerini dinlemeyen, herkesin kendini haklı gördüğü, bencil
insanların herşeyi ele geçirdiği bir dünyada yaşıyoruz.
Böylesine kaotik ortamlar, akıl sağlığını
korumanın ötesinde aklı sağlığımıza olan
saldırıları fark edebilmemizi de imkansız
kılabilmektedir. Akıl sağlığında oluşan
tahribatın onarımı mümkün olmamaktadır.
Aslında
gürültü ya da kirlilik beynimizin içerisindedir. Nasıl
temizleyeceğimizi düşünmek yerine
düşmanı hep dışarılarda ararız. Unutmayın
kalabalıklaşıyoruz, lakin yalnızlaşıyoruz.
Alıngan oluyoruz. Didişmeler, sağlıksız kişilikli
insanların tedirgin edici davranışları, bezdirmeye ve psikolojik
zorbalığa dayalı duygusal saldırılar gün be gün
artmaktadır. Özellikle duygusal saldırılar ile baş
edemeyenlerde yalnızlık ve içine kapanma gibi sağlık
sorunları kendini göstermektedir.
Yalnız
insan kendisini toplumdan kopmuş hisseder. Başka insanlarla
anlamlı bir iletişime girmekte zorluk çeker. Yalnızlık
duyan insan terkedilme, dışlanma, depresyon, güvensizlik, umutsuzluk,
anlamsızlık, değersizlik ve kızgınlık
duygularıyla doludur.
Günümüzün
en önemli sıkıntılardan birisi çevresel gürültüler kontrol
edilemez biçimde artmıştır. Bununla bağlantılı
olarak sağırlık, ortak kulağa bağlı
çınlamalar, kişileri farkında olmadan psikolojik
sıkıntılara sürüklemektedir. Ayrıca hassas algılama
aralığı olan insanlar için işitme aralığı
dışındaki frekanslardaki işaretler de stres
oluşturmaktadır. Tüplü
televizyonlar, motorlar ve cihazların besleme adaptörlerindeki uğultu
ve vınlama sesleri süreç içerisinde insanlarda strese dayalı sıkıntılar
oluşturduğu görülmüştür. Bunların çoğunun nedeni ise
cihazların şaselerindeki topraklama eksikliğinden
kaynaklanmaktadır. Evlerde topraklama probleminin meydana getirdiği
olumsuzlukları düşünmeyiz, onun yerine bu gürültüleri
komşularımızın bizi tedirgin etmek amacı ile yaptıklarına
inanırız.
Beyin
ve psikolojik rahatsızlıklara karşı kullanılan
ilaçların beyin sağlığını ne ölçüde olumsuz
etkilediği konusu muammadır. Özellikle uyuşturucu,
sakinleştirici gibi doktor denetimi dışında kullanılan
ilaçlar, kimyasallar ve kokular doğrudan doğruya beyin ve akıl
sağlığını olumsuz etkilediği görülmektedir.
Günümüz
medyası, yaşadığımız çevre, internet
ortamı, farkında olmadan takip
edildiğimiz, izlendiğimiz izlenimi veren bir ortama
dönüşmüştür. Ayrıca sürekli pompalanan propagandalar ve korku
dürtüleri doğal olarak, insanların akıl
sağlığını olumsuz etkilemektedir. Sosyolojik ve
teknolojik gelişmelere rağmen bireysel özgürlüklere, özellikle özel
hayata müdahale artmaktadır. Bu durum artık öyle bir hal
almıştır ki, insanoğlunun içinde bulunduğu bu dönem
gözetlenen toplum kavramı olarak adlandırılmaktadır.
İzlenmede en onur kırıcı olanı da insanların
izlendikleri konusunda bilgisi sahibi olmamasıdır. Uzun süreli ve
etkileşimli bilgisayar oyunlarının insan sağlığını
hem fiziksel hem de psikolojik olarak bozmaktadır. Ayakların ve ellerin
kullanılması beyin sağlığı ile doğrudan
ilişkilidir.
Terör
örgütü ile irtibatlandırma, paranız, malınız kötü
adamların eline geçti, takip ediliyorsunuz, sizi ya da çocuğunuz
kaçıracaklar ya da öldürecekler gibi şok eden sözler ile kişiyi
dondurma, düşünme ve sorgulama yapısını bloke etme ve
doğrudan denileni yaptırma yönünde davranış
değişikliği oluşturma yaygın olarak uygulama
alanı bulmaktadır.
Akıl
sağlığı çok değerli ve hassas bir yapıdır.
Çevrenize duyarlı iseniz, sorguluyorsanız, nedenini araştırıyorsanız,
günümüz dünyasında ve özellikle ülkemde yaşıyorsanız
akıl sağlığınız risk altında demektir. Çünkü
bilgi kirliliği kontrol edilemez bir biçimde beyin sağlığına
olumsuz etki etmektedir. İnteraktif dediğimiz akıllı
telefonlar, televizyonlar, sözlü ve yazılı basın sürekli
propagandaya ve doğrudan yönlendirmeye dayalı yayınlar
yapmaktadır. Tüm bu bilgi
kirliliğine maruz kalan, düşünen ve sorgulayan insanlarda akıl
sağlığının etkilenmemesi mümkün mü?
Şizofren
davranış, genetik ya da sağlıklı olmayan çevresel
faktörlerin tetiklediği oldukça kompleks kişilik ve
davranış bozukluğudur. Genelde çocukluk döneminde algılama
ve düşünme yetilerinde fiziksel ve ruhsal nedenlerden ötürü oluşan bozulmaların
tetiklemesi ile şizofren rahatsızlık başlayabilir.
Kişinin davranışları değişir; iç dünyasında
saçmalamalar (hezeyan) başlar, ikna olmaz, ısrar eder, dediklerinde
direnir. Varsanır (halüsinasyon). Yanılsar (illüzyon).
Alınganlık ve sinsilik gibi diğer olumsuz belirtiler ortaya
çıkar. Şizofrenilerin çoğu sorgulamadan ziyade, inanmaya yöneldiklerinden
hasta olduklarını düşünmezler.
İddia
edilen bir fikir, kanıtlarla ve mantık yoluyla çürütülmesine
rağmen inanmada ısrar sürdürülürse kültür, dini inanç ve
aldığı eğitimdeki biat etmeden kaynaklandığı
düşünülür. Ve saçmalıyor denir. Şizofreni
rahatsızlığında ise saçmalama ile birlikte, kişi üzerine
alınır, etkilenir, kıskanır, kendisine zarar
verileceğine inanır, büyüklük ve başkalarının
kendisine hayran olduğunu düşünür. Özellikle düşüncelerinin
değiştirildiği, çalındığı, kendisine
saldırıldığı ya da saldırılacağı,
takip edildiği gibi temalı konular da hikayeler üretir.
Varsanmalar
ve yanılsamalar işitsel olmakla birlikte görme dahil beş duyunun
olmayanı algılaması ya da hissedilmesi biçiminde kendini gösterir.
İşitsel varsanmalarda, özellikle kendi davranışları
hakkında yorumlarda bulunan konuşmalar duyulduğu belirtilir.
Genelde olmayan algılamada konuşanların iki kişi
olduğunu söylenir. Şizofreninin
pençesindeki bir beyin: Bir ses duydum. Önünde iki yol var; ya
karanlığın peşinden gideceksin, ya da intikamını
alıp aydınlığın; gereğini yap, intikamını
al, dediler! der. İyi bir şey yaptığını
düşünüyor yani. Alkışlanmak ister, dünyadan bir pislik
temizlendi! der. Gerçekle bağı kopuk. Neden diye sorulduğunda
O sürekli rahatsız ediyordu, yok olmam için uğraşıyordu.
Ben, hasta değilim. Hasta olan, asıl o der.
En
üstün sıfatlara sahip olduğuna inandığından
etrafında olan biteni umursamaz, bencil karaktere sahiptir. Bu nedenle,
bulunduğu ortamı küçümser, tiksinir, iğrenir. Kendisi dışındaki herkes
önemsizdir. Kendinden başka kimseyi düşünmez. Her söyleneni üzerine
alınır. Kinlenir, fırsatını buldumu
dışarıya vurur ve aşırı tepki gösterir.
Etrafında
kışkırtıcı ve tetikleyici tipler var ise,
saldırganlık ya da sinsi hareketler de kendini gösterir.
Küstahlaşır, her türlü terbiyesizliği kendine verilmiş hak
görür. Hedefine oturtuğuı kişiye sürekli mesaj gönderir, hakaret
eder, saldırganlaşır. Asılsız ihbarlarda bulunur,
iftira atar. Yaptıklarından asla pişman olmaz. O kadar emindir
ki; intikam aldığı ya da intikam almak istediği kişi
kötü bir insandır, pisliktir ve ortadan
kaldırılmalıdır. Bir
ses ona, aydınlığa ulaşması için
düşmanını yok etmesi gerektiğini söyler. Nedeni sorulduğunda
kendisine ilaç verildiğini (zehir), zarar verildiğini,
düşmanı olduğunu iddia eder. Bu nedenlere göre tehdit olarak
algıladığı kişi yok edilmeyi hak ediyordur.
Şizofreni kişilik hastalığını kabul etmez. Öte
yandan yakınları tarafından hastalık kimselere
anlatılamaz. Kim bilir belki korumak için, belki de kondurulmak
istenmediği için. Hastalıkla tek başına başa çıkılmaya
çalışılır.
İki
uçlu duygusal bozukluğu Gel git hastalığı
Bipolar bozukluk yani halk arasında bilinen
ismiyle manik depresif hastalığından söz ediyoruz.
Hastalığın başlangıcında kişi hiç
uyumadığı, çok enerjik olduğu bir döneme girer, sonra
aşırı uyku; bu durum sürekli tekrar eder. Üzülecek bir durum düşünüldüğü an
depresyon başlar. Depresyon döneminde fiziksel bir acı çekilmez tabii ki ama ruh acı çeker. Gelgitlerin
depresyon döneminde; parası var, ailesi var, işi var ama ona
sorsanız hiçbir şeyi yok. Eline milyarları verseniz, gidip
şuradan bir pantolon al deseniz alamayacak durumdadır. Kimseyle
sohbet etmez. Hatta insanların birbirleriyle gülüşmeleri bile onu
çileden çıkarır. Oysa O saçma sapan esprilere bile gülen bir
insandır. Bir de mani dönemi var
ki; O dönemde ise dünyanın en mutlu insanı olur. En azından
kendi adına öyle. Habire para harcar, gezer. Mutlu, mesut, bahtiyar bir
insan olur. Ama sadece sinirlenmemesi gerekir.
Sinirlendiği anda gözü hiçbirşeyi görmez olur. Geçmişte
yaşadığı kötü olan ne varsa ne varsa sırayla
aklına gelir. Depresyonda dünyanın en mutsuz insanıyken, öldüm,
bittim derken mani döneminde birden yeniden doğmuş gibi olur.
Hayal edebilecek tüm duyguları
yaşanır Öfke, inkar, keder ve panik. Aynı zamanda da umut,
sevinç ve gurur. İşi, sosyal hayatı, arkadaşları ve
evliliği hayli gergin olur. Aile bir arada oldukları için çok mutlu
olduklarını sürekli tekrarlar ise gelgit dönemleri daha kolay gelmeye başlar. Depresyon
döneminde uzun süre kendisini çok yalnız hisseder. Sorun kendisindemi
yoksa dış dünyadan mı kaynaklanıyor bilemez. Tembellik
ettiği, kibirli davrandığı ya da bir süreçten geçtiği
düşünülür. Bu durumda kişi kendisini çökmüş olduğu kadar suçlu ve değersiz
hissetmesine yol açar.
Hastalık tanı aldığında ve
tedavi başladığında, artık kendisi hakkında kötü
hissetmemem gerektiğini fark eder. Şimdi hayatını kontrol
eder ve ailesi ile arasındaki kırık köprüleri onarabilir. Asla
geri kazanamayacağı bazı arkadaşları olacaktır.
Ama sorun değil. Her zaman yenileri bulunabilir.
Hastalığı kabullenmek zor, kişi
iyiyim der ama değildir. Bazen çok sinirlenir ama bir şey yapmaz,
çıkıp evden gider. Mani dönemindeyken aşırı derecede
para harcamak ister, çıkıp kilometrelerce yürür kafası nereye
eserse, çok az uyur ve enerjik olur. Eş ya da yakın dost desteği
çok önemlidir.
Hastalığın kötü bir tarafı da
iş hayatında depresyon döneminde görülen
farklılaşmadır, sinirlenebilir ve hemen işine son verilir.
Genellikle yakınları dışındakilere söylememeyi tercih
ederler. İlacı soranlara "Sinir var ondan
kullanıyorum" der. Hastalık onu çok karamsar yapar, "Bana
ne olacak" diye düşünür ama
doktoru bu endişeleri giderir. İlaç kullanarak 20 yıl
rahatsızlanmayanlar var. Bu hastalığı yaşayanlar
özellikle uykularına dikkat etsin. Uykuları bozulmamalı, iyi
olduklarını düşünerek kendi kafalarına göre ilaçlarını
bırakmamalı ve doktorunu ihmal etmemeli.
Düz yolda giderken çukura da düşebilirsin bir
anda, bir dağın tepesine de çıkabilirsin.
Hastalığı ile ilgili endişe duymadığı ve
kendini iyi hissettiği için tedaviyi bıraktığı
zamanlar da olur. Özellikle mani döneminde bırakırlar.
Duygu
yönetimi; kimin hangi noktasına vurursan daha fazla verim
alabileceğini çok iyi bilmektir. İnsanların hangi türden
duygularla yönlendirileceğini anlamak bu gücü kullanmayı arzulayanlar
kadar bu güçten kaçınmak isteyenlere de büyük yarar sağlamaktır.
Savaşa yalnız güvendiğim adamlarla girerim diyen, Sun Tzunun
şu sözü özet gibi; Askerlerinizi çocuklarınız gibi görürseniz
sizi en derin vadilerde bile takip edeceklerdir. Onları biricik
evlatlarınız gibi seyrederseniz de ölüme giderken bile
yanınızda olacaklardır der. Akıllı bir düşman
tarafından kullanılacak zaaflar; ölüm için aşırı
istekli olmak, yaşamak için aşırı istekli olmak,
aşırı öfke ve aşırı duygusallıktır.
Öfkeli, aç gözlü, kızgın ve öç alma peşinde olanlar her zaman
kaybetmeye mahkumdurlar.
Kişilerin
algılama ve düşünme yetileri bilinçli olarak kontrol edilebilir mi? Sözgelimi,
seçilen bir kişiye, Haklısın, karşındaki kişi
sana düşmanca davranıyor, sana büyüklük tasarlıyor, senin
iyiliğini istemiyor; fırsatını bulursa seni yok edecek
gibi mesajlar sürekli tekrarlanırsa; şizofrenik bakış
açısı oluşturulabilir ve sonrası facia olur.
Hırs ile rekabet çekişmesinde, intikam
almak için taktikler geliştiren insanların sayısının
arttığını, etrafımda görmekteyim. Tabii ki rekabete dayalı çekişme
olmalı. Fakat bunlar başka!
Çok tehlikeliler, her türlü itibarsızlaştırmayı,
saldırıyı hatta yok etmeyi kendilerinde hak görüyorlar. Şizofrenik
bakış açısı oluşturulmuş insanlar çoğalmaya
başladılar.
Kariyer basamaklarında sürekli zaferler kazanan
o kişiyi hatırladıkca, tüylerim ürperir. Yaşamının
belirli bir evresinden itibaren planlı şizofrenik saldırıları,
hırslanma bilinci olarak kendinde var etmiştir:
1) Kendini üstün, çok farklı görüyordu; başarıya giden yolda
önüne çıkan ne varsa temizliyordu. En büyük yardımcısı, taktikler
vereni babası idi. Ona inanılmaz taktikler veriyordu. Kendini bilmez davranışlar sergiliyorlardı.
Kendilerine verilmiş üstünlükleri herkesi sindirmede silah olarak
kullanıyorladı. Üstelik, bunları kendilerine verilmiş hak
olarak görüyorlardı. Bu kişi çocukluğundan itibaren
şizofrenik saldırı davranış kalıbına
babası tarafından defalarca sokulmuştu. Hep zaferler
kazanmıştı. Düşmanları kaçarak canlarını zor
kurtarmışlardı.
2) Bir gün geleceği için tehlike olacağına
inandığı, fakat baş edemeyeceği bir rakip ile
karşılaştı. Çok didindi; psikolojik zorbalık yapmada
üstün yetenek sahibiydi; fakat rakibi kendini umursamadı, belki de
anlayamadı! Nafile rakip geriye
itilemedi, oyun alanının dışına atılamadı.
Rakip kişilik rahat, şirin, zekice tavırlarıyla
dolaşırken yolları kesişmeye devam ediyordu. Psikolojik zorba kişide iç güdüsel ve bilinçsizce hisler ve
farkında olmadan bitmek tükenmek bilmeyen istekler ve hırslanmalar oluşmaya başladı. Bu
hislerin oluşmasında babanın geçmişte ona
kazandırığı öngörüsü ve yönlendirmesi
inanılmazdı. Şimdi ise sürekli kritik yapıyorlardı.
3) Rakip olarak savaş alanına itilen düşman kişilik
hakkında sürekli küçümseyici cümleler ile bahsedilmeye başlandı.
Tehlike canları çalmaya başladı! Söylemlerinin sürekli
tekrarı psikolojik zorbanın bakış açısında yok edilmesi
gereken düşmana dönüştürüldü. Davranışı kontrol
edilemez boyutlara ulaşması onda hırs bilinci oluşturdu.
4) Hırslanma nedeniyle zihinde kötülük ve iyilik denilen özne ve nesne meydana getirildi. Ardından
zihninde kötülüğün ve
iyiliğin ikiliği oluşuştu. Önce
saldırıyor, hemen ardınan dostluk göstergesi olarak, doslutluk
gösteriyor, gülümsüyor; hediyeler alıyor ve rakibinin de dahil olduğu
organizasyonlar düzenliyordu. Her
saldırı sonrası dostluk göstergesi ile olay
kapatılıyordu. Tüm bu uğraşlara rağmen rakibi ile bir
türlü baş edemiyordu. Kötülüğün
ve iyiliğin sürekliliğinden ve gelgitlerinden bilincin tekliği oluştu. Bu teklik yok edilmesi gereken
düşman idi! Saldırı detaylı planlandı. Aslında
neyi planladığının
son derece bilincindeydi, sadece kendisine maliyeti yüksek olan sonucu
göremedi, o kadar hırslanmıştı ki, gözü dönmüştü ki,
göremezdi de. Hırslarının ve ona taktikler veren
babasının kurbanı olmuştu. Psikolojik zorbalık netice
vermiyordu.
5) Fiziksel Saldırıyı gerçekleştirecek yaşamsal unsurun
hırs duygusallığı
oluştu. Hırslandı. Sürekli törpülenen hırs! Şizofrenik
karaktere büründü ve öyle bir oyuna
girişti ki hem kendi geleceğini hem de rakibinin
sağlığını heba etti. Yaşamsal unsur denilen hırs saldırdı; olanlar son derece can yakıcıydı,
zarar gören rakip, can havliyle kıvrandı, çevresindekiler olumsuz
etkilendi, hatta kendisi de zarar gördü. Sonun geldiğini gören
Yaşamsal Unsur, bütünleşeceği yeni bakış
açısını aradı, buldu. Yeni bir şizofrenik kişilik
ile bütünleşti. Her şeyi gizleme çabasına girişti. Hiç
birşeyden haberi yokmuş gibi davrandı. Oynadığı
oyun ters gidince ve geri dönüşü olmayan krizler patlak verince, hasar
oluşunca büyük bir soğukkanlılıkla ortamı terk etti.
Delileri temizlemeye, şahitleri susturmaya başladı.
6) Çığlık kıyamet kriz patlak verdiği
anlaşılınca apar topar
müdahale başlanıldı.
Yeni bir oluşum meydana
geldi. Bu aşamada
yaşamsal unsur, ters bir şey olursa diye, savunması için
delilller üretmeye başladı. Acılar,
ızdıraplar ve tutsaklıklar meydana geldi. Nasıl bir
düşmanlıktır ki böyle hırçınlaştırır,
böyle hoyratlaştırır bu insanları? Nasıl bir
kindarlıktır ki rakip gördükleri ve istemedikleri insanları yok
etmede kullanırlar sahip oldukları ayrıcalıkları? Ne
yazık ki geri dönüşü olmayan ya da geri döndürmeye cesareti olmayan
bu insanlar nedense hep çatışarak alırlar
hınçlarını. Böyle yapmakla içlerindeki ateşi
söndürdüklerini sanırlar ve anlamazlar ki, kendi kontrollerinde
oluşan durumların sorumluluğunu yıkıma atmaktır
yaptıklarını.
Suçlu olarak ortaya
çıkartıldığında bu kişinin linç edilmesini
istemek ne kadar doğru? Günümüzde bunlardan üst yönetim kademelerinde,
üniversitelerde inanılmaz sayıda var.
Bir kişiyi linç ederek sorunu çözemezsiniz. Günümüz cennetin obur şizofrenik
çocuklarının aileleri, çevreleri, çok iyi analiz edilmelidir.
Saldırgan olarak kimliği lanse edildiğinde,
arkadaşları önce onu savunma çabasına girdiler. Gerçekler birer
ikişer su üstüne çıkmaya başladığında ise
şaşkınız dediler. Ardından, belirli bir süre geçtikten
ve şüpheler orta çıkmaya başladıktan sonra geçmişte
yaşanılan kötü deneyimler ve anılar anımsanmaya ve
paylaşılmaya başlanıldı. Birdenbire tüm
anlatıların sonu, Evet, onun yapmış olduğunu
düşünüyorum ile bitmeye
başladı.
Suçlu olduğu ortaya çıkarıldığında
ise kullandığı ilk cümle: Amacım
onu küçük düşürmek, itibarsızlaştırmaktı. Olayın böyle
sonuçlanacağını tahmin etmediğini söyledi ve devam etti:
Yaptığım işin kötü sonuçlanmayacağını
sanıyordum. Kötü bir şey olduğunu anlayınca çok korktum.
Kimseye böyle bir şeye sebebiyet verdiğimi anlatamazdım. Böyle
bir olayın yaşanmasını istemezdim. Her türlü masrafını karşılamaya
hazırım. Pişmanım! İfadesindeki son cümleye çok dikkat
edilmelidir. Her türlü masrafı karşılamaya hazırım. Geri
dönüşü olmayan hasarın bedeli parayla ölçülür mü?
Pişmanlığın karşılığı bu mu?
Üstelik hasar verici bu saldırıdan öncesinde de, hedef kişiye planlı
saldırgan davranışları tekrarladığı da
görülmektedir.
Fiziksel saldırıyı
gerçekleştirdikten hemen sonra, ne oldu diye sorulduğunda verilen
yanıt: Biri, bilmediğimiz bir sebeple saldırı
düzenlemiş. Herkes çare arıyor. Sanırım hasar oluştu,
düzelmesi için hâlâ umut var. Lütfen dua
edelim, diyordu. Ayrıca yakın
çevresine emniyette ya da üst düzeyde tanıdığınız
birileri var mı? diye sormaya başlamıştı.
Psikolojik zorbada, çok otoriter ve ciddi bir
görüntü veren bir babaya sahip olduğu, bu nedenle de bazı
duygularının bastırılmış olduğu
görülmektedir. Babası olanları öğrendiğinde şok
yaşadıklarını ifade etti. Böyle bir şeyin çocuğum
tarafından yapılacağına ihtimal veremiyorum. Kendi
elleriye büyüttüğü canavarın toplum içerisinde rakiplerini yok ederek
yükselmesinde hertürlü taktiği veren baba, şakanın sonucundan
bahsediyordu. Bu hasta ruhlu insanların yaptığı iğrenç
saldırının en çarpıcı yanı; aslında hiç
birimizin, sandığımız kadar güvende
olmadığımız gerçeğini, tüm
çıplaklığı ile yüzümüze vurulması olmalıdır.
Diğer yandan böyle bir kötülüğü yapacak kadar ağır bir
vakanın toplum içinde sinsice var olmaya devam edeceği düşüncesi
de rahatsız edicidir.
Babasının tetikleyici
uyarılarıyla sürekli kendini mükemmelleştirme,
mükemmelliğini diğerlerine kabul ettirme ve hatta
yarıştırma arzusu artık basit muhakemenin
duvarlarını yıkmıştı. Hırstan gözler dönmüştü.
Bu kadar ince planlar yapan, psikoljik zorbalığı fiziksel zarar
verme güdüsüne dönüştüren insanlar kariyerlerinde yükselip üst düzey
yönetici pozisyonuna getiriliyorlar.
Egolarını, arzularını tatmin edebilsinler diye
kendilerine her türlü etik olmayan davranış da hak görülüyor. Neden mi? Onlardan çok
şeyi yapmaları isteniyor. Sürekli başarı hissine muhtaçlar,
hayatlarından güzel bir kesit sunmaya muhtaçlar. Derinlerde bir yerlerde
böylesi vahşi bir sapkınlığın kariyer ve statü için hırslandırılarak
oluşturulması, kaygıları arttıran bir gerekçe olarak
durur karşımızda.
Psikolojik zorbalar, gösterişi severler,
sabırsız ve olması gereken bir şeyde bile çok ısrar
ederler ve buna takarlar. Bu tavırlar zaman içerisinde
aşılamayacak bir duruma gelmiş ve fark edilmemiş.
Kişiyi analiz etmeye yeniden döner isek, kendisi üst düzey yönetici,
entellektüel sportif faaliyler ile uğraşır, bir çok farklı
dalda kişisel gelişim uzmanı, deha! Nereden baksanız senelerdir beraberler,
aynı ortamda, birlikte çalışmışlar. Bu zaman boyunca
dikkat çekecek, rahatsız edecek çok şey yapmış olmalı.
Nasıl fark edilmedi, nasıl fark ettirilmedi? Gerçekten çok korkutucu. Rakip gördüğü
iş arkadaşı küçük düşecekmiş, yapılanlar bir
şakadan ibaretmiş. Kurgunun şizofrenik bakış
açısına sahip bir beyinden çıktığı o kadar belli
ki.
Kariyerde yükselme adına intikam, kin,
kıskançlık duyguların hakim olduğu, empati kurma
yeteneği yoka yakın, gelişmiş bir vicdandan yoksun
soğuk, katı, insanları kendi çıkarları doğrultusunda
kullanmaktan ve harcamaktan kaçınmayan şizofrenik kişilik. Bu
kişilerin spor, medya, borsa, diplomasi, politika, üst düzey yöneticilik
dünyasında sinsi bir biçimde ve fazlasıyla bulunur olmaları
şaşırtıcı olmasa gerek. Hedef, başarı gibi dünyevi ve maddi
başarılarla kafayı bozmuş psikolojik zorbaların, hayatları
boyunca vicdan azabı çekeceklerini de düşünmüyorum.
Yaşadığımız yüz
yılın gerçeklerinden biri de kendilerinden başka hiç kimseyi
düşünmeyen, cennetin doymak bilmeyen obur çocuklarıdır.
Sınırsız açlık içgüdülere sahip olan obur çocukların
açlıkları nasıl giderilecek, nerede, nasıl durdurulacaklar,
bilen var mı?
Obur çocukların yaşam öykülerine
bakıldığında, paylaşımdan yoksun, duygusallıkta
aç anneler ve babalar karşımıza çıkmaktadır.
Aşırı otoriter, katı baba ile kindar anne modellinde
üretiltikleri; çocukluk ve gençlik yıllarında, duygusal anlamda aç ve
rehbersiz bırakılmış oldukları, aşırı
hırslandırıldıkları görülmektedir. Bunlar, özellikle
toplumsal yapılanma sürecindeki değişimler ya da şans gibi
etkenlerle, itibar, statü ve güç bakımından, hızlı yükselme
fırsatı bulmuş bireylerdir.
Obur çocukların ebeveynleri, genellikle
duygusal açıdan yoksun ortamlarda sirk hayvanları gibi
büyütülmüşlerdir. Kendi çabalarıyla elde ettiklerine
inandırıldıkları başarılar ile gurur duyarlar.
Çocuklarının başarılı olmayarak onları
utandıracaklarından korkarlar. Fakat çocuklarının
kabuklarından çıkıp sağlam bir kişilik oluşturmalarına da
izin vermezler ya da
fırsatları sunmazlar.
Çelişkili bir biçimde, bu özverili ve çalışkan,
aşırı aç kalmış anne babaların çocuklarının duygusal olarak
olgunlaşamadıklarını görebilirsiniz. Bilinçli olarak kendilerinden hiç şüphe etmezler ve onlar için her
şeyin yolundadır ve tüm cevapları zaten bilirler.
Çocuklarının kendilerine özgü ilgi alanlarını ve yaşam
yollarını kabul etmektense, kendi seçtikleri yönlerini överler ve
görmek istedikleri becerilerini teşvik ederler. Her şeyi yapmaya
çalıştıkları için motor gibi çalışırlar.
Obur çocukların, bilinçaltı zihinsel
yetileri sağlıklı beslenmediğinden,
takıntılı duygusal davranış bozukluklarına
sahiptirler. Gerçek kişiliklerini gizleyerek, çevrelerine sevimli, zeki,
eğlenceli, arkadaş canlısı bir görüntü verirler. Ne
yazık ki, büründüğü bu çekici ya da yanıltıcı
kişiliğin ötesini görmek kolay değildir. Nu nedenle cennetin obur
çocukları kendinden başkasının duygularını ve
gereksinimlerini algılama konusunda isteksizdirler. Küstah, kendini
beğenmiş davranış ya da tutum sergilerler. Küçümsemeye dayalı dışlama
davranışını yaptıktan hemen sonra, çok yakın ve
dost gibi davranmaya başladığından önemsemez ise
yıkıcı planını başarılı bir şekilde
uyguladığı her şey bittiğinde
anlaşılır. Açıkçası herkesi aptal yerine koyar.
Nefret duygusu ile yaratılan yapay gerilimler,
var olmayanı var olur kılar. Obur çocukların
takındıkları ben merkezci tutumlar ile kendi kendilerini mazlum
konumuna oturtmaya çabalarlar. Oynadıkları oyunlar aldatmaya
dayalı şüpheci karakterin aynadaki yansımasıdır.
Doymak bilmeyen açlık, içlerinde büyüyen kuşku, örselenme ve törpülenme
onların gelgitlerle dolu olumsuz ruh hallerini çok iyi yansıtır.
Empati yoksunluğunda, obur çocuklar, başkalarının
haklarını önemsemeden etik olmayan anti-sosyal davranışlar
sergileyerek güç elde etmeye çabalarlar. Bencildirler, yalan söylerler, manipülasyon
yaparlar, sorumsuzdurlar.
Cennetin obur çocuklar sahip olmak istedikleri gücün
doruklarına eriştiklerinde, erdemsizlikleri ortaya çıkmaya
başlar. Tam bu aşamada kişisel cinnet durumlarında çok
vahim davranışlar sergilerler. Kuşkusuz her insan ağır
eleştiri, reddedilme ve prestij kaybı yaşadığında
mutsuz olur, fakat obur çocuklar için bu etkenler dayanılamayacak kadar
yıkıcıdır. Olumsuz bir sonuçta, durumu kabullenip,
sorumluluklarını görüp,
başarısızlıklarını olgunlukla üstlenip,
özeleştiri yaparak geri çekilmezler. Kendileriyle birlikte, herkesi
topyekûn ateşe atacak büyük riskler alırlar.
Obur çocuk hızlı değişimlerin
olduğu ortamlarda kendisini ideal çalışan ve potansiyel lider
olduğuna ikna etmesi bir oyundur. Hatta obur çocuğun uygulayacağı
planın başlangıçta algılanıp fark edilmesi çok zordur.
Oynanan oyundan haberdar olunduğunu, zayıf yanının
görüldüğünü fark ederse, kendinden rahatsız olunduğunu
hissederse, sizi düşman olarak hedef tahtasına oturtur; karalama
kampanyası başlatır, sizin yetersiz olduğunuzu sürekli ispat eder, tüm olumsuzlukları
size yükler. Ayrıca dediğinin
doğru olduğunu ispat etmek için sizi sinsice takip eder ya da
ettirerek bilgiler toplar, tuzaklar hazırlar, oyunlar oynar. Yargılar
ve delilleri kullanarak size verilmesi gereken cezayı uygulatmaya
çalışır ve uygulatır da.
Obur çocukların vazgeçemedikleri küçümseyici
karakter, onları içten içe yiyerek geri dönüşü olmayan,
sarsıntıları da oluşturur. Sorgulandıklarında,
karşı tarafı inandıracak yalanları muhakkak vardır.
Sürekli kendilerini över, başarılı olduklarını ispat
için organizasyonlar yaparlar. Gerçekler ile yüzleşmek ve hesap vermek
yerine çatışma başlatırlar. Özellikle tasfiye
edileceklerini fark ettiklerinde hedef düşmanı bulmada ve
silahları bu düşmana yönlendirmede üstün yetenekler ile
donatıldıkları görülmektedir.
Gerçekler ile savaşacak güçleri
olmadığından yaşama tutunma çabalarını
diğerlerini yaşamdan koparmak çabasına dönüşür.
Söylediklerine inanılması için baskın davranışa dayalı
kişilik göstererek, her türlü laf cambazlığı yapar ve vücut
dilini çok iyi kullanırlar. İnanmış gibi bir görüntü
verildiğinde, daha da güç kazanırlar. Eğer gerçekler ile
yüzleşirseler sinir krizi geçirirler, kendilerini kaybeder ve
dengesizleşirler. Dikkat edilmelidir işlerini güçlerini
bırakarak ve etik olmayan her türlü silahları kullanarak
karşı savaş başlatırlar.
Başarısızlığa uğramaları da mümkün
değildir. Çünkü zaman onları haklı çıkartacak olaylara
gebedir. Birlikte hareket edeceği kişileri kendi yanına çekmek
için onlara hediyeler alır, problemlerini çözmek için yardımcı
olurlar. Onlardan kendisi ile birlikte hareket etmelerini isterler. Onları
kendilerine rehin almak için her türlü çatışmadan
faydalanırlar.
Obur çocuklar güç kazandıkları andan
itibaren hiçbir şeyi tartışmaz,
tartışılmasına izin vermezler. Yönetimindeki herkesin
araştırmadan, düşünmeden, sorgulamadan söylenenlere
inanmasını ve denileni yapılmasını isterler. Süreç
içerisinde dost düşman herkesi teker teker tasfiye ederek üst yönetimi
tamamen ele geçirdiklerinde doğrular ve yanlışlar birbirine
girer, her şey karışır, mantığın yerini
çatışmalar alır. Artık organizasyon tamamen obur çocuklara
teslim olmuştur. O andan itibaren gerçek mağdurlar kendileridir ve
kurtuluşları da yoktur. Aslında yok ettikleri kendi
hayalleridir, kendi gelecekleridir. Bilemezler bilmek de istemezler. Herkes
kendi eserinin çocuğudur. Unutulmamalıdır ki insanlar kontrol
edilemeyen zayıflıklarının ve zaaflarının
kurbanı olurlar.
Kendilerini yıldız sanan obur çocuklar:
Çocukları eğitim alsın, katmanlarda
yükselsin diye varlarını yoklarını ortaya koyanların
obur çocuklar yetiştirmedeki gerçek etkenler nelerdir? Doymak bilmez egolarına esir olan bu çocuklar
nasıl üretildi? Çıkar elde
etmek adına diğerlerinin var olma değerlerini suiistimal ederek,
ekalte etmenin ötesinde, onları yok etmeyi
yönelik yamyamlık mı? Bütün bunların çok iyi
yorumlanması gerekir. Cennetin obur çocukları, güzel olan her şeyi,
saf olan ne varsa kirlettirler. İnsanları birbirine düşürürler.
Sınırlarını bilmeyen saygısızlardır. Güç
ellerine geçince, farklı olanı, kendinden olmayanı böcek gibi
görüp ezmeye çalışırlar. Kendilerindeki geriliği irdelemek
ve doğruyu bulmak yerine kendinden farklı olanları
karalayıp kötülerler. Sorgulandıklarında düşünmeden sinsice
ve kurnazca inkar ederler.
Cennetin obur çocukları, ebebeynlerin meydana
getirdikleri anaforda, kendilerini gökyüzünde yıldızların
arasında uçuyor sanırlar. Çünkü
hiçbir şey görmezler ve işitmezler. Uyarıları,
eleştirileri, feryatları duymazlar, duymak istemezler, her şeyin
kendi etraflarında döndüğünü sanırlar. Kendilerinden
olmayanları küçümserler, onlar hakkında yalan söylerler, iftira
atarlar. Dibe doğru kontrolsüz hızlananlar, eninde sonunda dipten
yukarıya doğru, girdabın dışına doğru, gerisin
geriye fırlatılırlar. İşte o an, obur çocuklar,
kendini üreten babalarına ya da analarına savrularak geri dönerler.
Bir gün, eleman istihdamı konusunda bir kurum
benden destek istedi. Hangi bölümlere hangi yetenekler istendiği
dokümanın ilk paragrafını okuyunca anlık
şaşkınlığa düştüm. Doküman İngilizce idi, hazırlayan
ise yabancı bir uzman. Defalarca dokümanı baştan
aşağı okudum. Öngörümle
doküman örtüşmüyordu. Uzmana yazınızdan tam olarak ne
istediğinizi anlamadım, lütfen daha net açıklar
mısınız dedim. Gelen yanıt, ailesini
aşamamış, fakat çok iyi okuldan mezun, taşra
çocuklarından bahsediyor gibiydi. Bende iyi bir okuldan mezun idim,
Anadolunun taşrasından gelmiştim. Ailesini aşamamış
çocuk ne demekti? Kim bunlar? Bu çocukları iyi analiz edebilmem için
davranışlarında aramam gereken özellikleri görünce
şaşırdım. Adayları çok dikkatli dinleyin ve belirli
cümleleri çok sık kullanıyorsa, hemen işe alın
diyorlardı.
Siz
imzalayın, sorun çıkmayacak. Bir şey olursa ben izin vermem.
Bana güvenmiyor musun. Sen bana güven. Ben o problemi hallederim. Bir yerlerde
bir yöneticiden yukarıdaki
cümleleri duyduğum anda tüylerim diken diken olur. Nasıl olur da bir
kişi bu cümleleri kullanmaya bayılır. Çünkü onun görevi yasalar,
yönetmenlikler ve kurallar çerçevesinde problemin nasıl çözüleceğini
belirlemek, olmuyorsa net olarak neden olmadığını
belirtmektir. Oysa kişi kendine görev olarak tanımlananların
dışında, doğru olmayan, karşı tarafı
suiistimale yönlendiren, ya da kendisine biat edilmesini istediği bir
davranış sergilemektedir. İstenilen
yapıldığında ise ya işler sürüncemeye gitmekte, ya da
olumsuz sonuçlanmaktadır. Kurgulanmış ya da işgal
edilmiş işletmelerde, özellikle de şikayetleri, hem de
haklı olunan şikayetleri önlemede ailesini aşamamış
obur çocuklar yıldız olmaya başladılar.
Şöhret
olma arzusu:
Şöhret
olma arzusunun özünde; İyi muamele görmeye duyulan özlem yatar. Her türlü
ikincil dürtü; para, lüks, cinsellik ya da iktidar isteği tatmin
edilebilir; ama şöhret arzusunu asıl tetikleyen saygı görme
isteğidir. Aşağılanma duygusunu asla yabana
atmayınız. Sırf görmezden gelinmenin, hor görülmenin, bir
köşede yalnız bırakılmanın, sıranın sonuna
konmanın ya da birkaç hafta sonra yeniden aramanızın
söylenmesinin neden olduğu keskin acı yüzünden de can havliyle ünlü
olmayı arzuluyor olabilirsiniz. Şiddetle şöhret olmak.
Akıl
ve hırsın dengesizliği:
Hırs,
dengelenmez ise yıkıcı davranışların kökenini
oluşturur. Hırsı uyandıran değersizlik hissidir.
Başta
aile olmak üzere, çevre ve okul, çocuklara hırstan kaynaklanan güçle
başarı elde ettirmeyi bir marifet olarak sinsice öğretir. Bir
canavar yerleştirdiklerinin farkında bile değiller. Çünkü
hırs, sadece bir alana değil, yaşamın her alanına
saldırmaya meyilli bir duygusal hastalıktır.
Eğitimde
başarılı olması için
hırslandırılmış bir çocuk, sokakta top oynarken
yenilgiyi kabul etmekte zorluk çeker. Kendi takımı azıcık
yenilecek gibi olsa, karşı kaleye gol atabilmek için, kızgın
bir boğa gibi arkadaşlarının üzerine saldırır.
Birçok ebeveyn, çocukları ile oynadıkları oyunlarda,
çocuğunun yenilgiyi kabul etmediğinden, yenileceğini
anladığında sinirlendiğinden, oyunu bozup ağlayıp
sızladığından yakınır. Yenilgiyi kabul edememek,
erken uyandırılmış hırsın ürünüdür. Hırs ile
terbiye edilmiş kişiler, sadece kendi ailesi için değil,
toplumsal bir sorundur. Ruh sağlığını koruyarak
başarılar elde etmek, hırs ile değil azim ile
olmalıdır. Azim ise olumsuz duyguların
bastırılması, olumlu duyguların
uyandırılması ile elde edilen ruhsal güçtür.
Hırsı
dengeleyen akıldır. Çok hırslı birisi elde ettikleri ile
yetinmez. Devamlı elde etmek, devamlı sahip olmak ister.
Kazan,
yeter ki kazan:
Kazanmak
için verilen savaşta her şeyi mubah sayan günümüzün yöneticileri,
etik değerleri önemsemezler. Kazan, yeter ki kazan idolü, denizde
atlatılan fırtınalar ile hiç mi hiç ilgilenmemektir. Tek hedef
geminin içi dolu olarak limana yanaşıp
yanaşmadığıdır. Bunun anlamı ne yaparsan yap,
yeter ki kazandır. Bu etik çöküntüyü başlatan en önemli faktör olarak
karşımıza çıkmaktadır. Ekip oluşturma, ekibin
bireyi olabilmeyi başarma sinerjisi yok edilirse, sen kazanırsın
senden başkası asla kazanamaz diye alkışlanan
dürtüler, " benden
başkası asla" felsefesine dönüşür. Çalışarak,
etik değerleri önemseyerek başaracaklarına inanlar birer ikişer
kovulur ya da sindirilir. Bu durum, emek harcamadan, kendini geliştirmeden
bedava gelecek elde etmek için etik olmayan unsurları kullanmayı alışkanlık haline getirir.
Kazan,
yeter ki kazanı rehber edinen çocuklar, yükselen deniz dalgaları
istemediklerini yutsun diye dalganın yıkıcı gücünü
alkışlar. Sıranın kendilerine geleceğini görseler bile
aldırmadan dalgaları alkışlamaya devam ederler. Bilgi
edinme, bilimin gelişmesi sağlıklı yaşam için
gereksinimlerin üretilip dağıtılması konularında
yükselen bir eğri izlerken, bu çocuklarda bilinçlenmeye yönelik
davranışlar kalitesizleşir. Söz konusu çocuklarda görülen maddi
gelişmeler tehlikeli trajik sonuçlar doğururken, manevi anlamda
telafisi zor maddi ve manevi yıkımları tetikler. Bu
çocuklarından beklenecek en büyük tehlike nedir bilir misiniz? Büyücü ruha sahip olduklarına inanmaya
başlamalarıdır. Eğer buna inanır ya da
inandırılır iseler uyarılara verdikleri tepkiler her zaman
aşırı ve kontrol edilemez olacaktır. Batma anlarında
bile sağduyusundan yoksun hareket ederken onlara doğru uzatılan
eli kendisi ile birlikte dibe çekmeye çalışacaklardır.
Ayırt etmesini bilmediklerinden, işin özünü anlamak istemeyecek,
doğruyu yanlışı ayırt edemeyeceklerdir. Çünkü sadece
kendilerinin geliştiğine ve büyüdüğüne inanırlar.
Diğerlerinin değiştiğini, geliştiğini görmek
istemezler. Dünya değişir, bunlar değişmezler, hiçbir zaman
tehlikeler ile yüzleşmek istemezler. Bu yüzden herkesi çok kolay
kandıracaklarına inanırlar.
Harika
çocuklar:
Harika
çocuklar, günümüz dünyasında sanal olarak üretilmiştir. Bu çocuklar
insanlar arasında sağlıklı ilişkiler kuramayan,
farklılıkları yönetmeyen, ortak değerler
oluşturamayanların ürünüdür. Harika çocukların tümü kişilik
ve davranış olarak birbirlerine o kadar çok benzerler ki sadece
görüntüleri farklıdır, lakin robot gibidirler.
Bilgi
edinme, bilimin gelişmesi ve bunun teknolojilerinin yansıması,
sağlıklı yaşam için gereksinimlerin üretilip
dağıtılması konularında yaşanan evrim, yükselen
bir eğri izleyip hızlanırken; harika çocukların
düşünce tarzı ve davranışları yetersiz bir gelişme
sergilemiştir. Söz konusu harika çocuklarda görülen maddi gelişmeler
trajik sonuçlar doğururken, manevi anlamda gelişimleri ise
diğerleri ile aralarında büyük bir uçurumun oluşmasına
neden olmuştur. Harika çocuklardan beklenecek en büyük tehlike nedir bilir
misiniz? Büyücü ruha sahip olduklarına inanmaya
başlamalarıdır. Eğer buna inanırlar ya da
inandırılırlarsa uyarılara verdikleri tepki her zaman
aşırı ve kontrol edilemez olur. Batma anlarında bile
sağduyusuz hareket ederlerken onlara doğru uzatılan eli kendisi
ile birlikte dibe çekmeye çalışırlar. Harika çocuklar mukayese
etme yeteneğine sahip olmadığından, ön yargıların
esiri olurlar. Ayırt etmesini bilmediklerinden, işin özünü anlamak
istemezler, bu yüzden de herkesi çok kolay kandıracaklarına inanırlar.
Doğruyu yanlışı ayırt etme yeteneğine sahip
değildirler. Çünkü ezik doğmuşlar, ezik büyümüşlerdir,
sahip olacakları güzellikleri görmezler ya da görmek istemezler. Sadece
kendilerinin geliştiğine ve büyüdüğüne inanırlar.
Diğerlerinin değiştiğini, geliştiğini görmek
istemezler. Dünya değişir, bunlar değişmez. Harika çocuklar
hiçbir zaman tehlikeler ile yüzleşmek istemezler, olacakları öngörüp,
mevki tutmazlar, çünkü hep korunurlar hep kollanırlar.
Kriz
alternatif bir arayışı gündeme getirecektir. Finans
piyasalarının kendi kendilerini düzenleyeceği iddiası çöpe
atılacaktır. Finans sektörü etkili denetim altına girecek,
denetim boşluklarının, kuralsızlıkların
oluşmasına izin verilmeyecek ve engellenecektir. Serbest piyasa
ekonomisi kontrollü piyasa ekonomisi şekline dönüşecektir. Finans
yönetimi, daha teknik, daha güncel, daha sığ ama daha efektif bir
kadrolaşmayı gerektiriyordu, fakat şimdi daha beyinsel, daha
derin, daha entelektüel bir yapıya geçilecektir. Sistem yeniden
modellenecektir. Kendilerinin kurdukları denetim, kontrol ve izleme
metotları günümüz yönetim anlayışında anlamını
yitirmiştir. Özgüvene dayanan birlikte düşünen,
farklılıkları ve fırsatları keşfederek hedefe
birlikte yönelenler önemsenmeye başlanacaktır. Bu
anlayışı kabul etmeyen sistemler her zaman kendilerini
çatışma ortamında bularak, anlamlarını
yitireceklerdir. Çalışanların yetenek ve katkılarına
saygı duyan, insani değerlere derinden inanan, mükemmelliği,
risk almayı ve yaratıcılığı geliştiren bir
ortam yaratacak liderler istenmektedir.
Pirus
Zaferi:
Pirus
zaferi, askeri ve siyasi literatürde sıkça kullanılan bir
kavramdır. Kazandığın anda kaybettiğin zaferi anlatmak
için kullanılmaktadır. Pirus zaferi, yıkıcı büyüklükte
kayıplar pahasına kazanılan bir zafer. Kazanan tarafın
başka bir zafer kazanamayacak kadar fazla yıprandığı
imasını taşır.
İtalyan
Yunanlılar, Barbarları (Romalılar), yarımadanın
güneylerinden uzak tutmak gerektiğine inandılar. Adriyatik Denizinin
karşısında bugünkü Arnavutluk-Makedonya hattında kurulu Yunan
hükümdarlığı Epirin şan şeref düşkünü kralı
Pirustan(Pyrrhus) yardım istediler. Yarım adanın lideri olmaya
çok hevesli Pirus, bu daveti büyük hevesle kabul etti ve bir çok fil ve 25 bin
askerden oluşan ordusuyla İtalyanın güney ucuna geldi. Makedon imparatoru
büyük İskender'in uzaktan akrabası Yunan Epir kralı Pirus, MÖ
280'li yıllarda İtalya'ya fethe gitti. Böylece Pirusun ordusuyla
Romalılar arasında MÖ 280 275 yılları arasında 5
yıl sürecek Pirus Savaşları başladı.
Pirus,
gözü karalığı ve savaş yeteneğiyle
Romalıları önce Heraklia savaşında yendi. Zafere
rağmen kendisi de oldukça fazla askerini kaybetti. Ancak, hesapta olmayan
bir şey oldu. Romalılar yenilmelerine rağmen çok inatçı ve
dirençli çıktı. Romalılar, topraklarını büyük bir
özveriyle savundu.Üstelik, yarım adanın güneyindeki İtalikler
de Pirusun hesapladığı gibi ona değil, Romalılara
katıldı. Dahası Romalılarda Pirusun sahip
olmadığı kadar insan kaynağı vardı.
Kayıplarını anında telafi edebiliyorlardı. Ne
pahasına olursa olsun zafer kazanmak isteyen Pirus, geri çekilmedi.
Küçük
çaplı çatışmalardan sonra iki ordu arasındaki ikinci büyük
savaş Askulumda meydana geldi. Pirusun ordusunda o zamanın en
etkili askeri gücü olan filler vardı. Romalılar ise daha çok
kalabalık bir gerilla ordusu gibiydi. Romalılar, Pirusun asıl
gücü görünen unsurları yanı filleri hedef aldılar.
Attıkları kızgın oklar ve uzun mızraklarıyla
filleri kızdırıp
panikletmeyi başardılar. Dev cüsseli hayvanlar
etraflarındaki herkesi ezmeye başlayınca Pirus da büyük
kayıp verdi. Zor bela da olsa Romalıları püskürtmeyi
başardı. Çok kanlı geçen, iki tarafın da büyük
kayıplar verdiği savaşlardan Pirus galip çıktı.
Bazı kaynaklara göre Pirus, önemsiz zaferler için ordusunun neredeyse
tamamını heba etmiştir. iddiaya göre Pirus, tanrım bana bir
daha böyle zafer verme dedirtmiştir. O zamandan bu yana sahte zaferleri,
yenenin de aslında yenilmeye mahkum olduğu galibiyetleri anlatmak
için Pirus zaferi kavramı kullanılır. İşte bu sözden
dolayı, nihai getirisi, kazanma yolunda ödenen bedeli
karşılamayan zaferlere siyasi ve tarihi literatürde Pirus Zaferi
deniyor. Meydanda zafer gözükür ama daha geniş bir perspektiften
bakıldığında bir hezimettir.
Hiç
beklemediği kadar güçsüz kalan Pirus, Romaya ateşkes ve uzlaşma
teklif etti. Ama Roma bu teklifi, sadece Pirusun Yarımadayı
terkedip evine dönmesi şartıyla kabul edeceğini bildirdi. Pirus
için çatışmadaki mevcut tabloyu değiştirebilecek tek bir
güç kalmıştı. Dönemin süper gücü Kartacaya destek talebinde
bulundu. Ancak Yunanlıları daha büyük tehdit gören Kartacalılar
Romalılarla ittifakı tercih ettiler ve istediği desteği
vermediler. Bütün yarım
adanın lideri olmayı hayal eden Pirus daha fazla dayanamadı ve
yarım adanın güneyini de Romalılara bırakarak kalan az
sayıda askeriyle Epire geri döndü. MÖ 272de Argosta bir sokak
kavgasında bir kadının kafasına attığı
taşla öldü. Bu, antik çağın yenilmesi imkansız savaş
gücü olarak görülen Yunan ordusu efsanesinin sonu oldu. Romalılar ise
264te son Etrüsk şehri Volsiniiyi de ele geçirerek yarım
adanın tek hakimi haline geldiler.
Roma,
Pirus karşısında zaferi nasıl
kazandığını unutmadı. Pirustan birkaç on yıl
sonra Romayı yok etmeye gelecek Kartaca karşısında da bu
zaferin öğrettiklerini hatırlayacaklardı. Romanın
inatçılık, disiplin ve azmini, Kartacalılar bütün Akdeniz
uygarlıkları da not etmişti. Çünkü o dönemde sivil güçler
arasındaki savaşlarda taraflar arasında bir kaç kılıç
çatışması yaşandıktan sonra çok fazla insan ölmeden
bir taraf pes ediyordu. Helenler arasındaki savaşlar da savaştan
çok düello veya gösteri gibiydi. Fakat Roma böyle değildi. Romanın
lugatında pes etmek yoktu. Ve Helenlerden farklı olarak Romada genç,
yaşlı, kadın herkes askerdi ve kendini feda etmeye hazırdı.
Eğitilmiş
sirk çocuklarını ilk gördüğümde, Bu kadar dangalakça bir
cahillik, ancak tahsil ile mümkün olur derim. Kendilerinden oldukça emin,
bilgili olduklarına dair görüntü verirler. Başkaları
hakkında epey gelişmiş önyargılı sezgileri ve
bilgileri olmasına rağmen, kendileri konusunda
şaşırtıcı kandırma yetenekleri ve
yaptıkları her şeyi bir takım erdemlerle süsleme
eğilimleri olduklarını görürüm. Vicdan, ahlak gibi temel kavramları
sürekli kendilerini temize çıkartmak için kullanırlar. Kendilerini
korumak için harcadıkları enerjinin yarısını gerçekle
yüzleşmek, empati yapmak, sorgulamak, ölçmek ve öz eleştiri için
harcalar aslında çok daha büyük yüklerden kurtulacaklar. Yapmazlar... Fark
ederim ki eğitilmiş bu çocuklar hatalarını düzeltmekten
çok, kendilerinden başka hiç kimsenin bir şey bilmediğine
inanmayı, kendinden olmayanları dışlamayı, hatta yok
etmeyi kendilerine verilmiş bir hak olarak görürler.
Kendileri dışında bir dünya
olmadığına inanmış sanal zümrenin eğitimli
çocukları birbirlerini giyimleri, arabaları, tatil
yaptıkları yerler ile tanırlar. Grup halinde hareket ederler.
Rahatsız oldukları birini, kendilerine göre öğrendikleri
saygınlık (!) sınırları
içinde yok saymaya başlarlar; konuşturmazlar, sürekli sözünü
keserler. Sorgulamak istemezler, çünkü yetersizdirler, bilgisizlikleri ortaya
çıkacaktır. Dinlemezler, önyargılıdırlar. Fakat
ağızları iyi laf yapar, arkalarında dayıları
vardır. Sen bilemezsin-i koro halinde haykırırlar.
Suratlarının rengi donuk ve soluktur. Farklı olanı yok
saymak için özel geliştirdikleri dışlama yöntemlerini
uygularlar; sağırlaşırlar, dinlemezler, duymak istemezler.
Tüm cümleleri hayır yanlışsın diye başlar. Araya
girip müdahale edilmek, bir şeyler anlatılmak istendiğinde izin
vermezler, konuşmayı keserler, itaat etmeye zorlarlar.
Araştırma yapmadan, çıkarlarına
itaat etmeyenleri yargılama cüretkârlığını kendilerine
verilmiş hak olarak görürler. En büyük, en bilgili gibi enleri bol olan
onlardır. Onların dışında bu ülkede hatta bu dünyada
hiç kimse daha kültürlü ve daha bilgili olamaz. Olmamalı. Bu yüzden
kendileri dışındakileri dinlemeden, sorgulamadan,
dışlayarak kendi kendilerine onların bilgisiz olduğunu
ispat etmeye çalışırlar.
Tuhaf olan ise rakip algıladıkları
kişiyi tanımadan, kişiliğini, bilgi düzeyini, kültürünü
bilmeden, merak edip öğrenmeden hemen saldırırlar. Bilmek
istemezler. Çünkü sirk hayvanlarına benzer davranış sergileyen
bu türden eğitilmişler, küçümseyip hor görmeyi birer üstünlük
derecesi olarak yaradılıştan kendilerine verildiğine
inanırlar.
Yaşama
anlam kazandıran en soylu davranış pozitif etkinliktir,
saygıdır, paylaşmadır. İnsanın
davranışlarına beklenti ve gereksinimleri yön verir.
Duyguların önemsenmediği bir sınıf topluluğu her zaman
ruh sağlığını bozar. Kral ve mahiyetinin
bulunduğu bir ortamda bir sessizlik ve itaat istenir. Kralın gücünü
belirleyen mahiyeti, süreç içerisinde
daha fazla tehdit edici hale gelmektedir. Farklı olanın
varlığından bilinçli veya bilinçsiz bir tedirginlik
duyulmaktadır. Baskıcı tavırlar farklı olanın
zihinsel ve duygusal enerjisini saptırır. Bu durumda ya boyun
eğer ya da tepkici tavır geliştirir.
Çatışmaları
ortadan kaldırmak için, sirk çocuklarını üreten
eğitimlilerin dengeli ve düzenli bir iletişim kurmayı
öğrenmeleri ve ortak değerler oluşturmaya çalışmaları
en akılcı çözüm olacaktır. Ya mağdurlar! Sirk
çocukları için öncelik çıkarları ve menfaatleridir. Bunu bilmeleri yeterli olacaktır.
Empati
yapmaktan yoksun, kendinden olmayanları, farklı olanları
dışlamayı alışkanlık haline getirenler,
ayrımcılık temelinde grup içi etik olmayan yaşam
geliştirirler. Doymak bilmeyen, oburlaştıkça şımaran
bu sirk çocuklarının saldırılarından
geleceğimizin teminatı olan gençlerimizi nasıl koruyacağız?
Şikayet
ve dedikodunun kalitsizleştirdiği insanlar neyin peşindeler?
Empati kurmak, kendinizi başka birinin yerine koysanız ya da onun
yerinde olsanız ne yapardınız sorusuna aranan
yanıttır. Yanıtı bulmak için dinlemek gerekir. Sağlıksız
iletişimin en temel özelliği, dinlemenin ortadan
kalkmasıdır. Unutulmaması gereken bakış
açısını değiştirmek ve
karşındakinin yerine kendini koyabilmek çözümsüz gibi görünen
problemleri bile çözer.
Gizli
rekabetin yoğun olduğu günümüz dünyasında, psikolojik baskı
uygulayarak, yok etmeye dönüşen hatalı davranış örnekleri
sıkça görülmeye başlanılmıştır. Çözülemeyen
problemler, sağlıksız iletişim ve ayrımcılık
gibi olumsuzluklar süreç içerisinde kişide duygusal yönden sapmalar
oluşturmaktadır. Yok sayma ile başlayıp yok etmeye
dönüşen davranışların temel özelliği
karşısındakini ortadan kaldırmak için yapacağı
etik olmayan her türlü davranışı birer hak olarak kendinde
görmeye başlamasıdır.
Daima
odaklı bir pencereden bakanların ve daima karşı tarafı
suçlayan davranış bozukluklarına sahip olanların zihinsel belleklerinin ele geçirilmesinin çok kolay olduğu görülmektedir.
Yargılayıcı, eleştirici ve tartışmacı bir
tutum, karşılaşılanı savunucu olmaya yöneltir ve
öfkelendirir.
Çoğu
zaman haklı olduğunuzu karşı tarafa anlatmaya
çalıştıkça, bilinçli olarak kendinizi tartışmalı
ve rahatsız edici bir ortamın içerisinden kurtaramazsınız.
Herkes ısrar eder. Ortak bir çözüm bulmanın yerini bir savaş
hali alır. Hiddet ve küskünlüğün sonunda genellikle haklı
görüşler dikkate alınmadan, diğer tarafın kesin isteklerine
boyun eğildiği ya da sonuçlanmadan gergin sonlandığı
görülür. Her zaman nazik olmak, çözüm yolu değildir. Nazik bir
tartışma yolu izleyerek olabilecek zararları önlemeyi ummak,
karşı tarafı dost gibi görüp bir anlaşmaya varmak için
önerilerde bulunmak, ödün vermek, karşı tarafa güvenmek ve
yüzleşmeyi önlemek için gerektiğinde geri çekilmek sizi çok tehlikeli
duruma düşürebilir. Belki de her şeyinizi kaybedersiniz.
Fikirler,
karşınızdakini ikna etme ve yanıtlama üzerine olduğu
baskı karşısında karar vermeye çalışmak
görüş alanını daraltır. Tartışma sonucunda
insanlar kızabilir, üzülebilir, korkabilir, düşmanca hisler
edinebilir, kırılabilir ve gücenebilirler. Dünyayı kendi
açılarından görenler kendi görüşlerini gerçekler ile
karıştırırlar. İnsan problemleri sezgi, heyecan ve
iletişim üçgeninde dolaşır. Sezgide karşı tarafın
düşündüklerini anlamak, problemi çözmenizde yeterli olmaz. Problem ve
farklılık onların düşündükleridir. Durumu karşı
tarafın gördüğü açıdan görmeyi becerin.
Karşınızdakilerin görüşlerini anlamak onlarla ayni fikirde
olmak anlamına gelmez, çelişki alanını daraltmanıza,
aynı zamanda kendi çıkarlarınızı geliştirmenize
yardım eder.
Beden
dili düşünce ve duyguların yüz ve
bedende dışa vurumudur. İletişim ise, bir düşüncenin
kelime, el, yüz ve beden hareketleri, resimler ve diyagramlar gibi semboller
ile ifade edilmesidir. İnsan
diliyle çok kolay, bedeniyle ise çok zor yalan söyler. Beden dilini
tanımlayan hareketler, kişiliği tanımlayan mesajlar verir.
Davranış, konuşma, gülümseme ve vücut dili birbirinden ayrı
hareket etmeye başlarsa palyaçoya benzersiniz. Karşınızdakine
yüz hatlarınızdan, bakışınızdan ve hareketlerinizden
inanılmaz mesajlar iletirsiniz, ve
iletiğinizi de sezersiniz.
İyi
bir konuşmacı dinleyicilerinin önünde pozisyon ve vücudun duruşu
ile tamamen görünecek bir şekilde durur. Her zaman, görünmenizi
kısıtlayacak bütün engellerin önünde durun. Ayakta durmak size
otorite kazandırır; düzgün nefes almanızı, sesinizi
kullanmanızı ve daha iyi bir göz teması kurmanızı
sağlar. El ve kol hareketleri yapabilmek için daha çok yeriniz olur.
Oturmak göz temasınızı azaltır, notlarınıza bakma
eğiliminizi artırır, dinleyicileriniz sizi görmeyebilir, sizi
masada bulunan malzemelerle oynamaya teşvik eder.
Konuşmaya
başlamadan endişelerinizi, korkularınızı
tanımlayın ve düşüncenizi ona kapamayın. Bu duygularla biraz zaman geçiriniz. Böyle
korkunç deneyim karşısında kendinizi nasıl
hissedeceğinizi, ne kadar kötü duruma düşeceğinizi, neler
yapabileceğinizi, neler söyleyebileceğinizi, nasıl
yaşayabileceğinizi düşündüğünüzde sinirlerinizi kontrol
etmekte bir hayli yol almış olacaksınız.
Konuşmacının güven duygusuna sahip olması için
konuşmasını iyi yapılandırmış olması,
konu ile ilgili hazırlık yapmış, görsel
araçlarını konuşma taslağını veya bilgi
kartlarının iyi hazırlanmış olması gerekir.
Göz
temasıyla ilgimizi, aşkımızı,
hoşnutsuzluğumuzu, sıkıntımızı, kibrimizi
hatta öfkemizi gösteririz. Kısaca duygularımızı
gözlerimizle ifade ederiz. Surat asmak, unutmayın kendinizi gergin
hissetmeniz karşınızdakini hatası değildir.
Eller
üzerindeki hiçbir aksesuar ile oynamayın, yüze, saça, ceplere,
sıraya, masaya dokunmayın. Sandalyenin arkasına, notlara,
konuşma kürsüsünün yanına tutunmayın. Elleriniz vücudun herhangi
bir yerini kaşımamalıdır.
Eller vücudun arkasında, ceplerde, bacakta, kolları birbirine
kavuşturarak veya üzerlerine oturarak saklanmamalıdır. Elleriniz
dinleyicileri işaret etmemelidir.
Konuşurken
bir şeyleri saklayanlar genellikle gözlerine, kulaklarına,
dudaklarına daha sıkça dokunurlar. Yüzlerini elleriyle örtenler,
genelde kendi söylediklerinden emin olmayanlardır. Elleri belinde ayakta
duran bir kişi nedensiz de olsa kavga çıkarmaya hazırdır.
Karşınızda bacak bacak üstüne atmış biri varsa ve de
üstteki bacağını sallıyorsa, bu onun
sıkıntıdan ölmek üzere olduğunu gösterir. Derhal espri patlatmaya
başlayın. Başını iki elinin arasına alma, gözleri
aşağıya doğru bakma da sıkılmanın
göstergesidir. Hemen konu değiştirin. Kollarını göğüs
hizasında kavuşturmuş kişinin savunmasız halde
olduğunu anlayabilirsiniz. Ona kabul ettirmek istediğiniz her ne varsa
hemen harekete geçin. Çenesini tutan bir kişi büyük bir
olasılıkla kafasında değişik değerlendirmeler
yapıyordur. Bu durumda sizi dikkatle dinleyemeyeceğine göre, ona çok
önemli meselelerden söz etmeyin. Burna hafif dokunma veya hafifçe ovma; geri
çevirme, şüphe, yalan söyleme anlamına gelir.
Karşınızda ellerini ovuşturan kişinin sizden bir
beklentisi var demektir. Bu beklentiyi tahmin etmeniz pek de zor
olmayacaktır. Eğer olumlu cevap veremeyecekseniz ortamdan hemen
sıvışın. Otururken hafif kaykılmış, ellerini
başının arkasında birleştirmiş, bacak bacak
üstüne atmış bir kişi kendine güvendiğini ve
karşısındakine üstünlük tasladığını
gösterir. Eğer gıcık olduğunuz biriyse zekice
sataşmalarla bu özgüveni bir anda ortadan kaldırabilirsiniz. Yana
hafif eğilmiş baş anlatılana ilgi gösterildiğini ifade
eder. Bu durumu iyi değerlendirin, konuşmanızı sürdürüp
ortamın keyfini çıkarın.
Çenesine hafif hafif vuran birinin bir karar verme aşamasında
olduğunu anlayabilirsiniz. Hakkınızda hayırlı
olmayacaksa onu bu düşüncelerden uzaklaştırmak için dikkat
dağıtıcı hareketler yapın.
Niyet
edilmemiş yüz ve beden ifadelerine ise duygusal ifade adı
verilmektedir. İnsanların yüzlerinde aniden korku veya hayret ifadesi
belirmesi, duygusal yüz ifadelerine örnektir. Bu tür ifadeler niyet edilmeden
yapıldıkları için, sözlü anlatımdan farklıdırlar.
Yüzümüzdeki ifade, el ve vücudumuzun duruşu ve göz temasımız
sözsüz iletişimde önemli bir yer tutar. Başı evet hayır
anlamında sallamak, kaşları hayır anlamında
kaldırmak tıpkı sözlü ifadeler gibi anlam taşır.
Karşımızdakinin omzunu tutma, elini sıkma, koluna girme
gibi bedensel temaslar da karşımızdakine mesajlar verir.
İnsanlar, kendi çevrelerinde mekan kullanma yoluyla iletişimde
bulunurlar. Başka insanlara olan uzaklığımızı
ayarlayarak, onlara uzak ya da yakın durarak bir takım mesajlar iletiriz.
Sevdiklerimize yakın durmayı tercih ederken, daha az samimi
olduklarımızla aramızda biraz daha fazla mesafe bulunmasına
dikkat eder, hiç tanımadıklarımıza daha uzak dururuz.
Ellerin
dört temel bölgesi vardır; parmak, avuç içi, kenarı ve üstü. Avuç
içini göstermek, dostça, barışçıl bir
yaklaşımdır. Avuç kenarı, keskin ve seri ifadeler içerir.
Reddetme, kabul etmeme durumunda elin yanı kılıç veya karate
darbesi gibi kullanılır. Elin tersi canlılığı
gösterir. Bazen saldırgan ve düşmanca olabilir. Her İki El de
Başın Arkasında hareketi kendilerine güveni veya bir konuda
kendilerini baskın ya da üstün hisseden kişilere özgü bir harekettir.
Bu hareketi aynı zamanda her şeyi bilenler kullanır ve çoğu
kişi bu hareketi sinir bozucu bulur. Bir konuşma veya görüşmeyi
sona erdirme arzusunu gösteren hazır olma hareketleri her iki el de
dizlerin üzerinde olarak öne eğilme veya her iki elle de sandalyeyi
kavrayarak öne eğilmedir. Bir konuşma sırasında bu
hareketlerden biriyle karşılaşmanız durumunda öncülüğü
ele alıp konuşmayı sizin bitirmeniz daha akıllıca
olabilir.
Egemenlik alanında insanlar, kendi
çevrelerinde oluşturdukları mesafeler yoluyla da iletişimde
bulunurlar. Karşılıklı konuşan kişiler
arasındaki mesafe, konuşan kişilerin samimiyet düzeyini
gösterir. Sokakta yürürken tanımadığımız birisi, 5cm.
kadar yanınıza yaklaşıp size adres sormak isterse, ne
yaparsınız? Başkalarıyla aramıza koyduğumuz
uzaklık, onlara karşı duygularımızla ilgilidir ve
onlarla ilişkilerimiz hakkında bazı şeyler gösterir. Bu
uzaklığa egemenlik alanı denir.
Dört ana bölgesi vardır; mahrem, kişisel, sosyal ve genel alan
(ortak bölge). Mahrem alanı sevmek,
teselli etmek, korumak ve kutlamak gibi eylemlerde kullanılır.
Kazanılmış bir alandır. Genelde bize yakın olma
hakkına sahip kişiler girebilir. Duygusal yakınlaşmayı
gerektirir. Bazı durumlarda fiziksel yakınlık olmadan, (
asansörde) yakınlaşma zorunlu olur, Bu insanı tedirgin eder.
Mahrem alana ancak hak kazananlar girebilir.
Kişisel
alan genellikle iki arkadaşın konuşurken korudukları
mesafedir. Bir kokteylde birbirini tanıyanlar bu mesafeyi korurlar. Sosyal alan iş hayatında sosyal
alanın baş koruyucusu, çalışma masasıdır.
Karşılıklı oturan iki kişi arasına
yaklaşık 2 metrelik bir mesafeyi koyar. Partideki davetliler,
dairesel bir sosyal alan oluştururlar. İnsanların
arasındaki mesafe, değişik mesajlar verir. Genel alan 3 metreden daha fazla bir
alanı kapsar. İlgilenmek istemediğimiz yabancılarla
aramıza koyduğumuz bir alandır. Lobide asansör bekleyenler,
duraktaki insanların aralarına koydukları mesafe buna örnektir.
Lider nasıl olunur kitaplarının
sağladığı katkıyı anlatan bir asistan
kadının anlatısı:
İşe
ilk başladığımız yıllardı. Patronumuz olan
genç adam gazete okuyordu. Birden yerinden fırladı. Koşarak
dışarı çıktı. Yerimden kalktım, gittim, okuduğu gazete sayfasına
baktım. Büyük puntolar ile Kişiliğinizi yirmi soruda test
edin yazıyordu. Patron ofise geri
döndüğünde lider nasıl olunur ve beden dili kullanımı
kitaplarından çok sayıda satın aldığını fark
ettim. Başladı okumaya orada ne yazıyorsa ya
yazılanların aynısı ya da tam tersi gibi davranmaya
çalışıyordu. Ben okuyorum o da davranışını
yazılanlara göre değiştiriyor ya da düzeltiyordu. Eğitimin
ilk başlarında, davranışları tamamen sirk
hayvanlarınkine benziyordu. Bir gün
onu toplantıda gördüm, sanki konuşan o değildi, gözlerime
inanamadım. İzlemeye
başladım. En dikkat çekeni ise karşısındakilerin tümü,
lider nasıl olunur dersi almış harika çocuklardı. Fakat
bizim ki onlardan farklıydı; yetenekliydi, kendine güveni tamdı.
Oynamıyor yaşıyordu. Yalan söylemeye
başladığında ellerini saklamadı, parmağını yüzünün hiçbir
yerine dokundurmadı ve gözünü karşısındakinin gözünden
ayırmadı. Çünkü okuduğumuz kitapta yalan söyleyen gözünü
karşısındakinden kaçırır, ellerini saklar,
parmaklarını burnuna değdirir yazıyordu. Bizimki yalan
söylerken gözünü karşısındakinin gözüne kilitledi, ellerini güç
unsuru olarak masanın üstüne koydu ve burnuna dokunmadı. Ve
karşısındaki sirk maymunları bizimkinin doğru
söylediğine inanmışlardı. Sonra bizimki doğruları
konuşmaya başladı, anlattıklarının tümü
doğruydu, konuşurken gözlerini karşısındakinden
sürekli kaçırdı, ellerini saklamaya başladı ve sürekli
parmaklarını burnuna dokundurdu. Adam doğruyu söylüyordu, fakat
diğer sirk çocukları bizimkinin yalan söylediğine
inandılar. Birden toplantıda diğerleri beden dilleri ile
haberleşmeye başladılar. Toplantı biter bitmez, bizimki
koşarak çıkıp gitti, onlarca kitap satın alıp
dönmüştü; toplantı yönetimi, beden dili ile toplantıda
haberleşme yöntemleri. Eyvah yandık dedim. Çünkü sıra bize
gelmişti. Haftalarca karşımızdakini kandırmak için
toplantıda nasıl davranacağımızı öğrendik. Sonunda başardık. Tüm kurum
çalışanları sirk çocukları gibi davranış
geliştirmiştik. Aradan yıllar geçince iki şey fark ettim.
İlki bizim ki, zengin iş adamlarından biri olmuştu.
İkincisi ise bizler ise artık dostlarımıza, hatta çocuklarımıza bile dürüstçe
davranamıyorduk.
Yaşama
anlam kazandıran en soylu davranış pozitif etkinliktir,
saygıdır, paylaşmadır. İnsanın
davranışlarına beklenti ve gereksinimleri yön verir.
Duyguların önemsenmediği bir sınıf topluluğu her zaman
ruh sağlığını bozar. Kral ve mahiyetinin
bulunduğu bir ortamda bir sessizlik ve itaat istenir. Kralın gücünü
belirleyen mahiyeti, süreç içerisinde
daha fazla tehdit edici hale gelmektedir. Farklı olanın
varlığından bilinçli veya bilinçsiz bir tedirginlik
duyulmaktadır. Baskıcı tavırlar farklı olanın
zihinsel ve duygusal enerjisini saptırır. Bu durumda ya boyun
eğer ya da tepkici tavır geliştirir.
Çatışmaları
ortadan kaldırmak için, sirk çocukları gibi davranış
geliştiren eğitimlilerin dengeli ve düzenli bir iletişim
kurmayı öğrenmeleri ve ortak değerler oluşturmaya
çalışmaları en akılcı çözüm olacaktır. Ya
mağdurlar! Sirk çocukları için öncelik çıkarları ve
menfaatleridir. Bunu bilmeleri yeterli
olacaktır.
Psikolojik şiddetin temelinde; kıskançlık ve empati
eksikliği gibi hatalı davranış sergileyen zorbalar
bulunmaktadır. Kendi kurallarını benimsetmeye çalışan
zorbalar istemediklerini bezdirmek ( yıldırmak, dışlamak,
etkisizleştirmek ) için duygusala saldırırlar. Psikolojik zorbalığa uğrayan
mağdurda işten ayrılma, özgüven kaybı, yeni iş
bulamama korkusu, tükenmişlik hissi, performans düşüklüğü,
stres, depresyon ve intihara sürüklenme gibi olumsuz davranışlar
görülmektedir. İşyerindeki
zorbalarla mücadelede, mağdurun kendisi kadar; işveren, iş
arkadaşları ve nihayetinde tüm toplum tarafından konunun
önemsenmesi gerekmektedir.
Duygusala saldıranlar ile
mücadele etmek ve psikolojik zorbalığı durdurmak için önce
konunun ne olduğunun çok iyi bilinmesi gerekir. Unutulmaması gerekir
ki bütün ahlaki değerlerin temeli onurdur, şereftir ve haysiyettir. İşyerlerinde Psikolojik
Şiddetin Önlenmesi başlıklı genelge 19 Mart 2011 tarihinde
Resmi Gazetede yayımlanmıştır. Psikolojik şiddet ya da zorbalık, hiçbir fiziki
müdahale olmaksızın tekrarlanan duygusala saldırıyı
içerir. İstenmeyene sürekli verimsiz ve yetersiz olduğunun
söylenmesi, aşağılayıcı ifadelerle suçlanması,
dışlanması bu kapsamda görülmektedir.
Duygusala saldıranlar,
istenmeyen kişinin çevresini sinsice kuşatır, ondan kurtulmayı
hedefler. Etrafında gergin bir hava yaratılır, sert
davranışlar, azarlamalar ve gözdağı vermeler sürekli
tekrarlanır. İşi gizlice sabote edilir. Mağdurun en ufak bir hatası,
ağır suçlamaların ve hakaretlerin bahanesi olur. Mağdurun
psikolojik olarak çökertilip işten ayrılmasını
sağlamak için gizli, organize ve kurgulanmış süreçleri içeren
etik olmayan eylemler başlatılır. Hatta mağdurun
işinden ya da görevinden ayrılmasının kendisi için
hayırlara vesile olacağı konusunda ikna edilmeye
çalışılır! Mağdur direnir ve ret ederse
zorbalığa dayalı yıldırma süreci
başlatılır. Saldırganlar tek başlarına hareket
etmezler, grup halinde her yönden saldırıya geçerler. Mağduru
bulunduğu pozisyonun çok altındaki bölümlere göndermeye
çalışırlar. Şaka yapıldığını sanan
mağdur, ısrar edildiğini ve işin ciddiyetini fark
ettiğinde bunun kabul edilemeyeceği, böyle bir talepte
bulunmalarının, insan haklarına aykırı olduğunu
söylediğinde fazla diretmezler. Mağduru kurban etmek için geri
çekilir gibi yaparlar, hatta belirli bir süre geri de çekilirler,
saldırmazlar, beklerler. Sonuç
almak için bu tür psikolojik zorbalığa dayalı
saldırıları, dönemsel
olarak sürekli tekrarlarlar. Mağdur kızıştırılıp gücü ve hareket
kabiliyeti test edilir, saldırıya zorlanıp reaksiyonları
ortaya çıkartılır, kuvvetli ve zayıf noktaları
belirlenir. Mağdur için
direnmeleri imkansız olan durumlar oluşturulur ve tekrar
saldırıya geçerler. Olanlar tamamen psikolojik
saldırıdır; yıldırma amaçlıdır.
Sayıklama karşısında humma, öfke
karşısında kudurma ne ise hayaller görerek kendinden geçen,
düşündüklerini de keramet sanan saldırganlar, bütün suçları kendileri
gibi düşünmemekten ibaret olan mağdurlarını
darağacına hiç çekinmeden gönderen yargıç gibi davranarak
aşağıda belirtilen zorbalıkları yaparlar;
·
Mağdurun iş yerinde kullandığı eşyaları
kayıp ederler veya bozarlar, yerine yenisini koymazlar.
·
Mağduru kontrol dışı tepki göstermesi için
kışkırtırlar, doğrudan doğruya dahil
olacağı kavga ve çatışma çıkması için
tartışma başlatırlar.
·
Mağduru çok rahatsız olacağı ve istemeyeceği bir
yerde, yetenek ve becerisinin çok altında veya uzmanlık alanına
girmeyen iş yerlerinde çalıştırmaya zorlarlar, daha
düşük ücret verirler.
·
Mağdur toplantıya geldiğinde konuşmayı hemen
keserler, konuyu değiştirirler, işi ile ilgili önemli
gelişmelerden haberdar etmezler, etkinliklere çağırmazlar.
·
Mağdurla ilgili çeşitli söylentiler çıkarırlar;
kulaktan kulağa fısıltılar yayarlar.
·
Mağdura, gözlendiğini ve takip edildiğini hissettirirler.
İşe geliş gidiş saatlerini, telefon
konuşmalarını, çay ya da kahve molasında geçirdiği
zamanı ayrıntılarıyla kontrol ederler.
·
Mağdurun fikir ve önerilerini sormamaya veya dikkate değer
bulmamaya başlarlar. Görünüşü ve fikirleri ile alay ederler, sürekli
eleştirirler veya küçümserler. Sözlü veya yazılı soru ve
taleplerine yanıt vermezler, tüm
önerilerini ret ederler.
·
Psikolojik saldırganlıklarını gizlemek için sürekli
gülümserler. Arada bir iyilikler de yaparlar.
·
Her şeyin onların söylediği şekilde
yapılmasını isterler ve sürekli amirin veya patronun kendileri
olduğunu ya da üst patronun kendi yanlarında olduğunu
hatırlatırlar.
Tüm bu etik olmayan
davranışlara maruz kalan mağdur işe gitmek istemez;
yılgınlık başlar. Oysa mağdurun işyerinden
alacağı gelir, onun her şeyidir. Ekmeği elinden
alınmak üzeredir, onuru ve haysiyeti ile oynanmıştır. Etik
değerler yok sayılmıştır. Strese dayalı
sağlık sorunları başlar. Direnecek gücü
kalmamıştır, derdini anlatacak, destek alacak kimseyi bulamaz,
herkes ondan kaçmaya başlamıştır. Mağdurun direnme,
hakkını arama gücü kalmadığı için hastalanır,
ruhsal ve fiziksel sağlığı bozulur ve
aşağıda sıralanan rahatsızlıklar kendini
göstermeye başlar;
·
Depresyona girer, dikkatini toplayamaz, elleri terler ve titrer, baş
ve sırt ağrıları ile mide ve bağırsak
rahatsızlıkları kendini gösterir.
·
Anlamsız korkular ve heyecanlara bağlı yüksek tansiyon
oluşur.
·
Terk edilmişlik duygusu yaşar, özgüven ve
özsaygısını yitirmeye başlar.
·
İleri aşamalarda deri üzerinde döküntüler ve
kaşıntılar ve daha ağır olgularda travma sonrası
stres bozukluğu meydana gelir.
Mağdur tedavi görüp
işine geri döndüğünde taciz edici, sevimsiz
davranışlarında biraz azalma görülür. Timsah
gözyaşlarına dayalı davranışın nedeni,
mağdurun dava edeceğinden korktukları içindir. Zihinsel düzeyde oluşan
değişiklikle birlikte mağdur, çok alıngan bir kişi
haline gelir. Mağdurun kesinlikle konusunda iyi bir uzmana ve uygun ilaç
tedavisine gereksinimi vardır. Ayrıca, işyerinde kurban
seçilerek kendisine uygulanan psikolojik zorbalık süreci sonucunda
düşürülmüş olduğu durumun, hukuki açıdan incelenmesi ve
konunun uzmanı hukukçular tarafından, gerekli girişimlerin
yapılarak kurbanın haklarını koruyucu çözümlerin
bulunması gerekmektedir.
Psikolojik şiddet
uygulayanlara saldırgan ya da tacizci; mağdurlara kurban;
izleyicilere röntgenci ya da dikizleyen denir. Dikizleyen aslanın
avını yakaladığı anda kendisini ilgilendirmez gibi
seyreden benzer. Zorbaların, ruh hastalarının, bencillerin
kazanması için iyilerin seyretmesi yeterlidir. Birde mağdura dost gibi görünüp onu tuzağa düşürenler
vardır ki onlara da keklik denir. Kafesteki keklik ötmeye başladığında
etrafındaki tüm kekliklere yanına gelmelerini, etrafta hiçbir tehlike
olmadığını öterek bildirir.
Kimdir bu psikolojik şiddet uygulayan zorbalar:
·
Bencildirler. Kimsenin bilmesini istemedikleri acılarını ve
kabul etmeyi reddettikleri iç çatışmalarını bir
başkasına yükleyerek dengelerini bulmaya çalışan
kişilerdir.
·
Başkalarının üstünlüğünü,
başarılarını ve yükselmelerini hazmedemedikleri için
devamlı kötülük peşindedirler.
·
Kendilerini büyük bir güç, engin bir deha, kusursuz bir güzellik ve
mükemmel bir varlık olarak gördükleri için, her şeyi hak ettiklerine
inanırlar.
·
Aşağılık kompleksleri vardır. İçlerindeki
öfkeyi engelleyemedikleri ve problemleriyle başa çıkmayı
başaramadıkları için başkalarıyla
uğraşırlar.
·
Megalomanlardır. Kendilerini büyütme gereksinimi ve numara yapma,
kişiliklerinin en önemli özelliklerinden olan megalomanlar, kendilerine
güvensizliklerini, başkalarına karşı kıskançlık,
nefret ve saldırganlık şeklinde yansıtırlar.
·
Hayal kırıklığına
uğramışlardır. Çalışma yaşamı
dışında yaşanan tüm olumsuz duygularını, tüm
yetersizliklerini veya kötü deneyimlerini, işyerinde başkalarına
yansıtırlar. Başkalarına karşı
kıskançlık ve haset duyguları mevcuttur.
Bir işyerinde uygulanan
psikolojik zorbalığın, o işyerine getireceği zarar,
çoğu kez böyle bir yola başvuran yönetim veya işveren
tarafından değerlendirilip hesaplanmamaktadır. İşyerinde
psikolojik zorbalık, fiziksel işkence ile aynı derecede tazmin
edilmek zorundadır. Psikolojik zorbalık konusunda,
çalışanlar bilinçlendirilmeli ve duyarlılık
artırılmalıdır. Çalışanın çaresizlik
karşısında duyduğu korku ve endişeyle kendi içinde,
tek başına mücadele edebilmesi çok güçtür.
İnsanı insan yapan değerler
tartışılırken insan,
hayvanlarla ya da makinelerle
karşılaştırılır. İnsanı
diğerlerinden ayıran temel özellikler: zeka, sağ duyu,
düşünme ve sorgulama olarak sıralanır. İnsanlar
akıllı makineler ile yaşamaya devam ederse gelecekte
makineleşen insanlar ile makineler arasında pek bir fark
kalmayabilir. Makineler
insanları esir alacak diye korkarken, insanlar kendi kendileri bilerek ve
isteyerek akıllı dedikleri makinelerin kölesi haline getirmektedir.
Günümüzde gençlere anı yaşama olgusu verilmekte, gelecek vizyonundan
yoksun, kendinden başka kimseyi düşünmeyen, dış
görünüşe önem veren, politik görüşü olmayan, dinsel ve kültürel
inançları önemsemeyen ya da onların kölesi olan bir gençlik
yaratılmaktadır. Eritme potası bir anlamda öğütme
değirmenine dönüşmektedir.
Toplumsallaşmamızı sağlaması gereken
sosyal medya ve akıllı telefonlar aslında sosyal
ilişkilerimizi donuklaştırdı, hatta bütünüyle kopardı.
Akıllı telefona bakmaktan zombileşmiş, yani ölmeden hortlak
olmuş ölümlüler
Akıllı telefonda mesaj
yazarken ya da okurken yola bakmadan karşıdan karşıya
geçen, uçuruma doğru ilerleyen bir nesil. Buna otomobil kullanırken
akıllı telefon kullananları da ekleyin ve sonra da yarattığı
trafik canavarını düşünün
Bu nedenle de akıllı
telefonlar insanların ahmaklığı yüzünden kazalara neden
oluyor. Artık birçok büyük kentte tramvayların geçtiği yollarda
yerler ışıklandırılmış. Gözü
aşağıya doğru olanlar tramvay yolunun geçtiğini görsün
diye
Bazılarının binlerce Facebook, on binlerce
Twitter arkadaşı var ama hâlâ yalnızlıktan şikâyet
ediyor! Ne kadar dokunaklı değil mi? Zira zaman
kazandırması gereken sosyal medya ve akıllı telefonlar,
aslında zamanımızı çalan kollu kumar makinelerine
dönüşmüş durumda. Akıllı telefon kullananlar artık kimseyle ilgilenmez,
eğlenmez, konuşmazlar olurlar... Bu
adamların uğradığı diyarlar çoraklaşır hatta
renkler bile soluklaşır
Oteldeyiz, çocuk 10 yaşında, elinde akıllı telefon, çevreden
kopmuş. Biraz sonra annesi elinde yemek tabağı ile geldi.
Kaşık ve çatal ile çocuğuna yemek yedirir. Çocuğun gözleri
akıllı telefonun ekranında, elleri tuşlarında;
ağzın açıyor, anne yemeği ağzının içerisine
sokuyor ve çekiyor; çocuk çiğniyor ve yutuyor.
Akıllı
makineleri olan iki ayaklı makineler:
Hepimiz
birer robot olma yolunda ilerliyoruz. Mesajlar hayatımızın ne
kadar önemli bir parçası oldu ki. Mesaj yazarken insanların hislerini
gösteren bir yazı tipi yok ama yakında o da olur diye korkuyorum.
İnsanların sesini duyup gözlerine bakarak konuşmak ne kadar
güzeldi. Birçok şeyi teknoloji yüzünden kaybettik. Bence bu
iletişimsizlik bizi daha sinirli ve birbirimize tahammülsüz hale getirdi.
Garip bir yöne savruluyoruz.
Elektronik
taciz:
Elektronik
takip özel hayata saldırı mı? Eğer birileri zarar vermek
veya kötülük amacı ile size ait bilgileri yasal olmayan yollardan elde
etmek veya çalışmanızı engellemek için elektronik cihazlar
kullanıyorsa bu bir elektronik tacizdir.
Anayasada, herkes, haberleşme özgürlüğüne sahiptir.
Haberleşmenin gizliliği esastır, yöntemine uygun olarak
verilmiş yargıç kararı olmadıkça haberleşme
engellenemez ve gizliliğine dokunulamaz demesine rağmen, ne
yazık ki, yasal olmayan elektronik ortamda dinlemeler ve izlemeler çok
yaygın bir şekilde yapılmaktadır.
Bakış açısı diğer bir
anlatımla paradigma; zihinsel belleğin yönettiği
davranışsal karar vermektir.
Karar verme aşamasında görülen sapmaların nedeni olarak
alışkanlıklar, zaaflar, hırslandırmalar ve telkinlere
bağlı tepki nedenleri olarak sıralanabilir.
Zihinsel
belleğin nasıl karar verdiğini iyi anlayabilmek için bilgisayar
işlemcisinin çalışma prensibini incelenmelidir. Bilgisayar
işlemcisi, yazılan programa bağlı olarak belleklere ve
çevre birimlerine veri yazıp okuyan ve işleyen merkezi işlem
birimidir. İşlemci belleğe veri yazıp okurken
yazılımın kendisine verdiği komutlara göre
davranış sergiler. Bilgisayar sistemlerinde, işletim sistemi
olarak adlandırılan bu yazılım bellek yönetim
haritasına sahiptir. Bellek yönetim haritasını oluşturan
algoritmalar ve matematiksel modellere ilişkin yazılımlar
olmadan işlemci bir anlam ifade etmez. İnsanın bakış
açısını da benzer biçimde zihinsel belleğe ilişkin
matematiksel modeller ve algoritmalar belirler. O halde zihinsel haritanın
oluşturduğu bakış açısını anlayabilmek için
karşılaşılan olaylara verilen tepkilerin önyargıdan
uzak analiz edilmesi gerekir.
Covey:
Çözülmeyen sorunlar için zihin haritasının oluşturduğu
bakış açısını (paradigma) değiştirmede,
Aynı gerçeğe farklı bakış yargıyı belirler
diye özetler. Einstein bir sözünde: Karşılaşılan sorunlar,
o sorunları meydana getiren düşünce ve davranış düzleminde
kalarak çözülemez der. Sorunların içinde kaybolmak yerine,
bakış açısını değiştirmeyi
başarıp, sorunlara farklı biçimde
yaklaşıldığında çözme şansı da
yakalanmış olur. Sorunların başkalarıyla
paylaşılma nedenlerinden biri de farklı bir bakış
açısında, farklı davranabilme kapısı aralama
arayışından kaynaklanmaktadır.
On
yedinci yüzyılda filozof René Descartesin; Bir aklım olduğunu
biliyorum ve bir bedenim olduğunu da biliyorum. Ve her ikisinin tamamen
birbirlerinden ayrı olduğunu biliyorum. Ben kendi aklımım.
Benim bir bedenim var sözleri ile Descartes, İnsan belleğinde
manevi bir kısım da vardır. Bu kısım Yaradanın
parçasıdır ve ruhu oluşturur. Ruh bedeni sevk ve idare eder
sözleri, bu yaklaşıma değişik bir katkı
sağlamanın yanında, bakış açısını
anlatmada çok iyi bir örnektir aynı zamanda.
Isaac
Newton, bu ayrımı yeni fiziğin temeli olarak almış;
zihinsel ya da psikolojik her şeyi evrene ilişkin yeni fiziksel
yasaların dışında tutmuştur. Newtonun fiziğinin
yol açtığı ve bugün çoğumuzun düşüncesine hâlâ egemen
olan mekanikçi kültür, Newton makine kategorilerini insanlara ve insan
örgütlerine uygular.
Sigmund
Freud, ruha hükmeden yasa ve dinamikleri araştırmış ve
insan davranışının bütünüyle yasalar ve bunların erken
yaşlardaki etkileşimleri tarafından belirlendiğinde
ısrar etmiştir. Adam Smith, piyasa ekonomisine yol gösteren yasa ve
ilkeleri araştırmış ve bunlara dayanarak pazardaki
davranışları öngörebileceğimizi ve kontrol
edebileceğimizi öne sürmüştür. Karl Marx, kapitalizmin ekonomi
politiğinin analizini yaparak kapital ve artı değer oluşumu
üzerine tezler geliştirip sosyalizme geçişin kaçınılmaz
olduğunu varsaymıştır.
Yönetim
teorisinde mühendis Frederick Taylor, her örgütün temelinin yasa ve ilkelerle
sınırlandığında ısrar etmiş ve örgütlerdeki
insanların bu yasalara göre davrandığını
savunmuştur. Kısaca, bilgisayar kültürümüzün daha modern dilinde
söylersek, her şey programlanmıştır.
Yanıt
ve tepki analizi yaparken davranışların geçmişe dayalı
tecrübeler ile programlanmış olduğunu varsayabiliriz. Yasalar,
öngörü, varsayım, kontrol, programlar
Bu kavramlar Newton fiziğin ve
mekanik kültürün sözlüğünü oluşturan kavramlardır. Ve yine bu
kavramlar aynı zamanda Newton fiziği yönetim düşüncesinin de
kilit sözcükleridir. Peki, bunlar günümüz dünyasını ne kadar
açıklayabilmektedir ya da günümüz örgütlerinin ihtiyaçlarını ne
kadar karşılayabilmektedir? Bu soruya olumlu yanıt vermek zor. O
halde ne yapmalıyız? Newton fiziği seri düşünme;
mantıksal, akılcı, kurala bağlı düşünmenin bir
patlamasıydı. Yüzyılımız kesintisizlik,
muğlaklık ve öngörülmeli olmayan sürprizler yüzyılı
Böylesi bir yüzyılda yaratıcı düşünce ancak yeni sesler,
yeni diyaloglar, yeni tutkular, yeni tutumlar, yeni perspektifler, yeni
deneyimlerle zenginleştiğinde ve çoğulcu,
katılımcı bir anlayış benimsendiğinde
gelişecektir.
Bakış
açısındaki çelişkileri ise olgular ve kanılar belirler.
Olgu ve kanı birbirinden farklıdır. Olgu, üzerinde ciddi bir
tartışma olmayan kesinleşmiş bilgidir. Kanı ise
üzerinde bazı tartışmalar olan bilgidir. Öğrenerek anlama,
deneyim kazanarak beceri yeteneğini geliştiren bireyin kişiliği;
düşünce ve davranışları ile kendini ifade eder. Birey ya da
kitle doğruları benimserken ikna olmaya, ikna olabilmek içinde iç ya
da dış telkinlere ihtiyaç duyar. Bu nedenle kişinin tepkisel
davranışındaki ipuçları, zihinsel belleğin nasıl
ele geçirileceğini bize gösterir. Tepkinin nedeni
araştırılırken zihinsel belleğin geçmiş deki
tecrübeleri ile programlanmış olduğu varsayılır. Birey
ya da kitlenin bakış açısını değiştirerek
yönlendirmek için bu kişiler ikna ve telkinle isteklendirilir.
Bakış
açısını değiştirmede, işin nasıl
yapıldığını öğrenerek beceri kazanan insan beyni,
tecrübe kazanarak anlama ve kavramlaştırma yeteneği de
geliştirir. Bu öğrenme süreklidir, yaşam devam ettikçe
öğrenmede devam edecektir. Nesneleri tanımak ve anlamlandırmak
için öğrenen insanoğlu kıyaslama yaparak
farklılıkları ve değişiklikleri de bulur. Düşünsel ve davranışsal
değişimleri meydana getiren öğrendiklerinin kayıt
edildiği zihinsel bellek bakış açısını
oluşturur. O halde bir
davranışın nedeni düşüncenin anlamında gizlidir. Yetilerin uzaktan
kontrol edileceği, bakış açısının nasıl
değiştirileceğinin ya da yönlendirileceğinin
yanıtı, bireyin ya da kitlenin tepkisel davranışlarda
gizlidir. Amaç kişinin yaşamı boyunca öğrendiklerinden
oluşan zihinsel haritanın başkaları tarafından ele geçirilerek
değiştirilmesi ya da yok edilip yenisinin yüklenmesidir. Zihinsel
haritayı ele geçirmek için bireyin ya da kitlenin
davranışlarının çok iyi analiz edilmesi gerekmektedir.
Davranışlar analiz edilirken, eldeki veriler çoğu zaman yeterli
olmaz. Hatta davranışlar doğru analiz edilmez ise
yanlış yargılara da varılır.
Uzaktan
davranış değiştirme, bakış açısını
oluşturan zihinsel haritanın analiz edilip çözülmesi ile mümkündür.
Zihinsel algoritmaların nasıl değiştirileceğinin
yanıtı, bireyin ya da kitlenin tepkisel davranışında
ve alışkanlıklarında gizlenmiş olduğu
görülmektedir. Amaç yaşam boyunca öğrenilen ya da genetik olarak
aktarılan zihinsel haritayı oluşturan algoritmaların ele
geçirilerek değiştirilmesi ya da yok edilip yenisinin yüklenmesidir.
Zihinsel harita ele geçirilirken davranışların çok iyi analiz
edilmesi gerekmektedir. Davranışlar analiz edilirken, eldeki veriler
çoğu zaman yeterli olmaz. Hatta davranışlar doğru analiz
edilmez ise yanlış yargılara da varılabilir.
Bakış
açısını belirleyen en kritik özellik önyargılardır.
Önyargı çatışan ya da taraf tutan görüştür. Birey ya da
kitlenin görüşleri herhangi bir konuya eğilim gösterirken genellikle
önyargılı davranır. Önyargıdan kasıt, özel bir
bakış açısına ya da ideolojiye meyil eden taraflı bir
bakış açısına sahip olmaktır. Taraf tutmak ya da
önyargılı olmak demek, kişinin bir iddianın
doğruluğunu ya da yanlışlığını kabul
etmek için o iddianın geçerliliğinden ve
sağlamlığından çok kendi oluşturmuş olduğu
fikirlere uyup uymadığını temel almasıdır. Kimin
neye niçin inandığını görmek için odaklanmış
bakış açısı değerlendirilirken duygudan uzak,
hesaplı, analitik gözle inceleme yapılmalıdır.
Beynin işlevleri hem gizemli hem de dikkat
çekicidir. Tüm düşünceler, inançlar, anılar, davranışlar ve
ruh halleri beyinden gelir. Beyin düşünce merkezi ve vücudun geri
kalanı için kontrol merkezidir. Beyin hareket etme, dokunma, koklama,
duyma ve görme becerisini koordine eder.
Beynin
bakış açısını olumlu yönde değiştirmek için,
sorgulanmaya izin verilmeli, orjinal fikirler üretilmeli, hayeller
kurulmalı, ortamdaki değişimleri fark edilmelidir. Öğrenmek
çok zordur, hatırlayamamak ise büyük dert. Öte yandan oyunlara dayalı
tekrar edilerek beyinde iz bırakmak öğrenmeyi
hızlandırır.
Konsantrasyon
ve motivasyon sağlanması için yapılacak hareketlere ilişkin
süreçler, aşılacak engeller beyine tek tek gösterilir. Unutmayın
beden beyni takip eder, odaklamalısınız. Başlarken izin
verin terslikler saldırsın. Denemelerdeki
başarısızlıkların herbiri yeni bir sonuç oluşturur
ve onlar başarıya giden yolda sıçrama
taşlarıdır. Süreç beyinde
canlandırılır. Bu canlandırmaların sonucu muhakak ve
muhakak başarıyla sonlansın ve ödülün olsun. Canlandırma
sanki gerçekmiş gibi beyin hücreleri arasında geçişler
yaratır. Yeniden işine dönüp, denediğinde beynin
başarıya çoktan hazır olacaktır.
Hafızlama
tekniğinde çalışılacak konuda öemli yerleri belirli bir
sırayla ziyaret edin, tıpkı bir şehirde önemli yerleri
gezmek gibi. Tekrar ziyaretinizde sıra kuralın
değiştirmeyin ve dalanma noktalarını unutmayın.
Ziyarete başladığınızda her bir noktayı bir olay
ile hayel edin. Önemli bir nokta da, dallanma noktalarına gidecek kestirme
güzergahların yaratılmasıdır.
Beyin
siz farkında olmadan çoğu olacakları fark eder. Biz
farkında olmadan beynin bir kısmı (önde bir yer) bulunduğu
durumla, devamlı olarak toplanan hafızadaki tüm bilgileri tarayarak
karşılaştırır. Bulguları geçmişteki
deneyimler ile karşılaştırır. Tarayıcı beyin
özellikle yolunda olmayan şeyleri, siz farkında olmadan fark eder.
Daha önce başına gelen tüm değişiklikleri o anki durumunla
karşılaştırır farklılıkları bulur.
Normal olmayan deneyimleri o anki deneyimler ile
karşılaştırır ve bir uyarı işareti gönderir.
Bir rahatsızlık, tedirginlik hissi ve bir içgüdü.
Zihnin
anıları yeniden nasıl canlandırdığı hep
merak konum olmuştur. Beni mutlu eden anılarıma dokunmadan, beni
huzursuz eden anılarımdan kurtulmam mümkün olabilir mi? Sorunlu
anıları engellemeyi ya da unutmayı nasıl
başaracağız? Mazide yaşadığım
travmaları yeniden bana hatırlatılan tetikleyici etkenler
nelerdir?
Geçmişte
yaşanan travmatik olaylar depresyon, panik atak ya da diğer
psikolojik bozukluklara neden olabilir. Kişi, geçmişindeki acı
travmayı tamamen unutsa bile zaman zaman hatırlayabilir. İstediğim
acı hatıraların tamamen hafızadan silinmesi değil,
acısız hale getirilmesidir.
Günümüzde
bilinçaltını temizlemek için hipnoz, meditasyon gibi birçok yöntem
kullanılıyor ancak bunların etkinliği şüphelidir.
Geçmişimizden kurtulmak, geçmiş hatalarımızla
yüzleşmek ve onlara hoşça kal diyerek hayatımıza devam
etmeyi içeriyor. Yaşadığımız bir sorunlu ilişkiyi
bitirsek ve kendi iyiliğimiz için o kişiden uzaklaşmış
olsak bile, gerçek anlamda hoşça kal diyebilme konusunda hala
sıkıntılar yaşıyor olabiliriz. Tamamen kurtulma
aşamasına girmeden ve geçmişimize hoşça kal demeden önce,
hatıralarımız ve anılarımızla yüzleşip
onları bir kez daha yaşamamız doğru olacaktır.
Eğer bize sıkıntı yaratan şey
yaptığımız hatalar ise, mutlaka bu
davranışlarımız için sorumluluk almamız ve yüzleşmemiz
gerekecektir.
Bize
acı veren geçmiş deneyimlerimizin bizde yarattığı
duyguları ve hisleri olduğu gibi yaşarken büyük ihtimalle
kendimizi rezil bir halde hissedeceğiz ve hatta belki salya sümük
ağlayacağız. Ancak fırtına dindiğinde, kendimizi
rahat ve huzurlu hissedeceğiz. Geçmişimizden kurtulmak zaten bir nevi
geriye dönmektir.
Hissettiklerimizi
paylaşalım ve eğer uygunsa içimizde kalanları itiraf
edelim. Geçmişten kurtulmanın önemli noktalarından biri,
duygularımızı doğru bir şekilde ifade edebilmemizdir.
Eğer yaptığımız yanlışları ele
alıyorsak ve başkalarına attığımız
suçlamalar varsa, gerekli utanç ve suçluluk duygusu ile yüzleşelim ve
onlara sahip çıkalım. Eğer gerekiyorsa, özür dileyelim ve
affedilmeyi isteyelim. Geçmişten kurtulmak bir yerde, savunmasız
kalmayı becerebilmek anlamına gelir.
Geçmişimizden
kurtulmak yüksek miktarlarda uğraş ve enerji gerektirse de,
kararlı olduğumuzda kuvvetimiz ve cesaretimiz devreye girerek bize
gerekli desteği sağlayacaktır. Bunu
başardığımızda ise, sadece hayatta kalmaya devam
etmeyip, aynı zamanda daha erdemli, huzurlu ve kendimizden emin bir
yaşam elde etmiş olacağız.
Geçmişten
kurtulmak için yeni arayışlar ve keyif verecek
uğraşları hayatımıza sokabiliriz. Gönüllü
çalışmanın, sosyal derneklere destekte bulunmanın,
yardıma ihtiyacı olan insanlarla ilgilenmenin geçmişi geride
bırakmamız konusunda bize çok büyük katkısı olacaktır.
İnsanı diğer canlılara göre en önemli
özelliği olarak nitelendirilen bilinçlenme dir.
Zihinsel
yetilerinin uzaktan kontrol edileceği, bakış
açısının nasıl değiştirileceği ya da
yönlendirileceği, tepkisel davranış ile doğrudan
bağlantılıdır.
Tepkisel
davranışı, şüpheler, kırgınlıklar,
kızgınlıklar kısaca korkular belirler. Hayalî kötü güçlere
karşı duygusal tepkiler; kutuplaşan hayal
kırıklıkları kolay, öfkeler büyük, tepkiler sert oluyor.
Bakış
açısını değiştirmek için birey ya da kitle, ikna ve
telkine açık hale getirilir ve isteklendirmeler vaz geçilmez
kılınır. Bakış açısı değiştirilecek
kişi ya da kitle ile karşılıklı iletişime
geçilmesine gerek yoktur. Düşünce, beyninde durup dururken doğru hale
gelmez, uyarılar belirleyici unsurdur.
Kitlesel tepki davranışlar kullanılarak bir ülkenin
geleceği yönetilebilir yönlendirilebilir. Kitlesel saldırganlık
hali her zaman bir engellenme sonucu ortaya çıkar. Aslında engellenme
tek başına saldırganlığa neden değildir.
Engellenme genellikle öfke olarak nitelendirilen duygusal bir tepkiye yol
açmakta ve bu tepkide kitleyi saldırgan davranışlarda bulunmaya
hazır hale getirmektedir.
Uzaktan
beyne erişim için en çok olta atma yöntemi uygulanmaktadır; mesaj
hazırlanır, ortama bırakılır; mesajı alıp ikna olacak
zihinsel haritaya sahip bir balık ya da balık sürüsü bir yerlerde
kesin vardır. İletilen tetikleme mesajının
karşılığı ise tepkidir. İnternet üzerinden
intihara yönlendirme, cinayet işletme, çocuk istismarları, medya
yayınları üzerinden kışkırtma, ürün karalama
suçları gibi etkileşimli iletişim teknolojileri üzerinden suça
yönlendiren insanların sayısında artış gözükmektedir.
Ön yargı, şüphe, korku, ego istekleri, ahlaki değerler ve
vicdan-i duygular gibi etkenler tepkisel davranış
değişikliğinde önemli rol oynar. İnsanın ruh halinin
yansıması olan tepki vermede iç ve dış faktörler etkindir.
İç veya dış dünyadan gelen tetiklemeler ve tesirler irade ve
aklı ile yönetilmeli; ölçülmeli, sorgulanmalı ve
kıyaslanmalıdır. Bilinçlenme geliştirilmez ise, üretim yok
ise beyin zamanla ölçmeyi unutur, sorgulamaz ve kıyaslamaz. Yok olan
empati, yok olan dinleme ve yok olan sorun çözme bilinçlenmeyi de yok eder.
Bakış açısı değiştirilecek hedef kitle ya da
birey belirlenirken alışkanlıklar, örfler, adetler ve inançlar
hangi olaylara nasıl tepki ya da yanıt verdikleri
araştırılarak bulunur. Tepkisel davranışların
hangi düşünceden kaynaklandığı, nelere tepki verdiği
belirlendiği anda bireyin ya da kitlenin kontrolü ele geçirmek için
gerekli ipuçları da elde edilmiş olur. Söz gelimi, tahrik yoluyla
strese girdiğinizde ya da sinirlendiğinizde neyin doğru neyin
yanlış olduğunu tartmadan, doğrudan tepki verebilirsiniz; o
anda sizin gibi olduğunu düşündüğünüz birileri sizi bekliyorsa, sorgulamadan saflarında ve kontrolünde
etrafa saldırıp, zarar verirseniz,
ölüp ya da öldürürseniz; sahip olduğunuz beyin birilerinin eline
geçti demektir.
Tepkisel davranışların hangi düşünceden
kaynaklandığını bulmak, zihinsel yetiyi kontrolü elde etmede
yeterli olduğu gözükmektedir. Çünkü tepkinin nedeni belirlendiği anda
kontrolü ele geçirmek için gerekli ipuçları da elde edilmiş demektir.
Bir düşünce, kafamızda dururken doğru olamaz, tepkiler yüzünden
doğru hale gelir. Zihin kontrolünü ele geçirmek için öncelik ikna ve
telkin edilmeye yatkın kişilik özelliği
taşıyanların bulunmasıdır. Kendi iradeleri
dışında birey ya da kitleyi ikna ve telkin etmek için beyin
yıkama seansları, kimyasallar, ilaçlar, elektromanyetik dalgalar ve
hipnoz gibi yöntemler kullanılmaktadır.
Birey ya da kitlenin tepkisel davranışlarının, uzaktan
ikna ve telkin mesajları ile değiştirilip yönlendirmede
kullanılacak meyilli (yatkın) birey ya da kitle aranırken
aşağıdaki sorulara yanıt aranır;
·
Bilinçsiz hareket eden bir yığının davranış
kalıbını görerek, sürü psikolojisi ile
davranışlarını kontrol edemez hale nasıl gelirler?
·
Hangi düşünce ve davranışa kontrolsüz tepki verirler?
·
Savunma boşlukları nelerdir?
·
Zihinsel yetiyi ele geçirmeyi zorlayan faktörler ve bu faktörlerin etkisini
ortadan kaldıracak ortam ve yöntemler nelerdir?
·
Zaaflar, kompleksler, alışkanlıklar, örfler, adetler,
inançlar, radikal ve keskin düşünceler hangi durumlarda nasıl
tepkisel davranışa dönüştüğü
araştırılır.
İkna ve telkin mesajlarını alıp denileni sorgulamadan
yapacak birey ya da kitle bulunduğunda iletişim kurulacak
kanalın doğrulanması için kontrollü eyleme geçirilip
durdurularak test edilir. Transfer edilen mesajlarının beyinde
unutulmaması için mesajlar sürekli tekrarlanarak beyinde iz
bırakılması sağlanır. Aktif hale ya da eyleme
geçirecek ikna ve telkine ilişkin komut mesaj beyne transfer
edildiğinde ise birey ya da kitle kontrolsüz hareket etmeye
başlamış olur.
Büyük
trajediler, felaketler, savaşlar insanların bilinçlenme kültürlerini
etkileyen büyük bir zihinsel etkileşimlerdir. Böyle büyük felaketlere rağmen zihniyet
hiç değişmemişse kurulu saat gibisiniz demektir. Akıl sağlığını
kaybedenler ve beyinlerini birilerine teslim etmiş olanlar özür dilemez,
hatalarını kabul etmez ve hatalı davranışları
sürdürürler. Bunların
vicdanı yoktur, bilinçlenmek için vicdan muhasebe muhakeme yeteneği
olmalıdır.
Tek
taraflı mesajın iletildiği beyin yıkama faaliyeti,
kitleleri kışkırtarak, korkutarak, şok ederek onları
yönlendirmek ve böylece başkaları tarafından
hazırlanmış olan düşünce tarzını benimsemelerini
sağlamaktır.
Kişilerin
temel ihtiyacı olan ödüllendirme, davranış
değişikliğine dönüşerek bağımlılık
oluşturulmakta ve kişilerin zihinsel yetileri birileri tarafından ele geçirilip
yönlendirilmekte ve yönetilmektedir.
Başarısızlık ve tatminsizliğe dayalı
mutsuzluktan kurtulmak ve takdir edilmek aranır hale gelmiştir.
Başarmanın getirisi olan iki şey; takdir edilmek ve ödül
kazanmaktır.
Bağımlılık yapmak için gerekli olan ise hırslandırmaktır.
İnsan tabi ki doğası gereği onay almak, beğenilmek
isteyen bir varlıktır.
Açık
ya da gizli, askeri ya da sivil amaçlı aşırı kontrollü,
aşırı baskılı, sürekli komuta dayalı eğitim
sistemleri ve ortamlarının
tanımlar.
İnsanlar
ve nesneler, etrafı olumlu ya da olumsuz etkileyen enerji yayarlar.
Negatif enerjinin yüklenmiş olduğu ortamda bulunan kişilerde
psikolojik rahatsızlıklar meydana geldiğine dair anlatılar
mevcuttur. Bazı insanların başına hiç istemeyeceği
olaylar gelir ve bir süre mutsuz olur, hayatı yolunda gitmez. Bu olaylar
zinciri ruha yansır ve 'mutsuz insan' grubuna dahil olursunuz. bu
beraberinde negatifliği getirir.
Mutsuz olduğunuzda korkularınız ve paranoyalarınız
artık özgürdür, yaşam kalitenize müdahale eder ve git gide çoğalır.
Oluşturduğunuz negatif enerji aynı anda çevrenizdeki
insanları da negatif etkiler.
Farkında olmadan oluşturduğunuz negatif enerjiyle
yanlış insanları da kendinize çekebilirsiniz. Olaylar kontrol
edilemeyeceğiniz boyutlara ulaşabilir. Sonunda tüm dünya sizi mutsuz
etmek için organize olmuş gibi gelir size. Bunların tümü negatif
enerji sayesindedir. Hayatınız düzenli ise, çevrenizde güler yüzlü,
sizi anlayan insanlar olur ise olumlu düşünceler çevrenizde pozitif enerji
oluşturur.
İnanç ve düşünce yapısı sarsılıp psikolojik
savunma mekanizmalarından mahrum bırakmada amaç, beynin normal
dengesini yıkıp yeni bir yapı kurmaktır. Psikolojik savunma
mekanizmalarından mahrum bırakmak için propagandalar, beyin
yıkama seansları, kimyasallar ve hipnoz gibi çok sayıda yöntem
uygulanmaktadır.
Önyargılarımız vardır. Zorda olsa doğruyu
öğrenebiliriz, bir bölümünü içselleştiririz. İyi ya da kötü,
nasıl bir hayat yaşadığımızı biliriz. Ama
bildiklerimizi anlamlandıran bakış açısı, insanın
karar vermesinde aktif rol oynamaktadır. Tamamen kendi denetimimiz
altında olduğu doğru değildir. Yönlendirmede belirleyici
olan davranışsal tepkilerdir. Belirleyici faktör ise
önyargılardır. Önyargı, taraflı bir bakış
açısıdır. Taraf tutmak, bir iddianın geçerliliğini ve
doğruluğunu irdelemeden sahip olunan fikre uyup
uymadığına bakmak demektir. Bakış açısındaki
çelişkileri belirleyen olgu ve kanı birbirinden farklıdır.
Olgu, üzerinde ciddi bir tartışma olmayan kesinleşmiş
bilgidir. Kanı ise üzerinde bazı tartışmalar olan bilgidir.
Öğrenerek anlama, deneyim kazanarak beceri yeteneğini geliştiren
bireyin kişiliği; düşünce ve davranışları ile
kendini ifade eder. Birey ya da kitle doğruları benimserken ikna olmaya,
ikna olabilmek içinde iç ya da dış telkinlere ihtiyaç duyar. Bu
nedenle kişinin tepkisel davranışındaki ipuçları,
zihinsel belleğin nasıl ele geçirileceğini bize gösterir.
Tepkinin nedeni araştırılırken zihinsel belleğin
geçmiş tecrübeleri ile programlanmış olduğu
varsayılır. Birey ya da kitlenin bakış açısını
değiştirerek yönlendirmek için ikna ve telkinle isteklendirilmelidir.
Telkine yatkınlık ikna etmek manasındadır. Telkine
yatkın birey oluşturma sürecinde;
·
Özgüven duygusu ile kendini frenleme duygusunun ortadan
kaldırılır.
·
Frenleme hissi ortadan kalkan bireyin, zaptettiği içgüdülerinin
serbest bırakılması sağlanır.
·
Eyleme geçirme isteği uyandırılır.
·
Bu andan itibaren artık birey kendinde değildir, kendi iradesi
ile hareket edemez, bilinçdışlarının egemenliğine
girer.
·
Biraraya gelmek için ya da eyleme geçmek için can atar, hipnotize
edilmiş gibi, duygu ve davranışları taklit
kişiliğe dönüşür.
·
Kendini frenleyeceği sınırlamalar ortadan
kaldırıldığı için kendisini kontrol edemeyeceği
davranış değişikliği oluşur.
·
Kişisel bilinçlerini yitirdikleri için, etkileme gücü yüksek olan
kişiler tarafından kolayca ikna edilebilir hale gelirler.
Hazırlanan bireyde şu tür özellikler görülür:
·
Duyguları abartılmış ve basit
·
Şüpheci ve kararsız
·
Hoşgörüsüz, yetkeci ve muhafazakârdırlar.
·
Yerine göre hem çok ahlaklı (yüce bir dava uğruna kendini feda
etme), hem de çok ahlaksız (cani, cellât) olabilirler.
·
Hiçbir şey önceden düşünmez, engel tanınmaz.
·
Rasyonel düşünce ve yargı gücü kaybolur.
·
Ahlaki yasaklar süpürülüp atılır, kolektif ruhun etkisinde bir
yenilmezlik duygusu belirir;
·
Kör ve zaptedilmez bir güce dönüşenler, ipini koparmış bir
sosyal hayvan niteliğindedir.
Stratejik
düşünmeye ve önseziye yol açan tepkisel davranışlarda beyin
işlevleri arasındaki ilişki bulunmaktadır.
Doğru
karar verememe, vazgeçilememezlik yanılgısı, riskleri
algılamada körleşme ve duygusal duyarsızlık beyin
işlevlerini çarpıtan tepkisel davranışlardan
bazılarıdır. Diğerini küçümserken kendini değil,
idealize ettiğini yüceltenler
ötekinin kibrinden beslenir! Dayatmacı, burnu havada, küstah tutum
takınır!
Sıralı
kötülüklerin birleşmesi ve sürekli tekrarı kişinin sosyal
hayatını olumsuz etkiler, özellikle sürekli olumsuzluğu bekleme,
yaşamın zorluklarında endişeler artırırsa, zemin çatırdaması da
hazırlanmış olur. Eklenen her bir kötü tecrübe maalesef
kişinin etrafına yeni aşılması güç yüksek duvarlar
örer ve sonunda kişi kendisini yalnızlığa hapseder. Akılda
dolaşan ince bir korku akıntısı olan endişenin
bıraktığı izlerin derinliği ne kadar uzun süre aktığının
yansımasıdır. İnsan
bu durumu kabullenmeye başladığında kolayca
kandırabilir, çevresine karşı objektif olmayabilir.
Önemli
olan hayatta karşılaşılan engellerin defalarca denenmesine
rağmen aşılmasa bile, kişinin hedefinden vazgeçmemesi
gerektiğini öğrenmesidir. Hedefler kişinin geleceğidir,
yaşamın kendisini belirler. Bir iki çelmeyle düşmemek,
düşülürse de her seferinde kalkmak gerektiği
unutulmamalıdır. Kaçmak
değil savaşmak gerekir. Engelleri aşamamanın nedenleri
belirlenip, zayıf yönlerin kuvvetlendirilmesi, eksikliklerin
azaltılarak fazlalıkların törpülenmesi en doğru çözümdür.
Tam bu
noktada yaşadıklarımızı ve deneyimlerimizden
kazandıklarımızı daha iyi anlayabilmek için Kartalın
yeniden var olması üzerine anlatı ilgi çekici
olacaktır: Kartal, kuş türleri
içinde en uzun yaşayanlarından biridir ve zirvelerde yaşar.
Ancak yaşlanmaya başladığında pençeleri sertleşir,
esnekliğini yitirir ve avlarını kavrayıp tutamaz.
Gagası uzar ve göğsüne doğru kıvrılır.
Kanatları kartlaşır ve kalınlaşır. Bir
anlatıya göre, uçması iyice zorlaşan kartalın önünde iki
seçenek vardır; ya acıları ile sıradanlaşacak ya da
yeniden var olmanın zorlu sürecini göğüsleyecek. Kendini yeniden var
etme sürecini seçtiğinde, dağların doruklarında bir kaya
oyuğuna yerleşir. Ve kendinde yeniden var etme sürecini
başlatır; önce gagasını sert bir şekilde kayaya
vurmaya başlar. En sonunda kartalın gagası yerinden sökülür ve
düşer. Yeni gagasının çıkmasını bekler.
Gagası çıktıktan sonra bu yeni gagası ile pençelerini
yerinden söker çıkarır. Yeni pençeleri ile eski kartlaşmış
tüylerini yolmaya başlar. Aylar sonra yenilenmiş tüylerine
kavuşan kartal, kendinde yeniden var etme sürecini tamamlamış
olur. Çok acı da verse kendi kendimizde
yeniden var etme deneyimlerini tek başına yaşamak
zorundayız.
Bizlerde
zafer uçuşunu sürdürebilmek adına yeniden varoluş sürecini
yaşamak zorunda kalabiliriz. Bu süreç çok ağrılı olabilir.
Hasta zihniyetli yüklerden kurtulmak için, acı da verse yeniden
doğuşun deneyimlerini fark etmeliyiz.
Öğrenilmiş çaresizlik: Düştüğünde
kalkamayacağını bilerek yaşama tutunmaktır.
İki
noktanın birbirine yaklaştığını düşünün;
birisi çaresizlik, diğeri endişe. İşler nasıl gitti
diye sorulduğunda, İyiydi, kazasız belasız geçti demek;
etki yaratmak değil, kötü bir şey olmaması demektir. Kötü bir
şey olmazsa da işler sıradan gittiği için iyidir. Oysa
İyiydi, güzel işler başardık denirse ise etki
yaratır, tüm kötülükler ile baş edecek organize bir güce sahip
olunduğunun göstergesidir.
Öğrenilmiş
Çaresizlik, kişinin geçmişte sayısız kez
başarısızlığa uğradıktan sonra,
karşılaştığı olumsuzluklara etki
edemediğini, her şeyin kontrolü dışında hareket
ettiğini düşünüp çaresizliği kabullenememe durumudur. Çaresizlik
kalabalık içerisinde yanlızlıktır. Geçmiş tecrübelerin
ortaya çıkardığı şartlanmaların bugünkü davranışlara
yansımasıdır. Oysa geçmişte onlarca kez denenmiş ve
başarısızlığa uğranmış olumsuz
şartlar belki artık ortadan kalkmıştır ve kişi bu
yeni şartlarda başarılı da olabilir. Lakin umudunu yitirip
çaresizlik kabullenildiğinden,
yeniden, bir daha denemek korkusu baştan kaybettirmiş olur.
Amaç tohumları zaman içerisinde yavaş yavaş ekmek; sorgulamadan; söylenenlere doğrudan
inanılmasını ve biat edilmesini sağlamak için
öğretilerek hazırlanan kitlenin zihinsel haritanın
değiştirilmesi ya da yok edilip yenisinin yüklenmesidir.
İnsanoğlu kendisini yok edecek her türlü mikrop ile birlikte
yaşamaktadır. Kimi sürekli saldırı altındadır,
geri durur, kimileri ize uygun anı bekler. Fırsatını buldu
mu, uygun durum oluştu mu hemen saldırıya geçer. Dış
düşmana karşı her türlü satratejiyi geliştiren insan kendi
içerisinde uyuyan mikroplara çok rahat teslim olabilmektedir. Bu mikroplar
uyuyan virüslerdir ve mevcut ilaçlar bunlara ulaşamaz. Bu uyuyan virüslere
çare bulunması da zordur. Bu virüslerin bazıları çok uzun
yıllar uykuda kalabilir.
Terör örgütleri gerektiğinde
saldırı düzenlemek için bireysel veya grup düzeyinde pasif olarak
tuttuğu ve her an eyleme geçebilecek bir yeraltı yapısı
diye bilinen uyuyan hücrelerini eyleme geçirebilir. Şer odakları
tarih boyunca hiçbir zaman hedeflerinden asla vaz geçmemiş, her
fırsatta kural, kaide dinlemeden, hedeflerine ulaşmak için her yolu
mubah saymışlardır. Sabote etmek için şer güçleri, toplumda
infiale neden olacak, şok yaratacak,
kazaya neden olacak, senaryoları hayata geçirmek için uyuyan hücrelerini uyandırabilirler.
Kaynayan suya bir kurbağa atarsanız, elbette ki
çılgınca kaptan çıkmaya çalışacaktır. Fakat
eğer onu ılık suya koyar ve suyu yavaş yavaş
ısıtırsanız, uysalca orada oturacaktır. Su
ısındıkça, kurbağa rahat bir uyuşukluk haline
geçecektir, çok zaman geçmeden, karşı koymadan kaynayarak
pişmesine izin verecektir. (Daniel
Quinn'in The Story of B adlı eserinden.)
Kaynayan kurbağa hikâyesi, genellikle mecazi bağlamda ve
insanların aşamalı değişikliklere karşı
uyanık olması gerektiği, aksi halde istenmeyen bazı
sonuçlarla karşılaşabilecekleri mesajı verir. Hikâye küçük
bir adımın tetikleyeceği durumların en sonunda önemli
tehlikeli sonuçlara yol açabileceği, toplumun algısının da
benzer şekilde yönetilirse, yok oluşta bile tepki vermeyeceğini
ön görür. Oluşturulan duyarsızlık, toplumun uyutulmasında,
tepki vermemesinde Kurbağa Sendromu Yöntemi etkin olarak
kullanılmaktadır.
Öğrenilen davranışlar ve grup dinamiği konusunda
yapılan deneyde, bir grup bilim adamı bir kafese 5 maymun ve
tepesinde muzlar bulunan bir merdiven yerleştiriyor. Ne zaman bir maymun
merdivenin tepesindeki muzlara ulaşmaya çalışsa bilim
adamları diğer maymunları soğuk suyla
sırılsıklam ıslatıyorlar. Bir süre sonra, ne zaman bir
maymun merdivene tırmanmaya yeltense diğerleri o maymunu engellemeye,
hatta dövmeye başlıyor. Bunun üzerine doğal olarak, muzlar ne
kadar cezbedici olsa da hiçbir maymun merdivene tırmanmaya cesaret
edemiyor. Daha sonra bilim adamları maymunlardan birini kafesten alıp
farklı bir maymunu içeriye bırakıyor. Bu yeni maymunun
yaptığı ilk şey merdivene tırmanmak oluyor ve
diğerleri onu hemen dövüyorlar. Birkaç kez dövüldükten sonra yeni maymun
da nedenini bilmemesine rağmen merdivene tırmanmaktan vazgeçiyor.
İkinci bir maymun daha başka bir maymunla değiştiriliyor ve
yine aynı şey oluyor. İlk maymunun yerine gelen maymun da yeni
maymunu dövenler arasında yer alıyor. Üçüncü maymun kafesten
çıkarılıp yerine başka bir maymun geliyor ve sonuç
aynı. Dördüncü maymunda da sonuç yine aynı oluyor ve yeni maymunu
dövüyorlar. Daha sonra beşinci maymun kafesten çıkarılıp
yerine yenisi yerleştiriliyor. Sonuç olarak daha önce soğuk suya hiç
maruz kalmamalarına rağmen merdivene tırmanmaya
çalışan maymunu döven 5 adet maymun ortaya çıkıyor.
Maymunlar gibi olmayalım; aklımızı kullanalım,
sorgulayalım, soru soralım.
Örnek
bir deneyde, bir kavanozun içine pireler yerleştirilir ve kapağı
kapatılır. Pireler zıplar ve dışarıya
çıkmaya çalışılar, ancak kavanozun kapağı
kapalı olduğundan kapağa çarpıp geri dönerler. Bir zaman sonra
kavanozun kapağı açıldığında, pireler kavanozun
kapak seviyesine kadar zıplarlar ve dışarı çıkamazlar. Bunun sebebi pirelerin kapak seviyesini
geçecek kadar zıplamaya alışmamış
olmalarıdır.
Bir gün
bilge, kendi türleriyle yaşamayı reddeden iki ayrı cins hayvana
rastlar yol kenarında. Hayli merak eder bu iki farklı cinsten
hayvanın nasıl olup da birbirlerini yeğlediklerini. Biri çakal, diğeri tilki
O kadar
zıttır ki hayvanlar ihtimal vermez birbirlerini seveceklerine. Ta ki
her ikisinin de sakat olduğunu keşfedinceye kadar. Ezik sakatlar,
birbirlerine tahammül edemeyecek kadar zıt olsalar bile ancak ve ancak
ezik kişilik etkisinde sakatlandıklarında birlikte var olmaya
çalışırlar.
Genelde
eski gemiciler bilir. Eskiden gemilerde fareleri yok etmek için İngiliz
gemilerinde uygulanan bir metodtur. Bir tane fareyi canlı olarak
yakalayıp boş bir tenekeye koyarlar ve günlerce aç
bırakırlar. Sonra birgün yakaladıkları küçük bir fareyi bu
farenin yanına koyarlar. Günlerce aç kalmış olan fare yeni
koyulan fareyi yer. Sonra bir daha bir daha derken yamyam bir fare elde
ederler. Bu fare artık iyice de semirmiş ve kuvvetlenmiş olur.
Sonra bu fareyi geminin içine salarlar, şimdi ortada tebdil kıyafet
gezen güçlü kuvvetli bir yamyam fare vardır ve bu fare rahatlıkla
diğer farelerin yanına sokulur ve yakaladığını
yer. Böylece gemi farelerden temizlenir. Bir nesli yok etmek için
uyguladıkları bu metodu, şimdi içimize eğitilmiş,
semirmiş, beyni yıkanmış, yamyam fareler sokularak, bizi de
yok etmek için kullanıyorlar. Şimdi aramızdaki bu yamyam
farelere dikkat. Aklını kullan yedirme kendini...
Zihin
kontrolü ile belirlenmiş kişi ya da kitlenin, kendi iradesi
dışında bakış açısının
değiştirilmesi ve denilenleri sorgulamadan yapılması
hedeflenmektedir. Bilindiği gibi beyin yönetilmeye
açık ve kolay erişilebilen bir organdır. Önemli olan beyine
mesajı iletecek doğru iletişim kanalının ve harekete
geçirecek tetikleme yönteminin bulunmasıdır. Bu nedenle günümüzde
amaca yönelik zihni etki altına alma üzerine araştırmalar
artmıştır.
Uzaktan
zihin kontrolüne yönelik var olduğuna inanılan iddialar ve komplo
teorilerinin bir kısmı
aşağıda sıralanmıştır,
·
Telekinezi: Uzaktan cisimlerin hareket ettirilmesi.
·
İlluminati: Zihin kontrolü uygulama yöntemleri ile farklı bir
düzeni sürdürmek ya da yıkmak amaçlı organizasyon ve
faaliyetler.
·
Uzaktan etkileme, algılama yöntemleri.
·
Telepati ya da uzaduyum: algılama yoluyla düşünce, fikir, duyum
veya imajların aktarılmasını sağladığı
ileri sürülen uzaktan etkileşim yöntemleri.
·
Ses ötesi cihazlar ve elektromanyetik dalgalar.
Görünmez silah olarak da adlandırılan zihin
kontrolü üç aşamada gerçekleştirilir:
·
Öncelikle sahip olunan inanç ve düşünce yapısı
sarsılıp, kişi psikolojik savunma mekanizmalarından mahrum
bırakılır.
·
İkna ve telkine açık hale getirilen kişinin sahip
olduğu zihin haritası yok
edilir.
·
Kurgulanan yeni bakış açısı beyine yüklenerek,
kendinden isteneni sorgulamadan yerine getiren aklını teslim
etmiş varlıklar üretilir.
Uzaktan zihin kontrolü yapılırken öncelikle sorgulama yok edilmeldir
sonrasında ise zihinsel belleğinin oluşturduğu
bakış açısında sapmalar ve verdiği tepkilerin
nedenleri belirlenmeldir. İkna ve
telkin mesajları bakış açısını değiştirir
ve zihinsel belleği siler. Kişiyi hırslandırıp,
kışkırtırarak eyleme geçirecek iletişim yöntemi ve
mesajlar belirlenir. Etkileşimli iletişim kurulacak metotlar
geliştirilir. Kişiyi uzaktan
tahrik edecek, şoka sokacak, denileni yapacak ve durduracak komut mesajlar
belirlenir. Mesajlar sürekli tekrarlanarak hafızada iz
bırakması, unutmaması, özellikle
hırslandırılması sağlanır. Sık sık
tekrarlanan telkin mesajları civi gibidir; bir çiviyi çakabilmek için
defalarca vurmak gerekir. Deneme amacı ile kişi eyleme geçirilir,
durdurulur. Böylece eksiklikler ve hatalar belirlenir, gerekli düzeltmeler
yapılır. Zihinsel belleğin odaklandığı
bakış açısının değişip
değiştirilmediği test edilerek davranışların
nasıl kontrol edilemez hale geldiği belirlenmiş olur. Zorlaştıran
faktörler var ise bu faktörlerin etkisini ortadan kaldırabilecek yöntemler
araştırılır. Gerekli düzeltmeler yapılır ve
işlem tekrar edilir. Eyleme
kalkışmaları sağlandığı andan itibaren
uzaktan izlenerek gerekli alt yapı organizasyonları hazırlanır.
Gerektiği yerlerde gizli müdahaleler yapılarak istenen eylemi
yapmaları sağlanır.
Davranış değişikliği yapacak
örtülü mesajların, beyne nasıl iletileceği, ne zaman ve nerede
nasıl uyarılacağı üzerine yapılan
araştırmaların endişe verici boyutlara ulaştığı
görülmektedir. Bu nedenle insan zihninin uzaktan kontrol edilmesindeki yeni
gelişmelere hazır olmalıyız. Beyinin
kapısını aralamada, düşüncenin odaklandığı
bakış açısını (paradigma) hangi etkenlerin,
tetiklemelerin, teknolojilerin nasıl değiştirdiğinin
belirlenmesi yeterlidir.
Bireylerde
davranış değişikliği neden yapılır?
·
Askeri eğitimde saldırıya ya da çatışmaya
hazırlama,
·
Çalışanlarda yeni alışkanlıklar kazandırma,
işine odaklanma,
·
Pazarda ürüne yönlendirme, satın alma dürtüsü oluşturma,
·
Beyini hastalıklı düşüncelerden arındırma,
fonksiyonel bozukluklarını tedavi etme,
·
Yaşamsal sağlık problemi olan insanların yaşamsal
ihtiyaçlarını belirleme ve destek olma gibi iyimser amaçlı
kullanıldığı gibi,
·
Psikolojik baskı ile kişide özgüven eksikliği, moral
bozukluğu ve saplantılar oluşturma,
·
Bireyi veya kitleyi korkutarak ve sindirerek denetim altında tutma,
·
Propaganda, kışkırtma, manipülasyon ile sürü psikolojisi
oluşturma,
·
İdeoloji değiştirme gibi kötü amaçlı da
kullanılabilmektedir.
Ses
dalgalar ile insanları uzaktan belirli bakış açısına
yönlendirmek mümkün mü? Akustik dalgalar ve titreşim, mekanik ses dalga
yayılımıdır.
Sözgelimi çevremizde duyduğumuz ya da duymadığız
halde hissettiğimiz ve ürperdiğimiz ses dalgaları ve
titreşimler ile beynimiz etkileşim halindedir. Özellikle,
·
Birbirimize meramımızı anlatırken
konuştuğumuz sesin tonu ve şiddetinde kendini bulan
anlatımlar
·
Mabetlerde, meydanlarda, konferans salonlarında ruhani, hissi ve
etkileşimli dinletiler
·
Siren, zil ve korna sesleri yapılan uyarılar
·
Anons sistemlerden yapılan bilgilendirmeler
·
Kahinler ve büyücülerin tedavi yöntemleri.
Elektromanyetik
dalgalar ile beynin etkileşimine yönelik çalışmalar daha çok
bilimsel boyuttadır, çok pahalı özel sistemlerdir, dahası
laboratuvar ortamını gerekli kılmaktadır. Nedeni ise
elektromanyetik dalgalar havada yayınım yaparken çok hızlı
zayıflar. Günümüzde elektromanyetik dalga yayınımındaki
yüksek enerji kaynakları,
·
Savaş alanlarında elektronik cihazları susturmada, bozmada
ve imha etmede,
·
Savaşan düşman askerlerinin derisinde kaşıntı
oluşturma ya da düşünsel olarak tedirgin etmede,
·
Görünmeyen ve bilinmeyen yapıları görüntülemede,
·
Algılama ve uyarma amacı ile sağlık problemi olanlara
destek olmada; körlerin görmesinde, sağırların işitmesinde,
yapay organların işlevsel bütünlük sağlamasında,
·
İnsan ve makinenin eşgüdümlü
çalıştırılmasında,
·
Beynin çalışma fonksiyonunu anlamada ve iletişime geçmede,
·
Beyin hastalıklarını ya da hormon kaynaklı
davranış bozukluklarını tedavi etmede
kullanılmaktadır.
Beynin
yaydığı veya etkileşime girdiği elektromanyetik
sinyaller ile davranış değişimleri meydana
getirilebilmektedir. Görmeyen, yürümeyen, felç geçirip elini ve
ayağını kullanamayan bir insanın yaşamını
daha kaliteli sürdürmesine destek olmak için organlarına özellikle beynine
algılayıcı ve tetikleyici özellikleri olan akıllı
elektrotlar yerleştirilmektedir. Bu elektrotlar beyine temas ettiği
gibi beyine dokunmadan da çok yakınından etkileşimi mümkündür.
Burada söz konusu olan kişinin yönetilmesi değil, kişinin ifade
edemediği ya da
sıkıntı çektiği yaşamsal isteklerin
algılayıcılar ile izlenmesi, tahmin edilmesi ve ona destek
olunmasıdır.
Asıl
problem dünyanın her tarafında, artık vazgeçilmesi imkansız
hale gelen kablosuz iletişim sistemlerindeki antenlerin
yaydığı elektromanyetik radyasyonun, insanları ve ötesinde
çevreyi nasıl etkilediğidir? Doğada yaşayan canlılar
ve onların yaşam alanları fiziksel olarak yok edilmekte,
yetmezmiş gibi bir de onların zihinsel yetilerini olumsuz etkileyen
her türlü teknoloji hoyratça geliştirilip uygulamaya sokulmaktadır.
Uzaktan
beyini kontrol etme konusunda araştırma yaparken
aşağıdaki konularda disiplinler arası çalışmalar
yapılmaktadır.
Bilimsel
alanlarda:
·
Kişilik ve davranış bozuklukları oluşturmada ya da
tedavide
·
Beyinin öğrenme, hafıza ve saklama, işlevsel alanları
ve fonksiyonları, hormonlar, ilaçlar ve uyuşturucuların beyin
üzerindeki etkileri.
·
Genetik: Irsi hastalıklar, kökenleri, ortak davranış
özellikleri
·
Psikoloji: Korku, hatalı ve hastalıklı insan
davranışları, insanın ruh yapısı, hipnotize,
nöropsikiyatri.
·
Sağlık: Akıl sağlığı, beyinin fiziksel
özellikleri ve özellikle duyu organlarının eşik
aralığında değişim ve etkileri.
·
Algı değişikliği...
Sosyoloji
ve tarih alanlarında:
·
Sosyoloji ve politika: Felsefe, kahinler, şamanlar ve büyücüler,
ritüeller, seronomiler, propaganda, manipülasyon, komplo teorileri.
·
Tarihsel anlatılar: Özellikle mitolojik anlatılar, efsaneler,
dinler, cadılar, tapınak şövalyeleri, tarikatlar ve
örgütler.
·
Şifreler ve semboller, ipuçları ve sırların tümünde
gizlilik savaşı bulunmaktadır.
Mühendislik
alanlarında:
·
Elektronik: Uzaktan kontrol ve denetim, elektriksel işaretler,
elektrotlar, manyetizma, elektromanyetik güç ve dalgalar, gürültü
kaynakları, ...
·
İnternet ve akıllı telefon uygulamaları...
·
Çevresel etkiler: Gürültünün, renklerin, ışığın,
sıcaklığın değişimindeki algı
değişikliği...
·
Enerji yayınımı yapan kaynaklar: Trafo merkezleri, kablosuz
iletişimde verici istasyonları...
Günümüz iletişim teknolojileri sayesinde belirli bir amaca yönelik birey
hatta kitle üretebilmek mümkün kılınabilmektedir. Farkında
olarak ya da olmayarak beynimiz fısıltıları dinlemekte
ve iletmektedir; bu
fısıltılar bizleri farklı ve duygusal bir dünyaya
taşımaktadır.
Beyin ile bilgisayarın
arayüzü ve nörolojik görüntüleme yöntemleri ile zihin okumak mümkün hale gelmiştir.
Öte yandan sanal sosyalleşme ortamında,
paylaştıklarımızdan da zihni okumak da mümkündür. Zihin
okumak nasıl mümkün olur? İnternette
bıraktığımız izlerden, vücut hareketlerimizden,
zaaflarımızdan, tepkilerimizden. Özellikle inançlarımız,
sosyal ilişkilerimiz nasıl bir zihine sahip olduğumuz ilgili
inanılmaz biligiler vermektedir.
Beynin
yaydığı dalgaları, ısısal değişimleri,
kan akışını, hormon işlevini ölçerek zihin okuma
üzerine çalışmalar hız kazanmıştır. Kullandığımız ilaçlar,
bizde nasıl değişimler meydana getirmektedir?
Kullandığımız
Teknolojiler; akıllı cihazlarımız, kredi
kartlarımız, akıllı geçiş kartlarımız
davranışlarımız hakkında inanılmaz izler
bırakmaktadır. Öte yanda karşılıklı
sağlıksız iletişim ve davranış bozukluklarınız
zihin kontrolünde inanılmaz
ipuçları vermektedir.
Karşılaştığım
bazı insanlar,
·
Kendilerinde ve çevrelerinde olağan dışı değişiklikler
gözlemlediklerini,
·
Tuhaf sesler duyduklarını ve tuhaflıklar hissettiklerini,
·
Saldırı altında olduklarını,
·
Takip edildiklerini,
·
Hissel, görsel ve duyusal halüsinasyonlar gördüklerini ifade etmektedirler.
Ne oluyor? diye sorduğumda; kendilerine zarar verileceğini ya
da verildiğini iddia ederler. Söz gelimi, kendilerine uzaktan bazı
cihazlar ile şiddet uygulandığını, zehir ya da ilaç
verilmek istendiğini söylerler. Hatta kanıtları vardır.
Sesler duymaya ve ajanları görmeye başladıklarını
belirtirler. Oysa duygusallıkta iki uçluluk dediğim iyi ile kötü,
doğru ile yalnış arasından gidip gelmeler ve iknaya
kapalı sorgulamadan inanmalar ya da şüpheler
başlamıştır. Gerçeklerden kopanlar çevrelerinde olan biteni
farklı biçimde algılarlar. Üstelik de bu algılamaları
sorgulamalardan kopuk biçimde yorumlarlar. Öte yandan yakınları ya
hastalığı fark etmez ya da kötü bir oyun olduğuna
inanırlar. Ve kimselere anlatılamak istenmez. Kim bilir belki korumak
için, belki de kondurulmak istenmez. Hastalıkla tek başına
başa çıkmaya çalışılır.
Bu
insanlara, size ne yapıyorlar? diye sorduğumda;
·
Beynime çip yerleştirdiler. Kafamın içinde bir böcek hissediyorum.
Elektromanyetik ya da laser silahlarıyla uzaydan saldırıyorlar.
·
Evrendeki bazı görünmeyen varlıklar benden rahatsız oldu.
Gece uyurken, yanlızken ya da yürürken bana sesleniyorlar. Oysa, beyin kişiyi
terk etmeye başlamış, farkında değil. Belki de, duyusal eşik seviyesi
değişimiş hışırtının her türlüsünü
duyar olmuştur.
·
Ses, lazer ve elektromanyetik dalgalar ile beynim uzaktan kontrol ediliyor.
·
Oysa, delirme başlamıştır, beyin seni terk ediyorum
diye mesaj iletmektedir.
·
Ev aletlerim ve cihazlarım ile oynuyorlar, bozuyorlar.
·
Halbuki, cihazları eskimiştir, değiştirilme zamanı
gelmiştir. Elektrik tesisatında topraklama problemi vardır.
·
Yatağımı sallıyorlar. Evim titriyor. Yatarken sesler
duyuyorum.
·
Kesinlikle, alt kattaki komşusu elektrik süpürgesinin motorunu tavana
ya da kolona yaslamıştır.
·
Olacakları önceden duyuyorum. Geçenlerde evde oturuyordum, gaipten bir
ses duydum, patlama olacak dedi, sonra televizyonu açtığım anda
patlama olduğunu öğrendim şoke oldum.
·
Kulağının işitme hassasiyeti artmış ya da
ortamdaki gürültü seviyesi azalmış; kişinin zihni komşunun
televizyonundaki haberi algılama ötesinde duymuştur.
Uzaktan
beyinlerinin kontrol altına alındığını ya da
alınmaya çalışıldığını iddia edenlere
çok basit sorular sorarım:
·
Neden sizi seçtiler?
·
Neden birileri sizin akıl sağlığınız ile
oynasın ki?
·
Sizden istedikleri nedir?
·
Madem beyninizi ele geçirdiler sizden ne istediklerini neden
sorgulamıyorsunuz?
Kimler
beyninizi ele geçirmiş olabilir? diye sorduğumda;
·
Komutanım, iş arkadaşım, müdürüm,
·
Komşularım, akrabalarım, çocuklarım, damadım
·
Rusya, Amerika, Yahudiler
·
Siyasiler, istihbarat örgütleri
·
Televizyonda program yapımcıları
İlgimi çeken bir vakayı anlatmak isterim:
Uzaydan
görünmez lazer ile bana ve aileme saldırdılar. Bilgisayarıma
saldırdılar, pilini kullanılmaz hale getirdiler dedi.
Devamında resimler gösterdi; vücdunun değişik yerlerindeki
derisinde darp izleri, çizikler, morarmaları görmemi istedi. Benden ne istiyorsun? diye sordum. Korunmak
için devletin kendisine inanmasını ve bu tür saldırı
silahlarının masum insanlar üzerinde yasaklanmasını
istiyor. Uzaydan ya da uzaktan kendisine mesajlar iletildiğini de iddia
ediyor. İnternetten konuları araştırmış,
yapılan çalışmaları, okumuş.
Akıl
sağlığını sorgulama yerine, beni seçtiler ve
saldırdılar diyor. Neden siz diye sorduğumda, rastgele
seçildik diyor. Çok iddialı, sürekli sözümü kesiyor, gözüne
baktığımda, odaklanmadığını gördüm.
Eğitimli, zeki bir insan. İnternet ortamında kendisi gibi mağdur olanlar ile iletişim
halinde olduğunu belirtti. Yardımcı olabilmem için, öncelikle cildiye
uzmanına gitmesini istedim. Derisindeki oluşumların nedeni
hakkında rapor alması gerektiğini belirttim. Çünkü dedim,
cilteki morarmaların ya da kesiğin bıcaktan mı yoksa
laserden mi olduğunun belirlenebileceğini söyledim. Kabullenmedi,
ikna olmak istemiyor, söylediklerimi dinlemiyor. Sorgulamıyor. Bana
inanacaksın diyor. Bana konu ile ilgili dünyada yapılmış
çalışmaları göstermek istiyor. Benim kendisine doğrudan
inanmamı ve destek olmamı istiyor. Kendisine uzaydan elektromanyetik
veya laser saldırıyı, özelikle oda içerisinde olan birisine
yöneltmenin zor olduğunu, anlayacağı şekilde anlatmaya
çabaladıysam başarılı olamadım. Günümüz tıp
uygulamalarında tahlile ve tespite yönelik testlerin çok güvenilir
olduğunu söyledim. Adli süreçte Akıl Sağlığı
raporunun ve deride hasara neyin neden olduğunun olduğunun
belirlenmesi gerektiğini dediğim anda, sözümü kesti. Dinlemiyor. Laser ile
saldırı olduğuna inanmamı ve kendisine destek olmam için
derideki hasarı yapan şeyin laser olduğunu dair belgeleyi
onaylamamı istiyor. Laser sıyrığı ile, tırnak
sıyrığı arasındaki farkın anlaşılacağını
söylediysem de, bana mısın demiyor. Sürekli belge göstermek istiyor.
Lakin kişiyi ikna edemedim.
Geçmişte
yaşadığımız acılar, öfkeler ve yaşananlar
aklımıza geldiğinde
geriliriz, kızarız; üzülürüz, bazen duygulanırız
da... Bunlar olmazsa, insanlık olmaz; doğaldır ve olması
gerekir; çünkü kendimize göre bir dünya tasarlayıp, oyuncuları
ekleyip çıkaramayız; bunu yaparsak o film olur... Özellikle ülkemde, ötesinde ise günümüz
dünyasında insanlar birbirlerini dinlemiyor, sorgulamıyor, empati
yapmıyor; en belası ise anlaşamıyor ve kinleniyorlar. Çünkü
uzlaşma kültürümüz yok... Herkes kendi dediğinde ısrarcı,
inat; herkes kendi dediğim olsun istiyor; oysa
uzlaşmak karşılıklı hissederek, birbirimize hak
vererek, ödün ve taviz vererek mümkün olabilmektedir.
Psikolojik sıkıntısı ya
da akıl sağlığını kaybetmek üzere olan birisinin
verdiği yanıttan, Uzaktan zihin kontrolü ya da elektromanyetik dalgalar
sığınılacak bir liman olduğu gözükmektedir. Nöropsikolojik ya da psikolojik rahatsızlıklar,
özellikle şizofrenik ve iki uçlu duygusal rahatsızlıklar
önemsenmelidir. Beyinde fiziksel ya da psikolojik tahripatlar oluşmaya
başladığında, kişi görsel ve duyusal halüsinasyonlar
görmeye başlar. Duyduğu sesler
ve gördükleri bilinç altına yüklenen korkulardır. Bu korkular bilinç altına bilinçli bir
biçimde yüklenir. Bu işi ya kişinin
kendisi ya da çevresindekiler bilinçli olarak psikolojik saldırı ile
yapmaktadır.
Öte yandan tanıştığım kişilerin anlatımlardaki
ortak nokta, ifadelerin kuşkular ve çelişkiler içermesidir. İkna
ve telkine tamamen kapalı olanlar doğrudan doğruya dediklerine
inanılmasını istemektedir. Zihnimizdeki
kirliliği nasıl temizleyeceğimizi düşünmek yerine düşmanı hep
dışarılarda ararlar. Didişmeler, tedirgin edici
davranışlar, bezdirmeye ve psikolojik zorbalığa dayalı
duygusal saldırılar gün be gün artmaktadır.
Akıl
sağlığını kaybendenlerin beyinlerinin kontrol edilmesi mümkün olamaz.
Çünkü bu insanlar beyinlerini bir yerlere teslim etmişlerdir. Özellikle
uyuşturucu, sakinleştirici gibi doktor denetimi
dışında kullanılan ilaçlar, kimyasallar ve kokular
doğrudan doğruya beyin ve akıl
sağlığını olumsuz etkilediği görülmektedir.
Kulak
çınlamasının neden olduğu depresyon gibi
rahatsızlıklar tedavi edilmelidir. Aksi durumda gaipten sesler
duyduğuna inanırlar. Günümüzün en önemli sıkıntılardan
birisi çevresel gürültülerin kontrol edilemez biçimde artmasıdır.
Gürültü kaynaklarının neden olduğu olumsuzlukları dikkate
almayız, onun yerine bu gürültüleri, birilerinin bizi tedirgin etmek
amacı ile yaptıklarına inanırız. Aslında
doğrudur da; camdan yarı beline kadar sarkmış
insanların birbirlerini dikizlediği toplumda yaşıyoruz.
İnsanlar birbirlerini dinlemek için her türlü metot, cisim ve teknoloji
kullanmaktadır. Sözgelimi duvarı delip kamera ve mikrofon ile
komşusunda ne olup bittiğini öğrenmek istemektedir.
Kasıtlı olarak, ses ve titreşim oluşturan ev makinelerinin
uygunsuz saatlerde çalışması ile insanlar birbirlerini sürekli
rahatsız etmektedir. Evin tavanına ya da kolonuna titreşim yapan
makine yaslanmakta ve üst katta uyuyan komşularını gece
yarısı yataklarından fırlatırlar. Hiçbir kimsenin aklına gelmeyecek
cinlikler ile rahatsız etmek, takip etmek, etrafında dedikodu yaymak
gibi onlarca hoş olmayan olaylar sıralayabilirim.
Teknolojik
olarak geliştirilme aşamasında olan buluşlar, teoriler ya
da laboratuvar ortamında elektromanyetik enerjinin yönlendirilmesi
konusunda yapılan çalışmalar sanki sokağa inmiş ve
tedirgin etmek için birilerine karşı silah olarak kullanıyor
gerçeğine dönüşmüştür. Oysa bunların hiçbiri doğru
değildir.
İyi
bir ruh halindeyken genellikle güzel anıları hatırlayıp,
etrafımızda gelişen olaylara karşı son derece olumlu
bir tavır takınırken; kötü bir ruh halinde ise tam tersi olur.
Bu ruh halimizdeki değişimler fakında olmadan muhakeme
yeteneğimizi de etkiler. Muhakeme yeteneğimizin
çıktıları olan önyargılar bizi yanlış yola da
sürükleyebilir. Olayların düşündüğümüz gibi olduğunu
kanıtlamaya çalışırız. Buna onaylama
önyargısı denir. Önyargılarımız bizi hapseder, ciddi
hatalara sürükler, kendimizi ve genel insan davranışlarını
anlamamızı zorlaştırır. Zihnimizin
bulandırıldığı yargılarla değil, ancak ve
ancak bilimsel yöntemlerle gerçeğe ulaşabiliriz.
Sizden
ricam, zihin kontrolü konusunu bir tarafa bırakın;
sağlıklı dostlar edinin, sorununuzu paylaşın...
Psikologa gidin, ilaç yazmayan sizi dinleyen, anlayan, katkı veren, psikoterapi arayın...
Nöropsikoloji,
beyninin yapı ve fonksiyonlarının belirli psikolojik olaylarla
olan ilişkisini anlamayı hedefleyen psikoloji dalıdır.
Beynimizin davranışlarımıza ve düşünceleremize
nasıl hükmettiği araştırılır. Nöropsikoanaliz, beyin ve zihin'in
çalışmasını daha iyi anlamak için nörobilim ve psikanaliz
konularının birleştirilmesiyle oluşmuş
araştırma konusudur. Bu nedenle beyninizde tuhaflıklar
hissettiğinizde öncelikle nöropsikoanaliz uzmanına baş vurun.
Robot
haline getirilmiş insanlarda, kurtarmak istedikleri hedefler ve sorgulamadan
kabul ettikleri inançlar var edilir. Kitlesel birlikte olmanın devası
gücünden gelen büyüklenme ve tehdite dayalı kibirli bir karaktere sahiptirler. Sorgulamayı unuttukları için
beyinlerini başkalarına teslim etmişlerdir. Sorgulama kültürünün olmadığı
bir kitlede herşey gönül bağı, kerametlerin mucizesi ve güce
tapınma ile başlar. İnançta tutku, sadakat aranır. Keramet
ile inanılmazlar yaşanır. Tehdit ve korku ile sindirilir.
Yeterince korkutulan insanlar otoriteye sığınır. Bağlananlar
takip edilir, hata yaptırılır, enselenir, uyarılır ve
korkutulurlar.
İdeolojileri ya da inançları adına bilinçaltlarına
telkinlerin sık sık tekrarlanması, çeşitli kahramanlık
öyküleri ve vaatlerle süslenmesiyle kişi hazır hale getirilir. Telkinlerden başka kullanılan bir
yöntemde de baskıdır. Fiziksel ve düşünsel baskılar da
aslında negatif telkinler olarak kişinin sağlıklı
düşünmesini engeller. Bu baskıların en tipiği ise,
içlerinde bulundukları grubun yarattığı sosyal
baskıdır. Seçilen biri, içinde bulunduğu grubun diğer
üyeleri tarafından sürekli olarak uyarılır. Sen kabul etmez
isen, bir daha kimse senin yüzüne bakmaz, dışlanırsın,
ailen ve senin için artık hayat şansı kalmaz. Eğer
denilenleri gerçekleştirirsen kahraman olursun, ailene de iyi
bakarız.
Belirsizlikler dünyasında, ülkesi, kendisi, özellikle ailesi saldırı
altında olduğuna inanırsa tapınma anlam kazanır ve
cesaretlenir. Görevler komut olarak tekrarlanarak, beyinde iz
bırakması sağlanır. İz bırakıcı
mesajlar süreklilik kazanırsa görevin unutulmaması sağlanır
ve hırslandırılır.
Hedefini yerine getirmek için bilgi toplama, izleme; tehdit ya da sapma
bulma konularında uzmanlaştırılır. Bilgi toplama,
değişim bulma; iletişim ve algılama konusundaki
teknolojiler çok iyi öğretilir. Fark edildiklerini fark ettiklerinde
öğretilmiş oyundaki kandırıcı rolü oynarlar.
Dünya tarihinin gelmiş geçmiş en büyük gizlilik teknolojisiyle
yetiştirilirler; bu gizliliğin adı tedbirdir, gizlilik atom
bombası kadar tehlikelidir, çünkü atom bombası yapabilirsiniz ama
saklayamazsınız, oysa yüz binlerce robotlaşmış
insanı gizlemeyi başarırsınız.
Eyleme geçirmek için transa sokulur, tahrik edilir. Eyleme geçirmek için
tüm grubun varlığının tehlike altında olduğu
fikri ile eğer sen yapmazsan düşman saldıracak fikri beyinlere
ekilir. Böylelikle zihninde bir çatışma yaratılır. Bunun dışında bazı pozitif
motivasyon teknikleri ve ilaçlar alındığı zaman kişi
kendinde aşırı cesaret hissedebilir. Duyusal yönden cesaretlenenler
kendilerini bir fikre daha kolay feda edebilirler ve daha
sadıktırlar.
Robot insanlar eylem sonrasında, olanlar zihinlerinden silinerek
unutmaları ve hatırlamamaları için sürekli uyutulur. Eylem
sonrasında susmaya ya da yalan ifade vermeye zorlanır. Kabus ve halüsinasyon görmeleri
sağlanır. Kaçırıldıklarında ya da ele
geçirildiklerinde konuşmayacakları test edilir.
Robot
insanlar belirli aşamada uygulanan temel eğitimler ile var edilirler;
·
Robot insan yetiştirecek uzmanlar hazırlanır
·
Hazırlık eğitimleri verilir
·
Robotlaştırılır
·
Takip edilir
·
Fark edilmemeleri sağlanır
·
Eyleme geçirilir
·
Eylem sonrası susturulur ya da bağlar koparılır.
Unutulmamalıdır ki robot insan yetişirtirilirken verilen
psikolojik savaş akla değil, duygulara hitap eder. Asılsız
bilgi kaynakları kullanılarak etkili olabilmek için kuvvetli bir
disipline sahip, yaratıcılık özelliği olan, taklit ve
şaşırtma yeteneği yüksek uzmanlar tarafından
uygulamalı eğitimler verilmektedir. Net ve kesin bir sonucun
alınması için beyne transfer edilecek mesajın, birey ya da
kitlenin içinde bulunduğu atmosfere uygun ve birbirlerine paralel bir psikolojiye
sahip birey veya grupların hazırlanmasını gerekli
kılmaktadır.
Birey ya da
kitlede mevcut davranış biçimlerini silme, hafıza kaybı
oluşturma anlık olabildiği gibi çok uzun sürede de sonuç
alınacak bir faaliyettir. Hafızayı yeniden programlamak için,
·
Öncelikle sorgulama, düşünme ve kanaat oluşturma özgürlüğü
engellenir, sınırlandırılır ve sonunda yok
edilir.
·
Gerçeklere gözlerini kapamak ve kulaklarını tıkamaları
için inanca dayalı gönül bağımlılığında
yanlızlaştırma ve ötekileri ret etme öğretilir.
·
Böylece biat etme ve tam bağımlılık
oluşturulur.
·
Birey ya da kitlenin yeni davranışları programlanırken
ortak amacı ve uyması gereken tedbirleri sürekli tekrar ettirilir.
·
Sır küpü olma ve kendini belli etmeme öğretilir.
·
Sızma, sinme; uyuma, gizlenme; uyanma, görevini hatırlama ve
kendinden olanı ve görevini fark etme konularında
uzmanlaşır.
·
Gizliliğin adı tedbirdir.
·
Eğitim aşamasında, kendi başına başarma ve
karar verme yeteneği elinden alınır; başarı kendine
ait değil, kendisi uygulayandır, bilir.
Robot insan yetiştirenler:
·
Sade bir yaşamı varmış gibi davranır,
·
Hiç bir olaya karışmaz,
·
Kimse ile polemiğe dahi girmez,
·
Hiç kimseyle samimi diyalog kurmaz,
·
Etkinlik veya sosyal faaliyetlerin fotoğraflarına dahi girmekten
kaçınır,
·
Etrafda çok ender görülür,
·
Çantasını yanından hiç ayırmaz,
·
Sık sık yaptığı yürüyüşler de bile tek
başınadır.
Kendilerince
seçilmiş devşirdikleri çocuklar ile bir robot ordusu üretirken eğitim
aşamasında pişmanlık diye bir şey yoktur, korku var,
verilen görevleri eksiksiz yerine getirme vardır. Ünlü Rus fizyolog
Pavlov, köpeklerine et verirken zil çalar ve bunu sürekli tekrar. Köpekler zil
sesini işittiğinde et görmeseler de salyaları akmaya
başlar. Bu, "Şartlı Refleks"tir. Eğer sürekli
olarak zil çalar ama hiç et göstermezseniz, bir süre sonra şartlı
refleks söner. Devamın sağlanması için arada bir et gösterilerek
refleks pekiştirilmelidir. Bir gün Pavlov'un enstitüsünü su basar.
Köpeklerin bir kısmı boğulur, bir kısmı da günlerce
korkuyla titreşir çünkü ölümden zor kurtulmuşlardır.
Kurtarılabilenler tekrar enstitüye toplanır. Pavlov zil çalar,
köpeklerde tık yoktur. Şu müthiş sonuca varır Pavlov:
"ağır travmalar, şartlı refleksleri ortadan
kaldırmaktadır. Hayvan en doğal, en ilkel durumuna geri
dönmektedir.
Pavlovdan
beri şartlandırmayla ilgili bütün gelişmeler robotlaştırılacak
birey ya da kitle üzerinde uygulanır. Karşımızda mankurt
bir kafa var. Mankurt sözcüğü, Türk dünyasının en büyük
yazarlarından olan ünlü Kırgız yazar Cengiz Aytmatovun
(1928-2008) anlattığı bir öyküdür. Orta Asya ülkelerindeki
Mankurt efsanesini Gün Olur Asra Bedel adlı romanında yazan
Aytmatov, bir ülkenin başına gelebilecek en büyük felâketin, toplumun
mankurtlaşması olduğunu belirtmiştir. Beyni yıkanarak
mankurtlaştırılan kişi, düşmanını efendi
olarak kabul eder, efendisi için savaşan bir köle olur! Bu, elbette ki
öyle kısa bir sürede olmaz. Uzun bir zaman dilimine yayılır,
refleksler yavaşlatılır, direnç kırılır! Mankurt,
efendisine sadık, onun sözünden asla çıkmayan, efendisinin emriyle,
sorgulamadan ölmeye ya öldürmeye yönelen
bir yaratık!
Orta Asyada,
Juan-Juan isimli barbar bir toplum, tutsak ettiği insanları robot
köleler haline getirmek için onların hafızalarını
silermiş. Hafıza silme işi şöyle
yapılırmış: Önce tutsağın başı
kazınır, saçları tek tek kökünden çıkarılır. Bir
deve kesilir, derisinin en kalın yeri olan boynundaki deri
tutsağın kanlar içinde olan kazınmış başına
sımsıkı sarılırmış. Kuruyup büzülen deri,
kafayı mengene gibi sıkıp, dayanılmaz acılar verirmiş.
Bir yandan da kazınan saçlar büyüyüp dışarı
çıkamayınca başına batarmış. Tutsak,
kafasını yerlere vurmasın diye bir kütüğe
bağlanır; yürek paralayan çığlıkları
duyulmasın diye elleri ayakları bağlı olarak
ıssız bir yerde dört-beş gün aç-susuz bırakılırmış.
Beşinci günün sonunda tutsakların çoğu ölür, kalanlar ise
belleklerini yitirirmiş. Tutsak zamanla kendine gelir, yiyip içerek gücünü
toplarmış. Artık o bir insan değil, ölünceye kadar geçmişini
hatırlamayan mankurt olurmuş. Bir mankurt, kim olduğunu, hangi
soydan geldiğini, anasını, babasını ve
çocukluğunu bilmezmiş. Bilinci ve benliği
olmadığı için, insan olduğunun bile farkında değilmiş
Ağzı var,
dili yok, itaatkâr bir robottan farksız. Kaçmayı hiç düşünmeyen
bir köle. Onun için önemli olan tek şey efendisinin emirlerini yerine
getirmek
Bir
inancın gücü, dağları yerinden oynatmasından değil,
yerinden oynatılacak dağları görmemesinden belli olur. Öncelikle
sorgulamanın olmadığı, inancın ipine
sarılanların nasıl bir irade yoksunluğu sorunuyla karşılaştıkları
ve kendisi olma vasıflarını kaybettikleri ortadadır. Onlar
sınırları çizilmiş belirli bir inanca mahkum edilirler,
uyutulurlar. Çünkü onlara dayatılan temel
felsefe:
·
Sorgulamayacaksın, önderler adınıza bu işi zaten
yapmaktadır,
·
Doğrudan inanacaksın, doğruları keramet sahibinden daha
iyi mi bileceksin?
·
Kendini geliştirmeyeceksin, senin ne olacağına karar
verilmiştir.
·
Ötekilerini yok sayacaksın,
saygı göstermeyeceksin; çünkü onlar yok edeceğin
düşmanındır.
Aklını örgüte teslim eden rol modeller veya robot askerler
yetiştirme konusunda uzmanlaşanlar bütün ilimleri öğrenir,
kimya, sihir ve gizem ile uğraşırlar. Sızma, tedbir ve
sır konularında uzmandır. Kendilerine ait dünyayı kurgular
ve kendilerine ait önder, suikastçi ile gizli fedai yetiştirirler.
Kendilerine bağlı adamlarını, ölesiye sadık haline
getirecek yöntemler geliştirirler. Devletin önemli kademelerinde yer alan
gizli fedailer ordusu oluşturulur. Bu fedailerin bir kısmı
devleti yöneten çok güvenilir insanlar, komutanlar, sırdaşlar, hatta
eşleri de olabilir.
Robot
insan yetiştirecek olanlar muazzam
disiplinde eğitilirler. Bu eğitimlerde, hedefin ne pahasına
olursa olsun yok edilmesi ve deşifre olunduğunda doğrudan yok
olunacağı öğretilir. Öte
yandan sızmaları, yerleşmeleri, suskun kalmaları konusunda
farklı uygulamalar ve eğitimler de geliştirilir. Önderlerinin
emri ile devletin önemli kademelerinde bulunmak, onlardanmış gibi
görünmek zamanı gelince yapılan işi başarmak, ya da bu
uğurda ölmek, onurlanmaktır.
Üretmek
ya da kontrol etmek istediğiniz kişilere ilişkin, kişisel
istihbarat, en büyük silahtır. Çok büyük bir istihbarat
yapılanması söz konusudur. Birey ya da toplumun düşünce ve
duygusunu sentez yapabiliyorsanız topluluğu arkanızdan
götürmeniz, ölüme götürmeniz çok kolay olabilir. Robot insan yetiştiren önderler deşifre
olunca hemen başka önderler gelir ve o boşluk böyle dolar.
Günümüz dünyasında robot insan yetiştirme faaliyetleri
ağırlıklı olarak legal örgütler üzerinden yürütülür;
özellikle gençliğe yönelik eğitim ve kültür faaliyetleri
gerçekleştirilir. Yurt içinde ve yurt dışında çeşitli
dallarda ulusal ve uluslararası başarılar elde etmek suretiyle
örgütün propagandası yapılır. Böylece kendi organizasyonlarına
halkın rağbet etmesi sağlanarak sempatizan kitlesi genişletilir.
Organizasyonda iletişimin gizliliğe riayet edilir; önemli mesajlar
ulaklar vasıtası ile iletilir. Kendilerine özgü ceza ve ödül sistemi
bulunan profesyonel bir örgütlenme söz konusudur.
Örgüt, sistemli ve programlı biçimde çocuk yaşta seçilenleri
ileriye dönük hedeflere göre yetiştirir. Eğitilmiş çocuklar,
düzen ya da sistem içerisinde önemli noktalara yerleştirir. Sistemi tamamen kontrol altına almada
uygulanan strateji: çevresine güven verilmesi, yaşm tarzında esnek
olunması, sivrilmeden can damarları içinde dolanılması,
bütün güç merkezlerine ulaşıncaya kadar hiç kimsenin
varlıklarından haber olmadan düzenin ana damarlarında
ilerlenmesidir. Tamam olunacağı
ve koşulların uygun olacağı zamana dek beklenir. Bilhassa,
haber alma hususunda her zaman cephenin çok önünde olurlar.
Kritik devlet organları, yerel yönetimler ve finansal sektörü dahil
kendilerince belirlenmiş kritik noktalar sırayla ele geçirilir.
Yönetimi kontrol altına alabilmek için tüm kadrolara ya kendi
mensupları getirilir ya da o makamları işgal edecek
olanların kendilerince yönlendirilecek tipler olması hedeflenir.
Kurgulanmış soruşturmalar, sahte ihbar mektupları, yasa
dışı dinlemeler, gerçeğe aykırı deliller sayesinde
kendinden olmayan tüm kadro tasfiye edilir. Kendilerinden olmayanlara
karşı yürütülen baskı, korkutma, yıldırma, sindirme ve
tehdit faaliyetleri, kolluk kuvvetleri, kamu kurumları ve yargıdaki
kendi adamları yardımıyla ortaklaşa gerçekleştirilir.
Bu tür organizasyonlarda çok katmanlı örgütlenme söz
konusudur. Hedefi ele geçirmeye kitlenenler,
başarısızlığa uğradıklarında,
varlıklarını sürdürebilmek için,
birbirlerini tanımayan ya da
farkında olmayan çok katmanlı örgütlenme geliştirirler.
Bunların en alt temelini ise infaz tugayı oluşturur. Tüm damarlarında gizlenmiş görgüt
üyeleri varlıklarını sürdürürken zamanı, yeri ve emri
beklerler.
Siber
saldırı yapabilecek güce sahip olabilmek için devşirilenler ise
bankalara, devlet kurumlarına, iletişimi hedef alan oldukça
kapsamlı bir siber saldırı yapmak için eğitilirler. Asıl sorun
uyuşturucu madde bağımlılığından çok daha
tehlikelidir: örgütüne, liderine bağımlılık.
Bağımlı olanlar, bir fikir geliştiremez,
bağımlı yapıların düşüncesi olmaz. Bir
düşünceniz olabilmesi için beyniniz, bilinciniz, benliğiniz yani kendi
varlığınız kendi özgür iradenizin elinde olması
lazım.
Sırlar ve yalanlar üzerine oynanan oyunlar ve psikolojik operasyonla
kukla yapılan insanların hikayeleri dikkat çekici özellikler
taşımaktadır. Kore savaşı sırasında Çinliler
tarafından Amerikan askerlerine yapılan beyin yıkama deneyleri
Mançuryan Kobayları - Manchurian Candidate olarak
adlandırılmıştır. Aynı isimle filme konu da
olmuştur.
Bilinen ilk ve en önemli psikolojik operasyon örneği ise Hasan
Sabbahtır. Haşhaşi tarikatı da denilen bu örgütlenmede
kişiler haşhaşın etkin maddesi eroin ile cennete
gideceklerine ikna edilmiş ve gidecekleri cennet kendilerine yaşarken
gösterilmiştir. Bu kişiler Hasan Sabbaha itaat ederek intihar
saldırılarını zevkle yapmışlar ve cennete
gittiklerini sanmışlardır.
Uzaktan
beyni kontrol etme üzere yapılan çalışmaların ortak
amacı bakış açısını değiştirip
yönlendirerek; sorgulamayan, mukayese etmeyen; beyni olan ama düşünmeyen
kukla insanlar üretmektir.
Amaç,
psikolojik savunma mekanizmalarından mahrum bırakılarak, telkine
ve ikna olmaya açık hale getirilen kişinin beyinini ele geçirmektir.
Davranış değiştirmede olması gereken gerekli ve
yeterli koşul ise cesaretlendirip, hırslandırılarak tepki
vermeye zorlamaktır. Tepkiyi verdiğinde takdir edileceğini ve
ödüllendirileceğini bilmesidir. Kukla insanlar, kendi iradesi
dışında, beyin yıkama ve isteklendirme yöntemlerinin
etkisiyle başkalarının istediği eylemleri yapanlara verilen
isimdir.
Kukla
insan üretmek için geçmişi, aile yapısı, inanç, zeka ve kişilik analizi
yapılır. Davranışlar
uzaktan gözetlenir ve izlenir; istedikleri gibi çevirip, kullanılabilinir
mi?
Bir insan kukla yapılırken düşünme yetisi neredeyse tamamen
yok edilerek işe başlanır. Bunun için, bireysel değil, grup
halinde bir araya getirilerek toplu yemin etme, komut sözlerin ve seçilmiş
sloganların hep birlikte yüzlerce, binlerce defa tekrarlanmasıyla
psikolojik savunma mekanizması ele geçirilir. Bu törensel
toplantılar, bağımlılık tutkusu oluşturmak ve iz
bırakmak için periyodik olarak tekrarlanır. Çevresine ve ailesine hiçbir
şey hissettirmemesi için onlardan hep uzak tutulur. Gruptan
kopmaması, çıkmaması için sosyal statüsünden (bekar),
zaaflarından, pişmanlıklarından yararlanılır.
Tehdit edilir. Ailene zarar veririz diye... Ayrıca, grup içindeki tüm
ikili ilişkiler, bilgi akışı denetim altına
alınarak ve takip edilerek tek tipleştirme tamamlanır. Böylece
hazırlık süreci
tamamlanmış olur. Bu süreçten
geçen birinin normal algılaması beklenemez. Düşünceler, mutlak
siyah ve beyaz arasında değişir. Bu düşüncelerde gri tona,
şüpheye yer yoktur.
Eyleme
geçişi ve sonrasında, sanki karşısında biri varmış gibi, birisinden
emir alıyormuş gibi bakar. Hareketleri tutarsızdır. Hiç
kimsenin dikkatini çekmez. Yine de garip hareketleri vardır. Hiçbir anlam
verilemeyen davranışlar sergiler, kuklaya benzer.
Kuklayı kullanan azmettirici, her zaman kuklayı ortadan
kaldırır. Katil olay yerinde imha edilir, çünkü geri kalanlar için
bir tehdit oluşturur. Ya da eylem
sonrası bağlar koparılır, hedef şaşırtılır.
Ardında yıkım bırakır. Aile bireyleri çok
ağır hakaretlere, tehditlere maruz kalır. Aile bireylerinin can
güvenliği tehlikeye atılır. İsimleri yayılır,
işsiz kalmaları sağlanır.
Kukla
eğitimi uzun bir zaman dilimine yayılır, refleksler
yavaşlatılır, direnç kırılır! Efendisine
sadık, onun sözünden asla çıkmayan, efendisinin emriyle öz annesini
bile öldüren bir yaratık! Hafızaları silinmiş bir ordunun
kukla askerleri sürekli sessiz ve teyakkuz halindedir. İfadesizikleri,
tepkisizlikleri insanı ürkütür. Olay karşısında renk, ifade
vermezler. Tasasızlıkları çıldırtıcı
düzeydedir. Siz konuşurken yüzünüze suratınızın
ortasından tren geçiyormuş gibi bakarlar. Diğer insanların
acısını hissetmezler. Suçluluk gibi duyguları hiç
yaşamazlar. Hedefi ele geçirmeye odaklanırlar. Fırsat
buldukları anda sızma girişiminde bulunurlar ve
başarırlar. Akıl seviyesinin üstünde bir yapı, ekip
temelinde organizasyon oluştururlar. Ne olursa olsun,
dağıtıldıkları ya da başarısız
oldukları anda, yeniden organize olurlar; hedefi ele geçirmeye
çalışırlar. Kimlerden seçilir diye sorarsanız; en yoksul,
en çaresiz, en dağılmış, en umutsuz, sosyal zincirin en
dibindeki ailelerden toplanmış yoksul çocuklar olduğunu
unutmayın.
Birde
varlıklı ailelerin çocukları vardır ki, onlar koşarak
kukla olmaya gelirler ve uçarak ölüme giderler. Bu ailelerde iyi-kötü,
doğru-yanlış, aydınlık-karanlık ayrımı
yok edilmiştir. Çok zeki, çok akıllı ve çok güçlü
olduklarına inandırılmış karakterlere sahiptirler. Kukla
olmaya hazır kişilikleri vardır.
Kurtarıcıyı
bekleme inancı ezilmiş toplumların ümitle bekledikleri, sosyal
bir protesto ve başkaldırı ile huzur dolu bir toplum
arayışı arzularına dayanmaktadır. İlkel kavimler
kutsal kurtarıcının zenginliklerle dolu bir gemi ile
geleceğine ve kendilerini yabancı hâkimiyetinden
kurtaracağına inanırlar.
İnsanlar neden körü körüne kurtarıcılarına
bağlanma ihtiyacı duyarlar? İnanç temelinde keramet, gönül
bağı, tutku, sadakat, korku ve tehdit gibi duyguları
yaşanması yeterli olabilir mi?
Evet bağlanmayı sağlayan birlikte
yaşanmışlık, ortak intikam duygusu, kerametler,
ödüllendirme ve motivasyondur. Kişilerin temel ihtiyacı olan
ödüllendirme ile bağımlılık oluşturulmakta ve kişilerin
zihinsel yetileri yani beyinleri birileri tarafından ele geçirilip
yönlendirilmekte ve yönetilmektedir.
Bağımlılık yapmak için gerekli olan ise
hırslandırmak ve motive etmektir. İnsan tabi ki doğası
gereği onay almak, dediğine inanılmak ve beğenilmek isteyen
bir varlıktır. Ancak burada
yanlış olan birşeylerden korkanların
kurtarıcıyı tercih etmeleridir.
1994 yılında dünyanın dört bir yanından zenginler,
paralarını nereye koyacaklarını bilemeyecek, kadar deliren
varlıklı kadınlar, erkekler ve kendileriyle birlikte
sürükledikleri zavallı çocuklarından oluşan tarikat üyeleri
topluca intihar ettiler. 30 Eylül 1994te Kanadada beş mürid bıçaklanarak öldürüldü. Aynı
yıl 4 Ekim günü İsviçrede mezhebin kurucusu ve başrahibi Jo Di
Mambronun villasında toplanan 25 tarikatçı bir yangında kömür
oldular. Onlar da uyuşturulmuşlardı. 22 Mart 1997de ise yine
Kanadada yine beş üye, ölümü seçti.
1995 yılında 15 Aralıkı 16ya
bağlayan gece, Fransanın Vercors ormanlarında ve Cehennem
Deliği denilen çukur alanda, halka halinde sıralanmış,
kömürleşmiş bedenler bulundu. 36 yaşındaki Fransız
polis görevlisi Jean Pierre Lardanchet ve İsviçreli mimar 39
yaşındaki Andre Friedli, on dört kişiyi önce öldürmüş,
ardından üzerlerine benzin dökerek yakmış ve kendi
ağızlarına da birer kurşun sıkarak intihar
etmişlerdi.
Altın Yol tarikatının kurucu ve
ideologları, "artık ışınlanma
zamanı"nın geldiğine ve eğer yanarak yok olursalar
bedenlerinin, "Sirius" gezegenine ışınlanacaklarını
inanmışlardı. Tarikatın hiçbir üyesi safdil,
gerizekalı ya da cahil değildi. Hemen hepsi orta düzeyin çok üstünde
kültürlü, eğitim görmüş ve içinden çıktıkları
toplumların seçkinleri sayılan, işlerinde
başarılı, servet sahibi kişilerdi. Örneğin ünlü Piaget
saatlerinin eski sahibi Camille Pilet, 94deki katliamda yanmadan önce, tüm
servetini Altın Yol tarikatına
bağışlamıştı! Nasıl olmuştu da Sirius
gezegenine inanmış idi? Güneş Tapınağına giden
Altın Yol, yanarak kömürleşmek mi?
Altın Tapınak davasının tek sanığı
dünyaca ünlü orkestra şefi Michel Tabachnik. Kendisi, tarikattan 1994
yılında ayrıldığını iddia etmesine
karşın aynı yıl işlenen cinayetler dizisinden on gün
önce, Fransanın Avignon kentinde verdiği konferansta, dünyanın
sonu ve dolayısıyla insan bilinci taşıyan tarikat üyelerini
Sirius gezegenine nakletmenin zamanı geldiğini söylüyordu.
İsviçre uyruklu Tabachnik, kendi ülkesinde açılan davada,
cinayetlerle ilgisi kanıtlanamayarak beraat etti. Peki toplanan paralara
ne oldu?
Güneş hangi gezegene biat eder! Geceleri gök yüzünün
en parlak yıldızı olan Sirius, yan yana bulunan çift
yıldızdan oluşur. Büyük olanı Sirius A, küçük olanı
Sirius B dir. Bu yıldızların birbirleri çevresinde her 49.9
yılda bir çift yay çizerek dolandığı yakın zamanlarda
belirlenmiştir. Sirius-A'nın Yörüngesi. Sirius-B de Sirius-A'nın
yaptığı yaylara simetrik olarak (eksene oranla) yaylar çizer.
Sirius yıldızı, Kuran da adı geçen
tek yıldız olup, kendisinden Necm (Arapçada Yıldız demek)
suresinde söz edilir. Söz konusu surenin 49 uncu ayetinde: Hiç kuşkusuz Şira
yıldızının / şuurlanmanın Rabbi de Odur. Aynı surenin 9 uncu ayetinde: İki
yayın beraberliği gibi belki de ondan da yakındı der.
Dogonlar Afrika'nın Mali cumhuriyetinde yaşayan
bir kabile halkıdır. Dogon kültürünü 1930lu yıllarda
Batı'ya tanıtmış olan etnolog Marcel Griaule'dür. Totemleri
bulunan ve inisiyasyona dayalı bir örgütlenmesi olan bu kabile,
tradisyonlarını sözlü aktarım yoluyla sürdürmüştür.
Tradisyonlarındaki astronomi bilgileri, özellikle Sirius sistemi
hakkındaki bilgileri tüm astronomları
şaşırtmıştır. Kimilerince ilkel olarak
nitelendirilebilecek bu halkın geleneksel olarak bildiği, teleskopa
sahip olunmaksızın bilinmesi imkânsız denilen astronomik
bilgilerden bazıları şunlardır: Dünya yuvarlaktır ve
Güneş etrafında döner, Ay da Dünya etrafında döner. Satürnün
halkaları, Jüpiterin uyduları, Sirius bir çift yıldızdan
oluşur, birbirleri çevresinde 50 yılda bir dönerler, biri çok
küçüktür, gözle görülemez ve onun maddesi çok ağırdır. Bu
bilgileri bilebilmek için teleskop da yeterli değildir. Dogonlar, bu
kadarla kalmayıp, Sirius Sisteminde henüz varlığı halen
doğrulanamamış üçüncü bir bileşen yıldızın
olduğunu, dolanım süresini ve gezegenin bulunduğunu bildirmektedir.
Nommonun Gemisi, Mali Cumhuriyetinde yaşayan Dogon
yerlilerinin mitolojisinde Sirius yıldız sisteminden Dünya gezegenine
gönderilenleri ifade eden bir terimdir. Nommonun terimi, Dogon
inanışında, kimi zaman Sirius sisteminden Dünyaya gelen maddi
bir uzay gemisinden söz ediliyormuş gibi, kimi zaman da manevi anlamlar
içeren bir sembol olarak kullanılmaktadır. Kuşaktan
kuşağa aktarıla gelmiş Dogon geleneklerine göre, bu gemi,
insan soyunun atalarını taşımaktadır. Fakat
ataları gemiye insan formunda değil de, tohum halinde konulmuş;
geminin Dünyaya iniş yolculuğu boyunca, embriyonun, insan cenininin
ana rahminde geçirdiği oluşum evrelerini andıran çeşitli
dönüşüm evreleri geçirmiş ve gemi yeryüzüne vardığında
gemiden insan biçimine gelmiş olarak çıkmışlar. Bu sürecin
devam ettiğine inanırlar. Altmış bölmeli bu gemi
yalnızca ataları değil, yirmi iki kategoride
sınıflanan yaratılış unsurlarını ve
kelâmı da içerir. Gemideki bölmelerde tüm varlık türleri ve
oluş usulleri vardır; fakat bunların yalnızca bir
kısmı yeryüzüne indirilmiştir, dolayısıyla insanlar
yalnızca bir kısmını bilmektedir. Geriye kalanlar yoldalar,
geliyorlar...
Toplu intihar eden müritlerin oluşturduğu
diğer tarikat ise Halkın Tapınağı Tarikatı
dır. 1970 yılında ABD'nin San Fransisco kentinde kurulan tarikat
1976 yılında lideri Jim Jones'in hakkında çıkan yolsuzluk
iddiaları nedeniyle Guyana'ya taşınmıştı. Jones,
bütün kimliklerini aldığı müritlerine sürekli toplu intihar
provaları yaptırıyordu. Hakkında açılan bir
soruşturma için Guyana'ya gelen Amerikalı görevlileri ve tarikattan
ayrılan 14 kişiyi öldürten Jones baskın korkusuyla müritlerine
intihar emri verdi. Toplu intiharda ölen 912 kişinin 276'sı çocuktu.
Müritlerini birer zombi haline getiren Jim Jones daha sonra kafasına bir
kurşun sıkılmış halde bulundu. İsa'nın
ruhunu taşıdığını iddia eden Jones'ın
Amerikan İstihbarat Teşkilatı CIA adına
çalıştığı ve CIA'nın bir zihin kontrolü
projesinin üyesi olduğu iddia edilmiştir.
19 Nisan 1993 tarihinde Teksas'ta 51 gün süren FBI
kuşatmasına rağmen teslim olmayan "Davidiyen"
tarikatı üyeleri, teslim olmak yerine kendilerini yakarak intiharı
seçtiler. Akli dengesinin bozuk olduğu söylenilen tarikatın lideri
David Coresh müritlerine kendisinin Hz. İsa olduğunu söylüyordu.
İntiharda 83 müridi ölen Coresh'in tarikat içinde 20 karısı ve
40'tan fazla çocuğu vardı.
İntihar olaylarının en ilginci 17 Mart
2000'de Uganda'da meydana geldi. Ülkenin güney batısındaki Kanungu
kentinde toplanan "Tanrının 10 Emrinin Restorasyonu
Hareketi" tarikatı üyesi 500'ü aşkın insan kilisede
kendilerini ateşe verdiler. Yetkililer tarikatın başka evlerinde
de cesetler buldular. Dehşetin bilançosu evlerde bulunan cesetlerle
birlikte toplam 952'ydi. Katolik Rahip Paul İkazire tarafından
1980'li yıllarda kurulan tarikatın başlangıçtaki amacı
tanrının 10 emrini insanlara hatırlatmaktı. Daha sonra
gruba girip tarikatı ele geçiren Credonia Mwerinde ve Josep Kibwekere,
Ruhul Kudüs'ten mesaj aldıklarını, Hz. Meryem ile
konuştuklarını iddia ederek insanları etkilediler.
İntiharın ardından ortadan kaybolan Mwerinde ve Kibwekere
sırra kadem bastı.
Sosyalleşme
faaliyetleri bahanesiyle esir alınmak istenilen zihinlere kolayca nüfuz
eden komutlar! Bu komutların uyuşturduğu beyinlere kolayca
yerleşen ve hastalıklı yaşam tarzını sinsice
psikoojik saldırıya dönüştüren yöntemler, akıl
sağlığına ait ne varsa hepsini silip alt üst eder. Karşılıklı
iletişim aşamasında dış dünyayı tanıtma ve
bilgilendirme maskesiyle zihinsel aldatmaları başlatan avcı
avını bulduğunda onu kendine bağlar. Çünkü, avcı
avını çok iyi tanımaktadır. Aslında elde edilecek bir
çıkar, bir kazanç ya da görülmesi gereken bir hesap vardır, mutlaka! Yararsız
bilgiler ve pembe hayallerle sanal bir dünya kurgulanırken,
yapılanlar aslında birer zihin aldatmacasıdır.
Zihin
aldatmacaları ile birlikte kerametler bombardımanı ile inşa edilen zihinsel işgal dönemi
başlar. Bu dönemde yalan yanlış bilgiyle doldurulan beyin, kendisine
yaklaşan efendisini ve söylediklerini kurtuluş gibi görürken, ekilen
tohumlardan seçim yapmayı bakış açısı
değişikliği ve farkındalık zanneder.
Efendisinin
ektikleri tohumlar kozalarından çıkıp yeşermeye
başladığında, beyni ele geçirecek kölelik süreci de başlamış
olur. Köleleştirilme ile beyin sığlaşırken yaşam
tarzı istenilen şekle dönüşmeye başlar. Zihinsel köleliğin
bu aşamasında kişiyi yaşamda tutan ne varsa,
acımasız bir şekilde imha edilir. Zihinsel kölelik
acımasız ve çok tehlikelidir. Kişi karanlık bir
savaşla karşı karşıyadır. Zihinsel köleler
gerçekleri göremez. Çünkü, düşmanın kim olduğu, nerede
olduğu çok iyi bilinmez. Öte yandan esareti kurtuluş olarak
algılayan gönüllü zihinsel kölelerin beyinlerine işlenen biat ve
itaat komutları ile verimli köle sürüler oluşturulur.
Mayın
tarlasına dönüştürülen köle beyinlere yerleştirilmiş
komutlar ne zaman, nasıl patlatılır? Doğrudan beyine
saldırıyorlar, farkında değiliz. Beyin alani ele geçirilir,
algımızı oluşturan iletişim kaynakları ele
geçirilir; ya çaresizlikten, ya korkudan, ya da inanmışlıktan
tepki verilmez, sorgulanmaz, öylece baka kalınır. Sonuçta
bakış açısı giderek değişir. Beyin uyuşturulmuş
gibi hisseder. Dost düşman, düşman da dost gibi görünür. Beyine
yerleştirilen komutlar ile yapılan psikolojik saldırı
kişiyi kendinden bile şüpheye düşürür. Paranoya ve
şizofreni olmaya zorlanır. Kişiyi kendi kurallarına uymakla
yükümlü bir köle gibi gören efendisinin zihinsel işgali ile aradan
yıllar geçse de, mekanlar değişse de komutlar, her zaman
canlı tutulur. Tüm anılar, dış dünya ile iletişim
halinde iken algımızdaki değişimler hep efendisinin
komutlarını hatırlatacaktır.
Ustalıkla
beyine yerleştirilen komutların köleleştirdiği zihinsel
işgal ile kabul ettirilen yaşam biçimi birçok sosyal hastalık
üretir. İdrak edilemez. Sonraki yıllarda idrak edilse bile iş
işten geçer ve bu alışkanlıklar hayatın parçası olur.
Artık insanı yaşadığı dünyaya bağlayan efendisini
hissetmeden var olması mümkün değildir. Komutlar sürekli
hatırlatır efendisini. Bu tür psikolojik saldırının
hedefi; aklın ve beynin birilerinin beklentilerine uygun olarak yeniden
inşa edilmesidir. Duvarları ve çitleri olmayan hapishaneye çevirmek
isterler yaşamı! Aradan
yıllar geçse de, gecenin bir
yarısı uyandığınızda duyduğunuz sesler,
gözünüzün önündeki perdeye yansıtılan görüntüler geçmişinizden
kalan acılarınız, korkularınız ve kenara ittiklerinizden
başka bir şey değildir.
Komutlar
ekilerek beynin sessiz ve derinden ele geçirilmesi, her çeşit
işgalden daha kolay ve etkili bir yöntemdir. Bu karanlık akıl
oyunuyla belirlenen kötü kader ise yaşam tarzı olur.
Bilinçaltına gönderilen komut sinyalleri ile beyinlere ekilen işgal
tohumları efendileri için robotlar hazırlarlar. İnsan ve
ötesinde toplumun yaşam tarzını kurgulamanın en kestirme
yolu budur.
En
etkili yöntem, sevgi ve güven sözcükleri içine gizlenerek beyine komut
sinyalerin gönderilmesidir. Çünkü algılanan komutların vazgeçilmez
olması gerekmektedir. Bu şekilde zihinsel bariyerler kolayca
geçilerek yaşam tarzına hakim olunması istenen her şey
zihinlere ekilir. Aşılanan şifreli sözcüklerle
ilişkilendirilen kurgusal komutlar sürekli tekrar edilerek, vazgeçilmez
mayın tarlaları oluşturulur. Ekilenleri sürekli beslemeden
yaşam artık mümkün değildir.
İyi
olan her şey yok edilerek yerine kötülük ve işgal tohumları eken
bu saldırı biçiminde yaşamanın kuralını da
efendilerin komutları belirler. Sürekli huzursuz olmak, tedirgin olmak,
yaşamı hastalık üreten bataklığa çevirir. Bu
bataklığı kurutmadan, kötüler ve kötülüklerle tek tek nasıl
baş edebiliriz?
Kişi
efendisine bağlı olduğu sürece sorun yoktur. Ta ki, bağ
kopana kadar, bağ koptuğu anda yabancılaşma,
ezilmişlik, toplum dışına itilmişlik duygusuna
kapılmasını sağlayacak komutlar işgal edilen
kişinin bilincinde dönüşüm başlatır. Bir insanın
zihninin başka bir varlığa dönüşmesi söz konusudur.
Kişi kendisini efendisine karşı güçsüz ve ezik hisetmelidir.
Efendisinin duyguları altında ezilmelidir. Kişi kendisini bu
dünyaya karşı yabancı ve savunmasız hissetmelidir. Efendisi
karşısında tam anlamıyla savunmasızdır. Bu
savunmasızlığa ve çaresizliğe rağmen ne pahasına
olursa olsun yaşamda kalma savaşı verilmelidir.
Çağımızın temel sorunu olan yabancılaşmayı
aşmak için bir şekilde kişinin beni ile dış
dünyayı birleştirmeyi becerebilmesi gerekir. Beynindeki yapılan
kötülüklere, acılara, korkulara karşı iyi olan elde ne
kaldıysa yarıştırılması gerekir. Bu
yarış paralel ve eşit koşullarda olmak zorundadır.
Aksi durumda ağır yükün altındaki beyin nasıl dayanabilir
ki, olanlara!
Olanlar
kişinin varoluş korkusu, yalnızlığı,
kaybolmuşluğu, kendine yabancılaşması ve
ilitişimsizliğinin gözle görülmez, elle tutulmaz, fakat sürekli her
yerde varolan efendisine karşı yitik savaşın var
edilmesidir. Efendilerinin ilkelerine uymadıkları için
yaşadıkları çevrede güçsüz ve çarsesiz olanlar karşı
koymanın ilkelerini bilmedikleri için kendilerini suçlu durumuna
düşürürler ve görünmez sınırlar içerisinde kendilerini mahkum
ederler. Sonunda yok oluşa sürüklenirler. Çünkü karşılarına
beklenmedik anda kendi iç dünyalarında yargıçlar ortaya çıkar,
yüce bir güç adına bir böcek gibi ezilirler. Hem de gerçek sandıkları gece
yarısı işitilen seslerin ve izletilen görüntülerin
yardımlarıyla!
Yakalanıp
kafese kapatılan bir hayvan gibi kurtuluşu efendisine boyun
eğmekte bulanlar ise bir formdan başka bir forma dönüşü
gerçekleştirirler. Bu dönüşüm tamamen kişinin bilincinde
gerçekleşir. Dönüşüm gerçeklendiğinde kişinin
yaşamı alt üst olmaya başlar.
Karşılaştığı her olay efendisini
hatırlatır. Aslan gibidir, fırsat bulsa efendisini parçalayacak
ve yok edecektir. Fakat o kadar kolay değildir. Kökten değişim
geçirilmiştir. Bu esnada kişi kendisindeki değişimin ve
dönüşümün tüm detaylarını fark etmeye başlar. Aynı
anda çevresindekilerinin de değişmemiş ve dönüşmemiş
olduğunu görür.
Yıllar
ötesinde tanıştığı o yardımsever, keramet sahibi
iyi insan olan efendisi kölenin zihninde acımasız ve saldırgan
birisine dönüşmesi nasıl mümkün olabilir? Kişi kendi beyninin efendisi
tarafından uzaktan ele geçirildiği hissine kapılır.
Çevresel tetiklemeler ile herbir uyandırılmada kendini başka bir
kişiliğe dönüşmüş olarak bulur. Zihninde beliren yüce
efendisi onu dışlar, tehdit eder, kötülük yapacaktır. İnsan
beyni böylesi bir bilinci nasıl gerçek kılar? Geçmişteki
yaşanmışlıklar birden bire zihinde korku
imparatorluğuna dönüşmektedir. Bu şaşırtıcı
dönüşüm şok etkisi yapar. Kişi durumunu kabullenmemekle birlikte
her gün biraz daha bilinçdışı da olsa
davranışlarındaki tuhaflıkları fark etmeye
başlar. Tam bu anda kandırıldığını,
sömürüldüğünü hisseder. Öğrenmemesine kendi bilincin engel olursa,
kendine yabancılaşmasına neden olacaktır.
Zihinsel
dönüşüm ile birlikte geçirilen değişimler ise çevresine
karşı duyduğu suçluluk hissidir. Bilinç altında her
defasında yeniden biçimlenen efendisi, kendisini tehdit eden güçlü bir
kişiliğe dönüşmüştür. Gerçeklikle kurmaca iç içe
geçmiştir. Zihninde sürekli birbirine geçişler söz konusudur.
Aslında kişinin zihinsel dönüşümü komutsal kurmacadır. Kurallara
uymayı yükümlülük olarak gören köleleştirilmiş zihnin yeniden
sağlıklı biçimlendirilmesi becerilmedikce zihindeki efendii dönüşmeye
ve değişmeye devam edecektir.
Ericksonian
Psikoterapide önce, hedef kişinin davranış yapısı, ruh
hali, problemleri, problemleri algılama biçimleri, kişilik
özellikleri, düşünce sistemi, inancı, bilinçdışı
uygulamalara yatkınlığı, olaylara karşı
tetiklendiğinde verdiği tepkiler belirlenir. Ardından da kişinin dayanma, karşı gelme,
itiraz etme, sorgulama direncinin yok edilir. Sonunda motive edilerek kişinin
kontrolünün ele geçirilmesine yönelik ikna süreci başlatılır. Bu
metotta motivasyonun sağlanması çok önemlidir. Motivasyon,
başarmak için bir kişinin güdülenmesini sağlayan bir yöntemdir.
Seçilen yolda başarılı olunmasına yardımcı olur.
Hedef sık sık tekrar ettirilir ve olumlu tasdik cümleleri defalarca
söylettirilir. Hedefe ulaşıldığında
sağlayacağı faydalar hayal ettirilir. Motivasyonu sağlamak
için kişi çok iyi tanınmalıdır, başaracağı
kişiye inandırılır, neler kazanacağı
düşündürülür.
Ericksonian
Psikoterapi uygulaması, tedavi ve eğitim amaçlı
kullanıldığı gibi, robot asker yapmaya yönelik olarak
kullanılmaktadır. Temel özelliği sorgulamanın ve diğer
ikna edici faktörlerin tehdit ve tehlike olarak gösterilmesidir. Bu amaçla
herbir kişi için kendine özgü zihinsel haritasını doğrudan
hedef alan bir metot geliştirilir. Bu şekilde kişiyle çok daha
derin bir iletişim kurulabilmekte ve çok daha hızlı sonuç
alınabilmektedir. Kişiye özel geliştirilen dolaylı telkin
kalıpları, motive edilen kişide hipnotik bir dille birlikte
kullanıldığında çok daha etkili olabilmektedir.
Öncelikle
kişinin mevcut zaafları alışkanlıkları,
inancı, kültürü ve düşünce yapısı beynine,
inancına,
sağlığına, özellikle dahil olduğu organizasyona
zararlı olduğu dış güçlerin oyunları olduğu iddia
edilerek kişinin bilinçsizleşmesi sağlanır. Böylece
kişi boşa düşer. Bu aşamadan sonra kişiye özel
geliştirilen kalıpsal zihin haritası ve bakış
açısı kişi için önemsenir hale getirilir. Amaç kişiyi
denilenleri sorgulamadan yerine getiren, kontrol edilebilen, kendi
başına karar alamayan bir kişiliğe dönüştürmektir.
Motive
tabanlı dolaylı hipnozda, hastalar hipnotize edilirken önceden
hazırlanan fikirler bilinçaltlarına gömülür ve kişi sahip
olduğu bakış açısının değiştiğini
ya da problemlerinin çözüldüğünü fark edebilir. Konuşularak,
tehdit edilerek, korkutularak ikna edilmeye yönelik geliştirilen
yöntemlere ise genellikle gizli hipnoz denir.
Özellikle
asker, polis ve dini tabanlı eğitim veren okulların temel
amacı öğrencilerini beklenen hedeflere motive edilerek
yönlendirmektir. Öğrencileri kullanabilecekleri elemanlar olarak
hazırlamayı hedeflerler. Asıl amaçları öğrencileri çevrelerinden
fikren, ruhen uzaklaştırmak, her alanda kendileri için gelecekte
kullanabilecekleri elemanlar olarak hazırlamaktır. Öğrencileri
zorla düşünmemeye, kendileri gibi inanmaya ve koşulsuz teslim olmaya
zorluyorlar. Baskı altına alınan öğrenciler mesleklerinde,
yaşantılarında donanımlı hale getirilirken; yaşam
alanlarında hem fiziksel hem de zihinsel sınırlamalar çizilir.
Böylece denetlenmeleri, kontrol edilmeleri de sağlanmış olur. Öğrencileri
biçimlendirmede doğal olarak en etkili yöntem birebir konuşmalar ile
denetimin ele geçirilmesidir. Eğitimin amacına yönelik filmler
izletilerek zihinde dış dünyada oynan oyunlar hakkında
kalıcı izler bırakılmaktadır. Oysa izlenen bir
filmdir. Propaganda içeriklidir. Ön görüler ve varsayımlar üzerine
kurgulanmıştır. Bu okullardaki katı disiplinli ve birebir
hipnoz tabanlı eğitimlerin öğrencilerin psikolojilerinde
yarattığı yıkıcı etkiler çoğu zaman göz
ardı edilmektedir.
Özellikle
abi, arkadaş, sevgili, eğitmen rolündeki yönlendiricilerin organize
olarak kişiyi telkine açık hale gatirmek amacıyla
geliştirdikleri sağlıksız davranışlar oldukça
yıkıcı sonuçlar doğurmaktadır. Kişinin kendi iç
mahremiyetinde düşündüklerini, beyninin içini okuyoruz diyerek suç
işledin diyerek tehdit etmek; sonrasında ceza almaktan kurtarmak,
iyilik yapıyor olmak... Oysa olanlar, yaradılış
özelliği gereği tüm insanların kendi öz mahremiyetidir,
diğerlerine zarar verilmediği sürece, suç sayılmaz. Çevresel
uyarılar ve vicdan muhasebesi ile zaman içerisinde kişi kendi öz
denetimini sağlar, daha sağlıklı kişiliğe
dönüşür. Çocukluk ve ergen yaşlarında zihinsel mahremiyet
düşüncelerini suç diye dayatıp ardından da ona iyilik
yapıyormuş gibi görünmek; bir kişinin yularını ele
geçirmede kullanılan en ilkesiz davranış biçimidir. Birebir
eğitici rolündeki bu kişilerin yaptığı terapiler çok
yakından analiz edildiğinde Ericksonian Psikoterapinin ta kendisi
olduğu görülmektedir. Öğrencilerin özellikle kişisel basit
suçları işlemeleri için teşvik edilmeleri; ergenlikle ilgili
cinsel uyarmaların günah ve suç olduğunun dayatılması ile
hedef kişide biliniyor bakış açısında suçluluk duygusu
oluşturulmaktadır. Ardından da korku temelli komut uyarılar
ile tehdit edilerek bakış
açılarının değişime zorlanması ve bu tür
eğitim biçiminin sürekli hale getirilmesi, sonu pek iyi olmayan,
yıkıcı olayların ortaya çıkmasına neden
olmaktadır.
Öte
yanda subliminal mesaj veya bilinçaltı mesaj, gömülü olan mesajdır.
Herbir kişininin duyusal algı limitlerinin sınırları
farklıdır. Bir kişinin duyusal algılama limitleri dışında
hazırlanan mesaj içeren sinyallerin kişilerin bilinçaltını
etkiledikleri ileri sürülmektedir. Özellikle ürpertilere neden olan bu tür
mesajların keramet tabanlı olduğuna inandırılması
hedeflenmektedir. Mesaj içeren sinyallerin algısı limitlerinin altında
kalmak, doğrudan doğruya fark edilmemek üzere tasarlanır.
Subliminal teknikler eğitim, pazarlama, reklamcılık ve
propaganda alanlarında sıklıkla kullanılmaktadır.
Dizilerde veya filmlerde karakterlerin içtiği içecek markaları,
kıyafetleri subliminal mesaj örneklerindendir. Ayrıca subliminal
mesajların istenilmeyen bir şeyin yaptırılması
konusunda herhangi bir gücü olduğu iddiası büyük oranda
tartışmalıdır.
Her iki
yöntemle, her bir kişi için ayrı ve farklı görünmez yularlar
(komutlar) oluşturularak sürü haline getirilenlerin, kalabalık içinde
yalnızlık duygusu hissetmeleri sağlanır. Böylece kişi
bireysel ya da kitlenin bir birey olarak yönlendirilmektedir. İnsanlar
görürsünüz, insanlar tanırsınız, iletişim
kurarsınız ama bu yalnız olduğunuz gerçeğini değiştirmez.
Çünkü yuları elinde tutanlar bireysel ya da grupsal oyunları
istedikleri anda başlatabilmektedirler.
Bu oyundaki oyuncaların sorgulama hakkı yoktur. Korku
hakimdir. Psikolojik çöküntü içindekiler sürüden
dışlandıklarında, sürüyü oluşturan herbir birey
mükemmel birer robot haline getirilmiş olur. Kendi
yalnızlığında sürüdeki herbir birey birbirinden kopuktur.
Olanlar sürüden birisinin kendisine ihtiyaç duyabileceğini düşünmeme
halidir. Bu arada dışlananlar ise kimsenin umurunda değildir.
Onlar, hiçbir yere ait değildirler. Psikolojileri alt üst olmuştur.
Akıl sağlıkları yok olmuştur. Çünkü birileri
onların akıl sağlıkları ile hoyratca
oynamıştır.
Dışlananlarda
gözlemlenen tedirginlikler:
·
Kötüye, kötü olana, kontrolü ele geçirmek isteyene, zihninde dur diyecek komutu oluşturamaz.
·
Suç ile yüzleşirim, bedeline
katlanırım yerine kendini yiyecek olan timsah beyinde beslenir.
·
Gerçekler sorgulanmaz, nedenleri araştırılmaz.
·
Öz denetim sağlanamadığından, kendi kendine dur demek
yerine, masum ve acınacak olan oynanır.
·
Tuhaflıkların, kerametlerin doğruluğunun
araştırılması yerine doğrudan kabul edilir.
·
Akıl sağlığındaki fay hatları
kırılmaya başladığında ikna edilmeleri
imkansız hale gelir.
Parazitler küçük yaratıklar, masum kurbanların
bedenine dolambaçlı yollardan giren, çeşitli organlarda iç içe geçen,
ev sahiplerinin dokularında genellikle çok hoş olmayan etkilerle
amaçları doğrultusunda değişim yaparlar. Çünkü bir ev
sahibinin içinde uzun bir zaman geçiren parazitleri, ev sahibi kovalasa da
fayda sağlamamaktadır, çünkü o zaman ev sahibi de ölür. Yaşam döngülerinin
karmaşıklığından ve bu döngüleri
tamamladıkları karmaşık yollardan dolayı parazitlerin
büyüleyici olduğunu da söylenmesi gerekir. Parazitlere ev sahipliği
yapanların davranışlarının nasıl
değiştirildiğini anlatacağım.
Bu küçük omurgasızlar özgür olabilir, ancak
altlarından geçen bir gölgeyi veya bir miktar su bozukluğunu
algıladıklarında atlarlar. Şansıyla,
rahatsızlığı yaratan balığa inerler. Kendilerini
cildin ya da solungaçların üzerine sabitlerler ve sonra kirli
çalışmalarına başlarlar, kan lambalarının minyatür
versiyonları gibi kan emerler. Bu otur ve bekle stratejisi nedeniyle, ektoparazitler
avcıları andırırlar.
Bir antilop sürüsü, bir balık sürüsü ya da bir
kuş sürüsü bir çok hayvan sürü halinde hareket ederler. Bu doğadaki
en dikkat çekici durumlardan birisidir. Peki neden sürü halinde hareket
ederler. Sayıca üstün olmak için mi? Güvenli olduğu için mi? Sürü
halinde avlanma daha avantajlı olduğu için mi yoksa üremek için mi?
Bu soruların yanıtı evet olsa bile, çoğu varsayıma
dayanmaktadır. Sözgelimi, artemia diye adlandırılan tuzlu su
karidesi aslında küçüktür ve yalnız yaşar. Fakat büyük,
kıpkırmızı bir sürü halinde görünürler. Bu görünüm
parazitten kaynaklanmaktadır. Bu karidese bir parazit tenya
bulaşır. Tenyalar şerit gibi uzundur ve bir tarafta üreme
organı, diğer tarafta kancalı ağzı vardır. Tenya,
Artemianın vücudundaki tüm besinleri emerken başka kötü işler
de yapar. Karidesin üreme kabiliyetini elinden alır. Şeffaf olan
rengini kıpkırmızı yapar. Aynı zamanda ömrünü
uzatır. Onları grup halinde yüzmeye zorlar. Neden? Çünkü Tenyanın üremesi için
flamingo kuşunun bağırsaklarına yolculuk etmesi
gerekmektedir. Flamingonun bağırsaklarına ulaşabilmek için
karidesi kullanır. Onları rahat birer av olsun diye sürü haline
getirirler. Bir flamingonun onları
rahatca görmesi ve yutması için kıpkırmızı renge
büründürür. Artemia sürüsünün sırrı işte budur. Karidesler kendi
iradeleriyle toplanmıyorlar. Aksine hükmediliyorlar. Burada kalabalık
olmak fayda etmiyor. Hatta zarar veriyor.
Tenya onların beyinlerini ve vücutlarını gaspediyor. Ve flamingoya
ulaşabileceği birer araç haline getiriyor.
İntihara meyilli cırcır böceğini
duydunuz mu? Bu böcek kılımsı solucanın ya da
atkılı solucanın larvasını yuttuğu anda hapı
da yutmuş olur. Solucan cırcır böceğin içinde yetişkin
hale gelmiş durumda ama üreyebilmek için suya ulaşması
gerekiyor. Bunun için böceğin aklını karıştıran
proteinleri açığa çıkarıyor. Böceğin düzensiz hareket
etmesine neden oluyor. Cırcır böceği su kaynağına
ulaştığı anda suya atlıyor ve boğuluyor. Solucan
ise cırcır böceğinin ölü bedeninden sıyrılıp
dışarı çıkıyor.
Bu tür solucanlar o kadar çok cırcır böceğini ve
çekirgeyi intihar etmeleri için suya sürükler ki, boğulan böcekler
bölgedeki alabalıkların besinlerinin büyük bir bölümünü
karşılarlar. Manipülasyon içinde yaşadığımız
dünyanın önemli ve olağan bir parçasıdır.
Bir şeyin sinsice ve gizlice vücudunuza
girdiğini ve adım adım
davranışlarınızın kontrollünü ele geçirdiğini ve
size hükmettiğini düşünün.
Kafa koparan mantar, karıncanın bünyesine yerleşiyor ve
karar verdiği anda karıncanın kafasından
fışkırıyor ve diğer canlılara bulaşmak için
rüzgarda sporları yayılıyor. Karıncalar, yiyecek aramaya
başladıkları anda yüksek verimli yolları izleyerek,
birbirlerini harika yönlendirirler. Fakat Tayland, Afrika ve Brezilya'nın
yağmur ormanlarında, Camponotus leonardi karıncaları,
Ophiocordyceps unilateralis isimli bir parazit bir karıncaya
bulaşır, daha sonra 3-9 gün bedeninde gelişir. Mantar yaşam
döngüsünü tamamlamaya hazır olduğunda, işçi karıncayı,
bir zombi gibi, körü körüne emniyetten uzaklaştıracak şekilde
manipüle eder. Yapılan bir araştırmada zombi
karıncaların her zaman benzer yerlere gittikleri görülmüştür:
mantarın büyümesi için doğru miktarda nemin bulunduğu bir
noktadaki bir ağaç. Karınca, daha sonra bir yaprak üzerinde
mandibulalarıyla kenetlenir ve ölür. 24 saat içinde, mantar parçaları
cesetten ortaya çıkar. Son olarak, bir sap karıncadan
dışarı fırlar ve daha fazla karıncaları enfekte
edebilecekleri yağmur ormanı zeminine sporlar yağmaya
başlar. Bu, uzaylının
göğsünün patlama sahnesine benziyor, zira karınca mantarın
kafasından patladığında merhametsizce ölüyor.
Mantarlar, virüsler, solucanlar, böcekler ve çok daha
fazlası ev sahiplerinin beyinlerini kontrol eden uğursuz parazitler
onlara hükmetme konusunda uzmanlaşmıştır. Parazitlerin
beyini ele geçirme konusu beni çok heyecanlandırıyor. Hem
heyeceanlı hem de ürkütücü. Mesela
tırtır böceği, bir anda debelenip durur. Çünkü
yumurtalarını içerisine bırakmış olan bir tür yaban
arısının saldırısına
uğramıştır. Genç arılar yumurtadan
çıktığında ve tırtır böceğinin bedenini terk
etmeden önce tırtılı diri diri yerler. Aslında
tırtıl tam olarak ölmeden önce bazı arılar onu takip eder.
Kardeşlerini korumak amacıyla tırtır böceğini zapt
ederler. Arıların kardeşleri ise o sırada tırtıl
böceğinin içerisindeki kozalarında büyüyorlar.
Parazitler çok küçüktür ve zamanlarının
çoğunu başka canlıların bedeninde geçirirler. Heyecan
verici olan ise ev sahiplerinin davranışlarını kendi
amaçları doğrultusunda kontrol ederler. Ampulex compressa isimli
zümrüt yaban eşek arısı, döllenmiş yumurtaları için
kendinden daha büyük olan hamamböceğini zombiye çevirip kölesi haline
getirir. Hamamböceğini bulduğunda aynı zamanda duyu organı
olan iğnesiyle onu sokar. Bir duyu organı olan ve böcek beyninin
karekteristik yapısını hissetmesini sağlayan küçük
algılayıcılar ile donatılmış o iğnesini
hamamböceğinin beynine saplar. Böceğin beynini bulur ve çok özel
zehrini enjekte eder. Dişi
eşek arısı hamamböceğinin doğrudan beynine zehir
enjekte ederek kaçma yeteneğini etkisiz hale getirir. İlk olarak basit
bir felç edici acı verir. Sonra, aklını kaçırır ve
nörotransmitterlerin bir iksirini beynine enjekte eder. Böylece hamam
böceği çaresiz bir zombi haline getirilir.
Zehir, özel bir kimyasal silahtır. Bu silah böceği ne öldürür
ne de uyuşturur. Hamam böceği istese uçabilir veya kaçabilir. Tuhaf
olan kaçamıyor. Yabanarısı, böceğin işletim
sisteminden tehlikeden uzaklaşma güdüsünü siliyor. Böylece
kurbanını bir köpek dolaştırır gibi antenlerinden
tutup inine sürüklüyor. Vardıklarında kendi yumurtalarını hamam
böcğinin karnına bırakır. Üzerini çakıllarla örter.
Daha sonra yumurtadan çıkan larvalar hamamböceğinin diri diri
yiyorlar. Talihsiz hamam böceği, fiziksel olarak olsa bile kaçmayı
denemez. Eşek arısı larvaları onu canlı olarak
yediği gibi, sadece itaatle orada oturur. Sonunda yetişkin
eşekarıları hamamböceğinin kalıntılarından
fırlar. Hamam böceği iğneyi yediği anda artık bir
böcek değildir. Daha çok yaban arısının bir
uzantısıdır. Tıpkı cırcır böceğinin at
kılı solucanın uzantısı olduğu gibi.
Parazit bir kere içerisine girdi mi ev sahibinin hiçbir
söz hakkı olamaz. İnsanlar içinde manipülasyon
sıradışı değildir. Beyinlerimizin kimyasını
ve ruh halimizi değiştirmek için kerametler, reklamlar, özel
argümanlar, büyük fikirler düşünceyi değiştirmek için değil
mi? Parazitleri bu kadar fesat yapan ve
cazip kılan özgür irademizin ve
bireysel hak ve hukuğumuzun, göze görünmeyen güçlere kaptırma
duygusudur. Entrikalar, komplo teorileri, güce sığınma gibi
endişeler en derin sosyal korkularımız, zihnimize hükmetmek
isteyenlare gel diyor.
Davranışlarımızı bizim bilgimiz
dışında kontrol eden kötü ve uğursuz parazitlere nasıl dur diyeceğiz?
Zihin kontrol eden böcek, Toxoplasma gondii yada
kısaca Tox, sadece kedinin içinde üreyebilir. Bir farenin içine girdiğinde onu kedi
bulucu füze haline getirir. Enfekte olmuş fare kedi idrarının
tatlı kokusunu aldığında ondan kaçmak yerine kokunun
kaynağına doğru ilerler.
Toksoplazma bir beyin yıkayan parazittir. Mikroorganizmalar
kemirgenlere bulaşır ve farelerin kedi korkularını ortadan
kaldırmak için doğrudan beyni etkiler. Kedi fareyi yediğinde
Toxo üreme şansı bulur. Bu
nedenle fareler kolayca yakalanıp yenir. Sonra bu parazit kediye geçer.
Ayrıca çiğ et ya da az pişmiş et yiyen insanlara veya hasta
kedilerle yakın temasta da parazit insanlara geçebilir. Bu tek hücreli
yaratık belki de tüm ev sahibi manipülasyon parazitlerinin en ünlüsüdür,
belki de eve yakın çalıştığı için.
Çoğunlukla üreyebilmeleri için bir kedi tarafından yenilmek için
sıçanları ve fareleri enfekte eder.
Parazitten etkilenen insanlarda kişilik
değişikliklerine dair bazı kanıtlar bulundu. Şimdiye
kadar, bu sadece kesin bir ilişkiden uzak bir korelasyon. Toksoplazmoz
belirtileri de şizofreni hastalarında alışılmadık
şekilde yaygındır, ancak bunun ne anlama geldiğini veya ne
kadar önemli olduğunu açık değildir.
Parazitler ev sahiblerini nasıl kontrol ediyorlar?
Toxonun dopamin yayan bir enzim salgıladığını, bunun
ödül ve motivasyon ile ilgili olduğu biliyor. Kemirgenin beynindeki
belirli bölgeleri hedeflediğini, başta cinsellik olmak üzere
çeşitli çeşitli noktaları etkilediği biliniyor. Bilinen tek
gerçek parazitler tek hücrelidir. Sinir sistemleri yoktur. Bilinci yoktur. Bir
bedeni bile yoktur. Tüm bunlara
rağmen kendinde olmayanların var olduğu ev sahibini manipüle
edebilmektedir.
Biz insanlar bir fareden daha akıllı
olduğumuza inanıyoruz. Beynimiz sorguluyor. Bizim beynimizi ele
geçiren parazitler nasıl bu kadar rahatlar? Acaba insanların beyninde
Toxo paraziti olabilir mi? Taşıyıcı olanları
belirlemek için kişilik testlerinde diğer insanlardan risklere daha
hızlı dahil olanları öngörüde bulunabilir miyiz?
Şizofrenler daha rahat risk alabildikleri görülmektedir. Manipülasyonun
doğası ele alındığında parazitlerin
dünyamızı alt üst ettiği görülmektedir. Olaylara farklı
açıdan bakmayı öğrenmemiz gerekir. Gördüğümüz
davranışlar insanların kendi
rızaları ile mi ortaya çıkmaktadır. Yoksa metazori yoluyla
kontrol başkalarının eline geçmektedir. Karidesi
sosyalleştiren tenyalardan hamamböceğini gezmeye çıkaran
arılardan alacağımız çok dersler olduğunu
düşünüyorum.
Tarantulalar'ın adı bile birçok kimseleri korkutur. Güney
İtalya'daki Taranto şehri çevrelerinde bulunan örümceğe bu isim
takılmıştı. Birleşik Amerîka'daki tarantulalar
ĞTheraphosidaeğ ailesindendirler ve ĞLycosidaeğ ailesine giren İtalyan
tarantulaları'yla ancak uzaktan akraba olurlar. Amerika'daki
tarantulalar'ın en irisi ĞEurypelma californicumğ un vücudu
yaklaşık olarak 5 santim, bacakları ise 10-13 santimdir.
Pepsis
adı verilen dev bir yaban arısı türü ise üremek, yuva yapmak ve
kuluçkaya yatmak gibi işlerle uğraşmaz. Yumurtalarını
onun adına beslemesi ve koruması için Dünyanın en iri ve en
zehirli örümceği olan tarantulayı kullanır. Nasıl mı?
Tarantula
sık rastlanacak türden bir hayvan değildir. Genellikle toprak
altında kazdığı tünelde saklanır. Bu yüzden yaban
arısının tek bir tarantula bulmak için saatlerce toprak üzerinde
yürüdüğü de olur. Bu yolculuk sırasında duyargalarının
hassasiyetlerini kaybetmemesi için onları sık sık temizlemeyi de
ihmal etmez. Ayrıca yaban arısı Pepsis, "Tarantula kokusu
için hassas özel algılayıcılarla"
donatılmıştır. Bu yeteneğinden dolayı
avını bulması pek de zor olmaz. Yaban arısı
tarantulayı bulduğunda başlayan savaşta tarantulanın
en büyük silahı öldürücü zehridir. Fakat yaban arısı pepsis,
Tarantulanın zehrine karşı özel bir panzehirle korunmuştur
ve örümceğin kuvvetli zehrinden etkilenmez. Sokma sırası
arıya geldiğinde örümceği karnının sol üst
tarafından sokar ve zehrini buraya boşaltır. Bu arada
arının zehri, tarantulayı öldürmez, sadece onu felç eder.
Önceden hazırlanan yuvanın etrafı beton kadar sağlam,
tarantulanın hareket edemeyeceği kadar dardır. Felç olan
tarantulanın hiçbir şansı kalmamıştır. Yuvava
taşınan tarantulanın karnında bir delik açan yaban
arısı buraya tek bir yumurta bırakır ve yuvayı tamamen
kapatır. Pepsisin yumurtaları için gerekli ısı ve
yumurtadan çıkacak larva için besin hazırdır. Larva
değişim geçireceği koza dönemine kadar tarantulanın etini
yiyerek beslenir ve onun vücudu içinde korunur. Anne pepsis ise, üreme mevsimi
boyunca güvenle bırakacağı 20 yumurtanın her biri için
ayrı bir tarantula bulmak zorundadır. Bulur da!
Yaşam
boyu öğretiler ile biçimlenen zihinsel belleğin, belli bir amaç
doğrultusunda ele geçirilmesinin şifresi tepkisel
davranışlarda gizlidir. Günümüzde zihinsel belleğin uzaktan
kontrolünün yanı sıra stratejik olarak geliştirilen zihinsel
haritanın da beyne yerleştirilmesi ile ilgili çalışmalar
önem kazanmıştır. Birey ya da kitlenin kontrol edilip
yönlendirilmesi için insanların sahip olduğu duyu ve duyu ötesi
algılayıcılar üzerinden ikna bilgilerinin beyne iletilmesi ve
saklanması sağlanırken etkileme, tutku ve
alışkanlık oluşturma hedeflenir. Eyleme ikna edilirken
neden, ne zaman, nerede, nasıl gibi soruların yanıtı; ikna
üzerine kurgulanır.
Değişimleri
göremeyenler ve sorgulayamayanlar sorunların kaynağını hep
dışarıda ararlar. Bu yüzden bunlar uzaktan kontrol edilmeye ve
yönetilmeye her zaman mahkumdur. Öncelikle özgüven temelinde birlikte
düşünmek, farklı olmak, farklılıkları ve
fırsatları keşfederek hedefe birlikte yönlenmek önemsenmelidir.
Diğerlerinin egosunu ezmek ve yenmek değil, iletişimde dinlemek,
anlamak, hissetmek, farklı düşüncelere, kültürlere saygı
gösterip gelişimlerine katkıda bulunarak başarıya yönlendirmek
hedeflenmelidir. Gençler pınar kaynaklarımızdır. Kaynaklar
kurutulur ya da setin ardına kadar getirilemez ise, setin kapağı
açılsa, ne görmeyi umut edersiniz? Sorgulamadan ve mukayese etmeden
bilgiyi kabullenme baştan zihin kontrolünü başkalarına teslim
etmektir.
Sonuç
olarak hikayemizin kahramanı tarantula ile yılanın
savaşında ise yılanın sahip olduğu en önemli özellik
çevresindeki ısısal (termal) değişimleri çok iyi
algılayarak düşmanı ya da besini ile ilgili her türlü bilgiyi
elde ederek gerekli saldırı veya savunma planlarını
hazırlayarak uygulamasıdr. Tarantula da ise ısısal
değişim yoktur. Tarantulanın zehiri çok hızlı etki
eder ve öldürücüdür. Daha da ilginci bu zehir tüm organları eriyik hale
getirir. Bu nedenle yılanla ile tarantulanın
karşılaşmasında galip gelen taraf tarantuladır.
Günümüzde istemediğinizi yok etmek avın
karşısına çıkıp saldırmak anlamı
taşımamaktadır. Komodo ejderi olarak adlandırılan bu
yöntemde avın duygusallığına öylesine bir saldırı
düzenle ki, duygusallığı zehirlensin ve kendi kendisini yok etme
sürecini başlatsın. Avını ısır, zehirini
bulaştır ve bırak, günler sonra av ölür. Av için
uğraşılmaz, savaşılmaz; bir ısırık
yeterlidir. Bu av oyunun matematiksel modeli, hedef ile doğrudan
çatışmaya girmeyeceksin. Zaaflarını,
takıntılarını, hassas olduğu alanları çok iyi
belirleyecek ve takip edeceksin. Fırsatını bulduğunda,
tuzağa düşürdüğünde duygusallığını
zehirleyeceksin, bırakacaksın.
Komodo ejderini iyi tanımada fayda vardır.
Dünyanın en büyük kertenkele çeşididir. Boyu 3 m. uzunluğunda ve
ağırlığı 140 kilo civarındadır. Adına
ejder denilmesine karşın aslında bir varan çeşididir.
Varan, pullu sürüngenler familyasından, çok büyük kertenkeledre verilen
isimdir (Varanus). Dişisi her yıl on beş civarında yumurta
yapar. Onları yere gömüp, kuluçkaya yatar. Endonezya'ya bağlı
Komodo, Rintja ve Flores adalarında yaşarlar.
Komodo ejderleri otlak alanları tercih eder.
Komodo ejderleri iyi yüzer ve tırmanırlar ve gün boyunca aktiftirler.
Yılanlarda olduğu gibi, uzun, çatallı dillerini kullanarak
yiyecekleri bulurlar. Komodo Ejderi'nin salyasında çoğu tehlikeli
zehirleyici bakteriler bulunur. Bu zehir kurbanlarını şoka
sokar, kanın pıhtılaşmasını engeller, kan
akışının hızlanmasına, böylelikle kan
basıncının düşmesine ve bilincinin kapanmasına neden
olur. Ayrıca Komodo Ejderi avını ısırdıktan sonra
hemen yemeyebilir, avı zaten girdiği şok sonucu öleceğinden
daha sonra geri dönüp beslenebilir. Komodo ejderi, memelilerle beslenmesi ve
sık sık insanlara da saldırmasıyla tanınıyor. Başlıca besinleri hayvan leşleridir.
Komodo ejderi manda kadar iri hayvanları bile öldürür. Yemeklerinden
geriye hiçbir şey bırakmazlar.
Aynı zamanda dişi komodo ejderlerinin
içinde erkek üreme hücresi oluşturacak bir kısım bulunur ve bu
kısım zor durumlarda kullanılarak dişinin kendi kendine
üremesini sağlar. Yeni doğan komodo ejderleri kendi
başlarının çaresine bakmak zorundadırlar ve pek çoğu
savunmasızdır. Bu yüzden çoğu yavru ilk yıllarında pek
çok yırtıcıya, yem olurlar. Yavrular yetişkinliğe
kadar olan sürelerini daha güvenli ve potansiyel av olan böceklerle dolu
ağaçlarda geçirirler. Yavruların yetişkinliğe
ulaşması 1-2 yıl sürer ve yetişkinliğe
ulaştıktan sonra genellikle 50 yıl yaşarlar.
İstenmeyeni yok etmeye yönelik en güzel örnek
guguk kuşunun yavrusunun yaptıklarıdır. Guguk kuşu
yavrusu yumurtadan çıkara çıkmaz öylesine bir işe girişir
ki!
Kuşlar aleminin en asalak ve en barbar kuşu olan guguk
dişisi, başka türden dişi bir kuşun yumurtlamaya
başlamasını bulur, izler,
bekleyip, kuluçkaya yatmasından önceki zamanı kollayarak,
değişik yuvalara genellikle birer yumurta bırakır. Asalak
guguk kuşu, yumurtasını yerleştireceği kuşun
yumurtasına benzer yumurtalar yumurtlar.
Yumurtasını saksağan, veya siyah bir karganın
yuvasına bırakır. Guguk, çoğunlukla ispinoz
yuvalarını tercih eder.
Guguk kuşu, iri vücutlu olmasına rağmen, yumurtası
küçüktür. Gerektiğinde guguk onu boğazında da
taşıyabilir. Yumurtasının rengi ve büyüklüğü, yuva
sahibi kuşunki gibidir. Ev sahibi kuş, çoğu zaman bunu kendi
yumurtası zanneder. Guguk, zaman zaman yuvayı kontrol eder. Eğer
yuva sahibi kuş, bir yırtıcı kuş tarafından
avlanırsa veya şiddetli bir fırtına ile yuva bozulursa,
yumurtasını hemen oradan alarak başka bir yuvaya
bırakır.
Yuvanın sahibi kuş geri döner, kendi yumurtalarından birinin
dışarı atıldığını, onun yerine
kendisinden olmayan yumurtanın bırakıldığını
fark etmez, kuluçkaya yatmaya devam eder. Guguk kuşu civcivi öbür
yumurtalardan en az bir iki gün önce çıkar. Henüz kör ve tüysüzken
inanılmaz işlere girişir. Çıkar çıkmaz, uygun
zamanı kollar, ittire ittire, diğer yumurtaları yuvadan
aşağıya atar.
Böylece yuvada yanlız başına kalır. Bunu
yapamasında iki neden olmalı; ilki besini paylaşmama, asıl
önemli olan ise üvey kardeşleri kendine benzemeyeceğinden, üvey anne
ve babanın durumu fark etmemesidir.
Yuvanın gerçek evlatları yok edildikten sonra guguk civcivi
kendisine ait olmayan yuvanın tek mirasçısı olur. Vahametin
farkında olmayan zavallı ana canavarı besler de, besler. Guguk
yavrusu, kendisini besleyen ebebevnlerden daha iri hale geldiğinde
artık işi bitmiştir. Yuvaya ihtiyacı
kalmamıştır. Ne yapar biliyor musunuz? Yuvayı
dağıtır ve gider.
Yumurtadan çıkar çıkmaz, guguk kuşunun yavrusunun diğer
yumurtalardan kurtulması nasıl bir saldırganlıktır? Kötülükler sonradan öğretilerek
kazanılsaydı, o zaman guguk yavrusunun, doğar doğmaz bu
kötülükleri yapmaması gerekirdi. Ait olmadığı yuvada
doğar doğmaz organize işlere girişmeye başlaması
dikkat çekicidir. Genetik hafızanın iyi bilinmesi gerekir.
Guguk
yavrusunun annesi, olanları baştan programlamış gibi izler.
İzlerken bir tuhaflık dikkatimi çekti, öz anne yönlendirme yapacak
iletişim komutlarını çığlık atarak veriyor ve
heycanlı bir duruş sergiliyor. Bu olayları izlerken,
kazandığı deneyimleri yavrusuna genetik olarak mı
aktarıyor yoksa uzaktan iletişimle ona yapması gerekenleri komut
olarak mı veriyor?
Kin, intikam döngüsünde istenmeyenlerin var olma
mücadelesini yok edenlerde benzer şizofrenik davranışları
görmekteyiz. Bunları düzeltmek ya da birlikte saygın bir ortamda
ortaklaşa yaşam sürdürmek mümkün değildir. Çünkü bu obur çocukların babaları
izin vermezler. Sinmiş görüntüsü verdikleri anı kuluçka dönemi olarak
adlandırırsak, yaşamımızda değişimin
başladığını anı bizden önce fark ediyor olmalılar.
Bizler fark etmeden herşeyin elimizden kayıp gittiğini bile fark
edemeyiz. Onlar yıkıcı darbeyi indirmek için
sırtımızdan güçlendikce, güçlenirler.
Algı yönetimi, bir konuda ikna etmek amacı ile birey ya
da kitlenin kontrol altında tutulmasına kadar birçok alanda
kullanılmaktadır.
Algı
değişikliğine yönelik teknikler, pazarlama ve
reklamcılık sektörlerinde sıklıkla
kullanılmaktadır. Örneğin reklamlardaki çekici ve güzel
görünümlü insanlar, hedef kitlenin pazarlanan ürünü satın almasında
etkilidir. Bu reklamlar yalnızca ürünü satmakla kalmazlar aynı
zamanda da ürünün içeriğini yani ürünle birlikte verilen hayat
tarzını da satmaya çalışırlar. Bu mesajların
altta yatan anlamı aslında bir ürünü satın
aldığımızda o ürün ile kimliğimizin bütünleşecek
olmasıdır. Yine pazarlanan ve satın almamız için ikna
edildiğimiz ürünler hedef kitle için çoğu zaman bir ihtiyaç
değildir. Bu bağlamda modayı da toplumsal algıların
gündelik hayatta yönlendirilme şekli olarak tanımlayabiliriz.
Sevgi, yaşama anlam katarken, korku hayatta kalmaya
yardımcı olur, mücadele etmeyi tetikler. Korku bilinmezlikler içerir;
ailede ve okulda baskı ve korkuya dayalı bir eğitimi alan
ergenlerde, korkuya dayalı olumsuz inanç ve tutumlar ortaya
çıkarmaktadır. Algı yönetiminde korku, karşı
tarafın kendisine, ailesine, inancına, oluşan mutlu düzenine
zarar verileceğinin algılanmasıdır. Asıl tehlike ise
güçlü otoriteye, güvenmenin ötesinde onun boyunduruğuna kendimizi teslim
etmemize yönelik korkunun yerleşik kılınmasıdır. Sevgi
ve korku gerekli yaşamsal duygulardır.
Korku nedenleri:
·
Hata yapmanın karşılığı olan korku.
·
İntikam almaya yönelik korku.
·
Cezalandırılmaya yönelik korku.
Duyu organlarımızın algılama
eşik seviyesi vardır. Bu eşik seviyesi kişiden kişiye değişebildiği
gibi, yaşa ve yaşanılan çevreye, duygusal durumlara göre değişiklik
gösterebilmektedir. Eşik aralığı dığındaki
eşik altı ve eşik üstü seviyelerdeki algılama ve
davranış değişikliği olabilmektedir.
Algılama, duyu organlarını uyaran nesneler
üzerinden hafızada bulunan deneyim, duygu ve tutumların
uyarıcı dürtüler tarafından etkilenir. Görme, işitme,
dokunma, tat, koku, his, mekan ve zaman algılarının
birleşiminden ortaya çıkmaktadır. Tek bir algı etkin
olabildiği gibi algıların birleşimi de etkin
olabilmektedir. Duyu organlarımız, çevremizde olup bitenlerin büyük
bir bölümünü yakalar. Belleğe giden uyarıcı işareti
belirleyecek olan hassasiyettir. Uyarıcı miktarı arttıkça
anlama, öğrenme içgüdüsüyle kabullenme zorunluluğu ortaya çıkar.
Bu kabullenme bir seçme sürecidir ve kişinin yaşamı boyunca
edindiği öğrenmeler ve geliştirmiş olduğu psikolojik
yaşantılarla etkileşime girerek elemeler yapar. Yani seçim
işinde en etkili faktör önceden öğrenilmiş bilgi ve
deneyimlerimizdir. Algı
yönetimi gerçekleri, yansıtma, yanıltma ve psikoloji ile bir
bütünüdür
Neyin
nasıl algılandığı bireyin ihtiyaç ve beklentileri ile
doğru orantılıdır. Günümüz etkileşimli iletişim
ortamlarında gerçekler, manipüle edilerek bizlere sunulmanın ötesinde
bombardıman edilmektedir. İkna
çabaları sürecinde ikna edilmek istenen birey ya da kitle psikolojik
olarak alıştırılması gerekmektedir.
İnandırmak için öncelikle var olduğu ile ilgili ikna
çalışmaları gerçekleştirilir. Belirli bir süre geçtikten
sonra etkilenmek istenen kitle ikna olabilir. Güncel hayatta ikna yöntemlerine
sıklıkla başvurularak toplumsal algılar istenilen yöne
yönlendirilebilmektedir.
Algılar bireyin ya da kitlenin önemsediği
değerler, normlar ve ritüeller ile şekillenmektedir. Birey ya da
kitlenin beklentileri yaşam süresince şekillenir. Kitle içerisinde
yaşayan bireyler birbirleriyle hiç tanışmasalar da
"aynılık" unsuru ve aynı gruba aidiyet ile
birbirlerine bağlanmaktadır. Bir kitlenin kimliği çeşitli
tutumlar, önyargılar, gelenekler ve değerler ile anlamlanır.
Anlamlanma bireyin ait olduğu kitle için olumlu ve pozitif olarak
görülürken, diğer kitleler için negatif olarak görülmektedir. Kitlenin
kimliği bir nesilden ötekine aktarıldıkça diğer kitlelerin
algılayışları da etkilenebilir.
İnsanlar görsel ve işitsel
basın, reklam, sinema, diziler, haber bültenleri gibi dış
telkinlerle kontrol edilmeye çalışılmaktadır. Öncelikle kendine ait olmayan
fikirleri kabul etmeye açık hale getirilmeye uğraşılır. Bir
beyne fikir ekmenin çok kolay olduğunun iddiası önemsenmelidir. Zor
olan o fikri orda tutundurmak, besleyip onun gerçeğine
dönüştürebilmektir. İşte tam bu noktada sürekli tekrarlanan
komutlar, korkular ve şüphe en güçlü iz bırakacak tohumlardır.
Önyargılar şüphelere, şüpheler ise değişmeyen
gerçeklere dönüşmeye başladı mı, kapı aralandı
demektir. Bilir misiniz, insanoğlunun hayatını alt
üst edip, karmaşık hale getiren tek şeyde şüphedir. Bakış
açısını değiştirip başka bir şeye
dönüştürecek ilk şey, şüphedir. Tepki vermesi
için de şüphe olgusunun sürekli tekrarlanarak
olgunlaştırması yeterli olacaktır. Şüphe
etmek, insanın doğasında vardır. Doğaldır da.
Olması da gerekir. Tehlikeden korunmak için sorgulamalar
yapılır, ipuçları ve emareler aranır. Korku ve tehdide
dayalı şüphe, tedirginliğe dayalı tepkisel
davranışlar oluşturur.
Doping
ilaçları alanlar performanslarının artacağına
inanır. İçinde hiçbir performans artıcı olmayan ilaçlar
sporculara verildiğinde, kendilerine doping ilacı olduğu
söylendiği için inanılmaz başarı elde ettikleri
görülmüştür. Beyinin gücünü harekete geçirmek için bir şeylerin güç
verdiğine inanmak önemlidir.
Çinli filozof Lao-tzu Başkasını bilmek
bilgeliktir, kendini bilmek ise aydınlanmadır. İfadesinde
karşı tarafı bilmek kadar, kendi güçün ve
zayıflıkların da bilinmesinin önemini vurgulamıştır.
Küresel medya, dünya genelinde eş zamanlı yayınlanan haberler,
internet ve iletişim, geri bildirim, motivasyon gibi algı yönetimine
yardımcı olabilecek araçlar ile bireyler yönlendirilmektedir.
Yaşanan tecrübelerin, yapılan keşiflerin, işlenen
bilgilerin anlamlandırılması sonucunda kişinin ya da
kitlenin daha önce sahip olduğu düşünceler değişebilir ya
da bütünüyle ortadan kalkabilir. Tecrübeye dayalı algı;
olayların tekrarıdır. Zihinsel algı ise hissetmedir,
öngörmedir.
Algı operasyonu muhakeme etme sürecine müdahalede
bulunmaktır. Muhakeme süreci sorgulama, değerlendirme, yargılama
sonucunda bir karara varmaktır.
Karar verme sürecinde kişinin bilinçaltı, psikolojik durumu,
yaşadıkları, verilen mesajlar gibi birçok etkileşime
dayalı iç ve dış uyarıcılar etkin olur. Geçmişe
dair duygular, negatif veya pozitif uyarıcı olarak karar vermede
önemlidir. Algı yönlendirmesiyle
siyah beyaz, beyaz da siyah olarak tanıtıılırsa,
kandırılma var demektir. Algı yönetimi aslında kandırmadır.
Genel olarak duyduklarımız, gördüklerimiz veya bizlere anlatılan
mesajlara oldukça açık olduğumuz görülmektedir.
Algı operasyonunun amacı insanların
zihninde, bilinçaltında dönüşüm ile bir davranış
değişikliği sağlamaktır. Sistem tamamen insanların
bilinçaltında operasyon yapmaya
yönelik çalışır ve yeniden şekillendirme, tasarlama
olarak uygulama alanı bulur. İnsanların fikirlerini,
bağlarını, önceki yaşadıklarını yavaş
yavaş değiştirip istenen davranışa
dönüştürmeye dönük bir süreçtir,
algı yönetimi. Belirlenmiş kişilere, gruplara karşı
bakış açısı argümanlarla yeniden tasarlanır.
Algı operasyonları aslında insanları
aptal yerine koymaktır. İnsanların karar verme
mekanizmalarını yanıltmaya çalışmaktır. Bilinç altında; Sen öyle düşünme!
şeklinde bir güce dönüşür. İnsanların karar
mekanizmalarına hükmederseniz belli bir süre sonra insanlar
tarafından da normal karşılanır, ret edilmez. Bilinçlenme
kültürünü yok ederseniz insanlar çabuk kanıksar.
Algı operasyonu:
·
Psikolojik bir zemin hazırlanır.
·
Sorgulayarak doğru ile yanlışı ayırt etmemesi için
zihinde karışıklık oluşturulur.
·
İnsanların kafasında daha net ve somut hale getirilir.
·
Bakış açısında farklı bakış olup olmadığı
gözlenir.
Algı operasyona yönelik her türlü
kışkırtıcı davranışları ve
uyarıcıları geliştirdiler; geliştirmeye ve uygulamaya
da devam ediyorlar. Tepki vermeye
yönelik uyarıcı kışkırtıcılık faaliyeti
ile kargaşa oluşturulur, asıl konun gündeme gelmemesi için içi
algılar hazırlanır, uygulanır; işler
çığrından çıktığında ise operasyon
yapılır.
Gözlerin içine baka baka yalan söylendiğini
farkında da olursunuz. Yalan söylemek kişinin kendini hayatta
tutması için zaman zaman gereklidir, yaradılış
özelliğidir. Fakat yalan yalanı doğurmaya başlarsa,
karşı tarafın ne söylerse söylesin doğrudan sorgulamadan
inanıldığı fark edilirse, yalanı söyleyen kişi
bir süre sonra kendi söylediği yalanlara kendisi de inanmaya başlar.
Bu yalan sistemiyle kendi kamuoyunu oluşturmaya başlar. Yalan
algı operasyonlarının temel parçasıdır. Yalan, iftira,
kandırma olmadan algı operasyonu olmaz.
Algı operasyonları, sürdürülebilir bilinçlenme
temeli olmadığı için belirli bir süre sonra insanlardaki
etkisini kaybeder. Ardından saçma, yersiz bir iddia olduğunu,
haksızlık yapıldığını düşünmeya
başlar. Vicdan mekanizması
harekete geçer.
Benim sevdiğim
işi halk da sever felsefesiyle programlar hazırlanıyor. Halktan
biri neyi sever, neyi seyreder? diye sorulurve buna uyan formatlar
hazırlanır.
Doğru zamanda doğru risk alınmalı.
İnsanın en büyük tuzağı kendinin hep iyi olduğunu
zannetmesidir. Bence insan çaycısına bile ne yapak lazım diye
sormalı. Niyetinin iyi
olmadığını düşündüğüm bir çok insanın
hırsından çatlaması, kıskanması beni hep çok daha
fazla motive etti. Gençlere yönelik komedi programları, filmler, mini
diziler olacaktır Son derece sempatik, farklı ve eğlenceli biri
liste başı fenomeni olabilir.
Algı formatını bir beyin
takımının üretmesi gerekir. Bugün medyada algı
yönlendirmesi işlerin merkezi İngiltere ve Hollanda'dandır.
Algı formatı bir bilim dalıdır. Algı formatı
aslında seyirciyi kanatları altına alıp onları koruyan
bir bina, paratöner gibi... Algı format'ın önemi ve
farkındalığı kimse çakmasını yapamıyor;
doğrudan seyirciyle ve onun beyniyle rahatlıkla buluşabiliyorsun.
Format hazırlarken; İnsan
sarraflığı konusunda uzmanlar ile çalışılır.
Kitleyi ekran başına çekecek doğru seçimler yapılır.
Medyadan seçilen ya da kitleye uygun yaratılan ünlülerin
hayranlarını ekran başına çekmiş olursunuz. Hayran
olunan konuşurken kitle çok mutlu olmalı, eğlenmeli, konuşmaya
başlayınca gülmekten yerlerde gezinmeli.
Diyelim ki program başlangıçta yeterli reyting
almadı ya da ekibi mutsuz eden bir şeyler var. Ekip tıkır
tıkır işliyor ve hemen müdahale ederek formata bir
değişiklik düşünülüyor. İlk iki bölümünde reytingler iyi
gelmeyince programın fazla neşe
içerdiğini, soru işaretinin eksik olduğunu gördü. Onun
yerine ışık ve müzikle gerilim
ortaya çıkartılır, seyircinin
konsantrasyonu programa odaklanır ve başta düşük olan
reytingler anında yükseldi.
Seyirciyi bağlamada algı yönetimi:
·
Program değerlendirirken estetik ve sanat kaygısından çok,
programın halk tarafından beğenilip beğenilmediğine
bakar.
·
Program kendine ait yığınlar oluşturulur;
düşünmeyen, sorgulamayan, öğrenmeyen bağımlı hâle
getirilir.
·
Kendi yığınlarına hitâb edenlerin güç
kazanacağı iyi bilinmelidir.
·
Bağımlı kitleye hitâb etmek sizi maddî olarak zengin
kılar.
·
Olmayan birşeyin varmış gibi gösterilir.
·
Var olan birşey olduğundan farklı gösterilir.
·
Temenni olacakmış gibi gösterilir.
·
Vaadler, beklentiler gerçekmiş gibi sunulur.
İçerik Yönetimi: Paylaşımda bulunurken
kelimelerin özenle seçilmesi hem hedef kitlenin daha kolay anlamasını
sağlayacak hem de iletişimi güçlü kılacaktır.
Diyalog Yönetimi: Hedef kitle ile diyalog kurmanın
etkileşim halinde olduğunu kavramak, nelerden
hoşlandıklarını anlamak ve uzun dönem sadakat yaratmak
Reklam Yönetimi: Markanın internet üzerinden
ulaştığı kitleyi iyi analiz ederek onların
ihtiyaçlarına yönelik olmalıdır.
Önemli
olan gerçeği gizleme ve/veya
çarpıtma unsuru ön plana çıkmaktadır. Belirli amaçlar için
manipüle edilerek hedef kitleyi yönlendirmek için kullanılmasında
algı yönetimi stratejileri önemli bir paya sahiptir. Bu yönüyle algı
yönetimi süreci, bilgi ve bilgilendirme üzerine gerçekleşen bir güç
savaşı olarak karşımızda durmaktadır. Bilgi
akışının lehinde kontrolü sağlayabilen devletler veya
gruplar psikolojik üstünlüğü de elinde tutmaktadır.
Operasyonu yönetenler hedef kitlenin zayıf, güçlü,
hassas (duyarlı) yönleri incelenir, tepki vereceği hususlar ve tepki
için erişmesi gereken kritik eşiğin ne olacağı
belirlenir. Sonra buna göre propaganda temaları ve slogan cümleler
belirlenir. Sonrasında hedef kitlenin etkilenmesi için yazılı ve
görsel basının, sosyal medyanın devreye sokulacağı ve
stratejik basamak olarak nitelendirilen hedef kitleyi olaya çekecek gerçeklik
duygusunu artıracak yardımcı adımların hangi
sırayla atılacağı belirlenir. Amerikalı siyasetçi
Henry Kissinger tarafından Bir şeyin gerçek olması pek o kadar
önemli değildir; fakat gerçek olarak algılanması çok önemlidir
şeklinde dile getirilmiştir.
Algı yönetimiyle amaçlanan
ikna-değişim-etki ilişkisi, gerçek ve kurgu arasındaki
çizginin bulanıklaştırıldığı, hedef kitlenin
oluşturulan hayali gerçekliklere inanmaya ikna edildiği, kelimelerin
bilindik anlamından uzaklaştırıldığı ve
kıyasıya bir etkileme ve bğımlı kılma
savaşının yaşandığı süreçleri temsil etmektedir.
Kitlelere sunulacak hangi söz ve imgeler bir çeşit
sanal gerçeklik yaratır ve istenilen şekilde davranış
geliştirmede etkili olur? Amaç
gerçek ve gerçek olmayan arasındaki farkın ayrımını
zorlaştırmaktadır.
Kendi menfaatleri doğrultusunda algı
oluşturmak isteyenler tarafından kurgulanan bilgilerin medyada
sürekli tekrarlanması ile hedef kitlelerin hem algıları
yönlendirilmekte hem de zihinleri, düşünceleri şekillendirilmektedir.
Bu süreçte tekrar edilen fikirlerin aksi düşünceye sahip olan bireyler
kendilerini yalnız ve dışlanmış hissederek çoğunluğun
sesine katılma ihtiyacı duyarlar. Bireylerin psikolojilerinin
temelinde yatan bir gruba aidiyet ve dâhil edilme duygusu bu aşamada
kendisini göstermektedir.
İnsanoğlunun davranışı, çok
kolay manipüle edilebilmektedir. Eğer bilinçlenmiş ve sorgulama kültürü
geliştirilmiş ise, felaketlerden hemen sonra zarar analizi yapıp
hayatta kalabilmek için işbirlikçi davranış
geliştirebildiği görülmektedir.
Bir senaryo kurgulayalım: Öylesine bir oyun
hazırlamalıyım ki, bu oyunda yapılması istenen her rol
sizin için biçilmiş kaftan olsun.
Rolünüzü oynamaya başladığınızda zevkten dört
köşesiniz. Oyunun temel felsefesi, size kötülüğü dokunduğuna
inandığınız ya da
inandırıldığınız düşmanları yok
ediyorsunuz. İntikam alıyorsunuz; tüm hayalleriniz
gerçekleşiyor. Mutluluklar yaşarken, birden bire oyunun bittiğini fark ediyorsunuz. Gerçekle
yüzleşme zamanı; yalnızsınız ve uçurumun
ortasındasınız. İşte bu oyunun adı güdülmedir.
Oyunun diğer adı: Kendinizi kendinize yok ettirmedir.
Zaaflarınızın, tutku haline gelmiş alışkanlıklarınızın
ve davranışsal tepkilerinizin yüzünden tuzağa
düşürülürsünüz, farkında değilsiniz, hatta zafer
kazandığınız için sevinirsiniz. Yapılmasını
çok istediğiniz şeyi yaptığınızda ise kendi
sonunuzu getirmiş olursunuz.
Bir koyun sürüsü otlarken sürü içerisinden bir koyun
aniden koşmaya başlar, sürü anında hareketlenir ve tüm sürü bir
koyunun peşinden koşuşturur. Koyun kendini uçurumdan
aşağıya bıraktığında; ardı sıra
yüzlerce koyun hiç duraksamadan kendilerini aşağıya
bırakırlar.
Öte yandan sürü halinde dolaşan balıklar yem
olmamak için birlikte devası bir güç olarak hareket ederler. Kitlenin düşündüğü ortak fikir,
vardığı ortak yargı akıl birliği sonucu mu
oluşur? Hayır, kalabalıkların kontrol metotları, halk
üzerinde denenir ve onların psikolojik tavırları tespit edilir.
Geliştirilen propaganda kampanyaları ile hedefe karşı
savaşa hazırlanır. İnsanı tepkisiz, kolay güdülür bir
hâle getirmek isteyenler korkuyla sorgulama hakını elinden almaya
çabalarlar. Tuzaklarla dolu sosyal medyada sosyalleşirken beynimize
uzatılan eğlenceli silahların kontrolü altındayız.
Toplumsal güdülmenin amacı sistemin işlevsel
dişlileri arasına girerek takoza dönüşmektir.
Sorgulandığında; üst makam ya da yasalar böyle istiyor, siz
denileni yapacaksınız, kurallara uyacaksınız cümleleri ile
karşınızdakinin sizde oluşturduğu stresten nasıl
zevk aldığını iliklerinize kadar hissedersiniz. En kötüsü
de bu takozların birer psikopat kılıklı yönetici olarak
karşımıza çıkmasıdır; bu durumda problemin
çözülmesi kesinlikle mümkün değildir. Sisteme kuş
bakışı bakıldığında, tüm süreçlerde
sıralı devreye girecek diğer takozların belirli bir
kurallar sinsilesinde birbirleri ile ilintili ve iletişim içerisinde olduğu,
işleyişi durdurmak için bekledikleri görülecektir. Öte yandan bu takozlar
sistemin alt yapısında gizli dehlizlerin ve tünellerin
aöılmasına neden olurlar. Böylece dişlilerin arasında
sıkışanlar için problemleri çözecek alt yapı da
oluşturulur. Süreç içerisinde dehlizler ve tüneller tüm sistemi çökertir.
Olaylara şüphe ile yaklaşanlar bazı gizli
veya yarı gizli güç odakları, istihbarat servisleri veya süper
güçlerin izahı güç olayları organize ettikleri ya da sebep
olduklarına inanırlar. Komplo teorileri diye adlandırılan
bu açıklamalar günümüzde son derece yaygındır. Komplo
teorilerine gösterilen ilgi görsel ve yazılı medyanın
desteğiyle çok geniş bir kesimde itibar görmekte adeta doğruluk
ve inandırıcılık kazanmaktadır. Komplo teorisi
nedenlerinden birisi de gerçeklerin saklandığına dair dedikodu
üretilmesidir. Doğrudur, çoğu zaman gerçekler saklanır da.
Gerçeğin, sorgulama yerine, doğruluğuna baştan
inanılan birtakım ön kabuller ve inançlar öne
çıkarılır. Gerçek olması, ön kabullere uygun ise önemsenir,
diğer durumlarda ise göz ardı edilir. İşin kötü
tarafı, gerçekliğin ne olduğunu ortaya çıkarmaya
çalışan insanların da, hemen mevcut komplo teorileri içinde bir
yere yerleştirilmesidir. Zihinsel kalıplar sorgulanarak
aşılmaz ise, var oluşun
sürdürülebilir kılınması mümkün olmaz.
Asılsız
kaynaklara ve gerçekle ilgisi olmayan haberlere dayanan propaganda, korku,
şüphe ve tepki döngüsünde, ortalığı
karıştırmak için yapılır. Böylece neyin gerçek, neyin
yalan olduğunun belirlenmesi zorlaştırılır.
Unutulmamalıdır ki psikolojik savaş akla değil, duygulara
hitap eder.
Propagandaya
dayalı aktivitelerin amacı; gerçeklerin gizlenmesi, örtülmesi ve
saptırılmasıdır. Propagandaya dayalı tüm aktiviteler
süreç içerisinde sonlandırılmalı ve gerçeklere dönülmelidir.
Aksi durumda ayrımcılık ve korumacılık kendini
gösterir, sistemden memnun olmayanlar ve sistem
karşıtlarının güçlenmesini sağlar, paydaşlar ise
neyin doğru neyin yanlış olduğunun
şaşkınlığı içerisinde, karanlıkta
yollarını bulmaya çalışırlar. Başarılı bir propagandacı, hedef
kitlenin temel inançlarını, gereksinimleri, heyecanlarını
ve korkularını sezebilen ve bunlar üzerinde oynayabilen kişidir.
İnsan zihni uzaktan yazılı medya, görsel
ve işitsel olarak karşılıklı etkileşimli
iletişim teknolojileri ile yönetilmekte, yönlendirilmekte ve
değiştirilmektedir. Alışkanlıkların, örflerin,
adetlerin ve inançların hangi olaylara nasıl tepki ya da yanıt
verdikleri araştırılarak kontrol edilecek hedef kitle ya da
birey belirlenir.
Korku tedirginlik yaratan, ikide bir gelip giden, bizi
yoklayan, dengeleyen bir ruh hâlidir. İster kitle olsun isterse de birey
olsun zihine bilinçaltı korkular yerleşirse, selin önünde kökleri
sökülüp, sürüklenen ağaç yığınların
oluşturduğu set gibi davranış gelişir. Bu şekilde
oluşan set arkadan gelen selin baskısına ne kadar
dayanır?
Yıkıldığında vereceği tahribatları
düşünün.
Taşkınlığa yönelik korku,
ötekileştirilenlerin yabancılaştırılıp
düşman haline getirilmesidir. İnandığı ya da
inandırıldığı değerler uğruna
yaşamını yitirmeyi göze alanları başkasına egemen
kılma çabasıdır. İnsanı esir alan,
mantığını ve aklını kilitleyen, duygusal korkular
paranoya oluşturur. Korkan insanın refleksleri ve dikkati bilinçsizce
korkuya odaklanır. Korkan insan ne kendine ne başkasına güvenir.
Korku tohumlarını beyine yavaş yavaş
ekerseniz, hasat inanılmaz olur. Bunu yaparken yaratılan düşman
hep saldırı halindedir; sürekli plan yapar, oyun oynar. Böyle
yapılarak birey ya da kitle duvarları ve dikenli telleri olmayan
hapishaneye mahkum edilir.
Tehlikelerden, tehditlerden sürekli bahsedenlerin
amacı, birey ya da kitleyi korku ile yönlendirmektir.
Panik bendini kıran, setin ardında
toplanmış suya benzer. Korktuklarında insanlar kontrolsüz
hareket ederek ya panikler ya da şoke olurlar. Bu iki davranış
bazen sıralı da olabilmektedir. Önce şoke girip sonra
hızlıca oradan uzaklaşmak istenebilmektedir. Panik davranış, tehlikeli ortamda bilinçsiz bir şekilde
hayatta kalabilme mücadelesi verilmesidir. Yanan bir binada panikleyen birisi
pencereden dışarı atlarsa diğerlerinin de onu takip
ettikleri görülmüştür. Adrenalinin kontrolsüz akışı stres
oluşturduğundan anlık tetiklenmek beden ve zihin için sağlıklı
değildir. Bu nedenle muhtemel panik oluşturacak ortamlar çok iyi
analiz edilmeli ve panik durumlarına karşı tatbikat
yaptırılmalıdır.
Panik kaçışta kapıya yönelmeden dolayı kapı
önünde yığılma ve tıkanıklıklar
oluşacaktır. Bu nedenle dışarıdan kapı önünde
sıkışanların çekilip alınması gerekmektedir.
Dışarı çıkanların kapı önünde
duraksadıkları, tepkisiz kaldıkları, dondukları ve
tutukluluk davranışı sergiledikleri görülmektedir. O noktada
hareketler yönlendirilmelidir.
Manipülasyon şartlandırmadan
farklıdır ve psikolojik teknikler kullanarak hedef kişi ya da
kitlede davranış veya kanaat değişikliği
yaratmayı içermektedir. Korku manipülasyonu paniklemeyi çok
hızlı tetiklemektedir. Panik davranış sergileyenlerin, sesi
gür çıkanın verdiği komutlara itaat ettikleri görülmektedir.
Çünkü sorgulama ve muhakeme yetenekleri geçici olarak ortadan kalkar ve telkine
açık hale gelirler. İnsanlar panik durumunda ilk önce
canlarını kurtarmaya ve güvenli bir yere erişmeye
çalışırlar. Temel güdü, ne pahasına olursa olsun canın
kurtarılmasıdır.
Panik davranışı, korku
oluşturduğundan, korku ağaçların köklerinin topraksız
kalması gibidir. Akan sel içerisinde hareket etmeye başlayan
ağaçların verecekleri zararlar ve yıkıcı etkisi çok
büyük olacaktır. Riskler krize dönüşmeye başladığında
insanlar önceden bilgilendirilerek panik davranışının
biçimlenmesinin önüne geçilebilir. Panik ortam oluştuğunda
insanların çıkışlara nasıl yönlendirileceği
önceden belirlenmelidir. Kapalı alanlarda panik durumundan insanları
haberdar etmeden tahliye edilmeleri bazı durumlarda gerekli
olmaktadır. Bazı insanlarda panik halinde kaçmak yerine
sığınmak ya da sevdiklerini kurtarmak için onlara doğru
yöneldikleri görülmektedir. Bir davranış biçimi olarak panik halinde
insanlar şuursuz ve yıkıcı hareket etmektedirler.
Yaradılış özelliklerinden dolayı insanlar hangi kriz
ortamlarında hangi davranışı sergileyecekleri benzerlik
göstermektedir. Bunlar bilindiğinde gerekli hazırlık
yapıldığında birey ya da gruplar kendilerini koruyabilir ya
da panikleyenler istenilen şekilde yönlendirilebilir.
Renk, ısı, ışık, akustik,
gürültü, görünüm gibi ortamdaki ani değişiklikler paniği
tetikleyen önemli faktörlerdir. En kritik ortamlar, kargaşa
çıktığında, metro, sinema, konser salonu, gece kulüpleri
gibi kapalı ya da çevrimsel alanlardır. Molotof kokteyle yangın
çıkarılırsa, ne yaparsınız? Kalabalık ortamda
kargaşa çıkarsa nasıl davranırsın? Bu gibi sorulara
karşı önceden hazırlık yapılması gerekir.
Öncelikle bu gibi olayların çıktığında sakin ve
soğukkanlı olunması gerektiği konusunda psikolojik olarak
hazırlık yapılmalıdır. Psikolojik hazırlık
hayata tutunmadır. Hangi ortamda ne tür panik çıkabileceği,
panik halinde hayatta kalabilmenin nasıl mümkün olacağı
konusunda fikir yürütülmeli, beyin fırtınası
yapılmalıdır. Panik halinde birey ya da kitle yüksek sesle komut
veren liderini dinler, o ne derse onu yapar. Kriz durumlarında liderler
yatıştırıcı rol oynamalıdır. Panik
ortamında koşmak kartopu gibi yuvarlanma etkisi yapar. Koşarak
yığınlaşan durumlarda panikleyenler hem miktar hem de
yıkıcılık yönünden büyüyecekleri her zaman göz önünde
bulundurulmalıdır. Bu durumda kalabalık bölünmelidir.
Onların önünde koşanlar bölmeyi yaparken sesli komutlar vermelidir.
Sürü
psikolojisinde, sürünün hayallerine ve korkularına oynanır. Özellikle
korku, şüpheler üzerine yoğunlaşırsa öncüsünün yok
oluşunu kitledeki herbir birey kendi ile özleştirir. Öncüye
yapılanı kendine sayar. Sorgulama kültürünün olmadığı
bir kitle yaratmak, yasaklar ve günahlar ile başlar.
Birey
ya da kitlenin bilinçsiz hareket eden bir yığının
davranış kalıbını görerek, sürü psikolojisi ile
davranışlarını kontrol edemez hale getirilmesi ise
manipülasyon olarak adlandırılmaktadır. Etkileme ve yönlendirme
sonucu insanlar, davranış değişikliği ya da kanaat
değişikliği göstererek, başkalarının
istediğini yapmaya zorlanırlar, savunma boşluklarından
yararlanarak istismar edilirler ve istemedikleri ortamlarda kendilerini
bulurlar.
Finansal
manipülasyon ise isteyerek finansal bilgileri yapay şekilde
değiştirmek suretiyle yatırımcıları
aldatmayı veya dolandırmayı amaçlayan
davranışlardır. Bankerlere paralarını
kaptıranlar, titan zinciri halkasına katılanlar buna iyi birer
örnektir.
Taşkınlığa
yönelik manipülasyon ise öteki kavramını bireyin ya da kitlenin
beyninde yabancılaştırılıp düşman haline
getirilmesidir. İnandığı ya da inandırıldığı
değerler uğruna yaşamını yitirmeyi göze alan birey ya
da kitlenin bilinci, başkasına egemen kılma çabasına
dönüşür.
Provakasyon, topluluğun
içerisine sızarak, inandırıcı birkaç kelime ile orada
bulunanların hassasiyetlerini tahrik ederek gerginliği
arttırır ve öfkeyi ateşler. Psikolojik temelli saldırı
başlamadan önce kitle ya da bireyin hassasiyetleri ve verdikleri tepki
araştırılır. Psikoloji, insan
davranışlarının altında yatan nedenleri inceler.
Toplumun ya da bireyin önüne konulan roller psikolojik travmaların
oluşmasında önemli rol oynamaktadır. İnsanlar kötüyü
incelemekten uzak durur, çünkü psikolojik problemlerinin incelenmesi bazı
çevrelerce hoş görülmez. Psikolojik saldırının mermisi
psikoljik korku, kaygı oluşturma ya da tepki vermeye yönlendirmedir.
Sonuç yıkıcıdır. Asimetrik savaş olduğundan,
gayri nizami savaş taktiklerinin uygulanması esasına
dayanmaktadır. Amaç düşmanı hedef göstermek ve ona
karşı nefret yaratmaktır.
Psikolojik savaşta propaganda ve bilgi toplama çok güçlü bir
silahtır. İletişim ortamında psikolojik savaşta, kitle
iletişiminin zihinsel haritasını çıkartmak ve propaganda
ile kitleleri harekete geçirme amaçlı bir plan çizmek hedeflenir.
... tehlike altında bu cümle her zaman kitle
üzerinde provakasyona yönelik inanılmaz etki bırakır. Söz
gelimi, ... tehlike altında denildiği anda toplum içersinde
belirlenmiş bir kitlenin gücünden yararlanmak isteyebilirler.
Bir konuda uzman olan bir kişi sosyal medyada düşüncesini
belirtiğinde, onu izleyenler tarafından gönderilen geri dönüşüm
bilgisi aynı zamanda bakış açısını analiz etmede
kulanılır. Kimlerin olumlu, kimlerin olumsuz tepki verdiği
belirlendiğinde, birbirlerini tanımasalar bile, ortak korkuyu,
kaygıyı paylaşacaklarından ortak tepki veren kitle de
belirlenmiş olur. İnternet ortamındaki kitle iletişim
ortamları sosyal yönlendirme aracı olarak ve sosyal
çatışmada ise psikolojik saldır silahı olarak
görülmektedir. Kitle iknası zihin kontrolü
araştırmasının önemli parçası olarak görülmelidir.
İnançların, değerlerin ve algıların uyumluluğu
kitlenin siyasal kararlarını belirler. Katı ideolojik tutum,
farklı toplumların yaşadığı ülkelerde
insanları davranışsal stratejiyle kazanma ya da ayrıştırma
yollarını keşfetmede kullanılır.
Komutanlar savaş kazanma uğruna, kendine inanan savaş gücünü
ayakta tutmak ister. Çünkü savaş verdiklerine inanırlar. Savaş
ilerledikçe görülür ki; artık komutanlar sadece savaş gücünü ayakta
tutmak için değil; sürdürülebilir propaganda içinde çaba sarf etmeye
başlarlar. Orduyu sürekli tahrik etmek için kullanılan şok
yöntemi travmaya maruz bırakacağından ölümcül tehlike
yaratabilir. Psikoloji savaş ilerledikçe insanın dayanma gücünde ve
diğer insanlarla ilişkilerinde
sosyal psikoloji önemini hissettirir. Bireyin
davranışını incelemeden önce onu tepkisel
davranışa iten felsefi düşünce ve ruh halini anlamak çok
önemlidir. Psikolojik olarak askerlerin savaşa nasıl
hazırlandığının araştırılması, çok
önemli bir konudur.
Kin, nefret ve şiddet tohumlarını ekmek, uyandırmak,
canlandırmak, harekete geçirmek. Şu an dünyada nefret tamamen
kontrolden çıkmış durumdadır. İnsanlar, hatta küçük
çocukların var olma değerlerine zarar verilmektedir. Kindar olan
nesiller yaratılmaya devam edilmektedir.
Günümüz dünyasında gücü ele geçirenler, Kazanan benim ve zaferimi
ilan ediyorum. Önce yapamadığım, istediğim
herşeyi yapacağım. Bana
bir şey yapamazlar dediğinde amaç nedir?
Kışkırtılarak, tepki gösterilmesini sağlayarak;
ağır ve yoğun bir şiddetle kendinden olmayanları
sindirmek olabilir mi? Toplumun belirli bir kesiminde bir öfke yaratmak. Ama bu
öfke nasıl tezahür eder, toplumsal ayaklanma şeklini alır
mı, bunu bilmek zor.
Toplum içerisindeki gerilimleri arttırmanın, özellikle kendi
taraftarlarını tahkim etmekte iktidardakilerin çok işine
yaradığı görülmektedir. Kendi taraftarlarını tahkim
etmek amacıyla yapılmış olsa bile kışkırtma,
bilinçli bir kışkırtma olur. Tepkisel davranmak yerine, daha
akıllı, daha stratejik davranmalıdır. Kavgadan beslenirsen,
düşmanlıktan beslenen provokatörleri evine davet edersin.
Doğru gibi görülen bir önermenin ya da
fikrin tam tersi de mümkündür. Socrates'in paradoksu: "Bildiğim tek
şey hiç bir şey bilmediğimdir." Yıllarca yanlış
zannettiğimiz olayların, fikirlerin, hesaplamaların, doğru
olduğunu görmek, bizi şaşkınlığa ve hayrete
düşürür.
Sistemin
işleyişinde müdahaleci ve belirleyici olmak isteyenler suçu önlemek,
yanlışlara müdahale etmek ve engellemek için gereken önlemleri ve
cezaları yazılı veya sözlü olarak yönetmenliklere ve yasalara
yerleştirirler. Sistemin sağlıklı işlemesinde hata
yapanlar ya da kurallara uymayanlar cezalandırılacaktır.
Evrensel normlardan uzak kendi çıkarları doğrultusunda
oluşturulan yöntemler ve yasalar kriz anında sistemin
işleyiş dişlileri arasına girerek takoza dönüşür,
sistemin çalışmasını durdurur, problemlerin çözülmesine
engel olur. Sorgulandığında; üst makam ya da yasalar böyle
istiyor, siz denileni yapacaksınız, kurallara uyacaksınız
cümleleri ile karşınızdakinin sizde oluşturduğu
stresten nasıl zevk aldığını iliklerinize kadar
hissedersiniz. En kötüsü de kısır döngü
başladığında, bu takozların birer psikopat
kılıklı yönetici olarak karşımıza
çıkmasıdır; bu durumda problemin çözülmesi kesinlikle mümkün
değildir. Sisteme kuş bakışı
bakıldığında, takoz oradan çıkarılırsa bile
tüm süreçlerde sıralı devreye girecek diğer takozların
belirli bir kurallar silsilesinde birbirleri ile ilintili ve iletişim
içerisinde olduğu, işleyişi durdurmak için bekledikleri
görülecektir. Diğer taraftan, bu takozları aşamayanlar sistemin
alt yapısında gizli dehlizler ve tüneller oluşturur. Takozlar
yerlerinden sökülüp atılmaz ise gizli dehlizler ve tüneller sistemi
çökertir.
İnsanlarda
tepkisel davranışa neden olan kimyasallar, ilaçlar ve
uyuşturucular, beyin yıkama seansları ve hipnoz gibi uygulamalar
da mevcuttur. Basın, yayın, akıllı mobil uygulamaları
ve sanal ortamdaki sosyal etkileşimler sürekli
davranışımızı değiştirmeye çaba sarf
etmektedir. Öte yandan renklerin, seslerin ve kokuların özel efektlerinde
tasarlanmış mekanlarında davranış
değişikliğinde etkin olduğu görülmektedir.
Şu ana kadar beni arayan çok sayıda
insanların ortak sıkıntısı; beyinlerinin
başkaları tarafından el geçirildiğinin iddiası
üzerinedir. Oysa çekilmez hale getirilen ya da gelen yaşamdan bahsedilmez.
Sağlıksız davranışların çevreyi olumsuz
etkilediğinden bahsedilmez.
Beynime müdahale ettiler, derler. Doğrudur beyine müdahale edilmiştir; akıl
sağlığına saldırılmıştır,
sıkıntılar ağır gelmiştir. Beynin sistematik
çalışma prensipleri ve kuralları bozulmuştur. Bu
nedenle öncelikle beyni uyarma ve
müdahale yöntemlerini belirtmek
isterim:
·
Sağlıksız çevre,
·
Karşılıklı uzaktan etkileşim - terapi,
·
Sosyal etkileşim - internet,
·
İnteraktif iletişim,
·
Fiziksel müdahale,
·
İlaçlar, uyuşturucular,
·
Elektrotlar ile uyarma,
·
Ses dalgaları ile uyarma,
·
Ayinler törenler,
·
Renk ve koku ile uyarma,
·
Elektromanyetik dalgalar...
Yukarıda sıralanan beyni uyarma yöntemleri,
genelde sağlıklı olmayan davranışların
nedenini araştırmada, felçli ya da özürlü insanlara daha
kaliteli bir yaşam için destek sağlamada
kullanılmaktadır. Ayrıca günümüzde eğitim, ürün
pazarlama, ekibi başarıya yönlendirme, psikolojik harp olarak
geniş bir uygulama alanı bulunmaktadır.
Sağlıksız etkilenen beyin, hassas
kişiliğin, yamyamlaşan sosyal çevrenin ürünüdür. Olumsuz davranışların ortaya
çıkma nedenleri analiz edilmelidir. Küçük tetiklemeler ile uyarılar
yaparak sizi olumsuz etkileyen dostlarınızı da unutmayın.
Yaşadığımız dünyayı analiz edin; olanlara beynin
dayanması mümkün değil; elektriği kullanan makinelerle
yaşamı derinden değiştiren dünyada, bilgisayarın,
akıllı cihazların sayesinde sanallaşan dünyada; sadakat yok
oldu, empati yok oldu; hainlik arttı, yamyamlık başladı.
Sosyo - politik gelişmeler
ışığında
ülkemizde ve dünyada olanları sürekli takip ediyorsanız, kim
doğru kim yanlış, anlaşılması mümkün
değil. Sürekli değişen algılar.
Saldırganlık üzerine var oluş felsefi üretenlerin egemen
olduğu bir dünya. Fiziksel savaş ve yıkımlar sadece
Müslüman ülkelerin tekelinde artık. Batı geleceğini uzaya
taşımaya hazırlanırken, kısır döngüde,
anlamsız çatışmaların yaşandığı ülkem
ve insanların gelecek kuşkusu ve korkusu.
Yaşadığımız çevrede ve mahallede
artan saygısızlık ve saldırganlığa dayalı
komşuluk, akrabalık hatta öz kardeş ilişkileri; Sürekli
takip ederler, sürekli açık ararlar, sürekli iftira atarlar, sürekli
huzursuzluk çıkarırlar. Neden bilir misiniz? Çözemedikleri
iç problemleri çöp olmuştur, çevreye yaymak zorundalar.
Ekonomik sıkıntılar, doymak bilmez
istekler. Dinlemeyen, çözüm üretmeyen, ekip olmayı, bir olmayı
beceremeyen dostlarınızın sayısı
artmıştır. Bunların sizde stres ve
sıkıntılı bir yaşam oluşturmasını
normal karşılamalıyız. Aksi tuhaf olurdu. Kendi
gerçeğinizi fark etmeniz de çok iyi, aksi durumda delirmiş
olmanız gerekirdi. Burada unutmamız gereken; paralı ve randevulu
psikologların size tedavi faydası bir ise; bir dostunuzun tedavi
faydası ondur. Hele o dost yakınınızda ise,
katkısı doğrudan tedavidir. Kızgınlık anınızda
bizlere doğrudan dur komutunu anlamlandıracak dostlara
ihtiyacımız var. Kızdığımızda kendinizi
suçlamayın, nedenlerini sorgulayın, şimdi ne olacak sorusuna
yanıt arayın. Sahipsiz olmadığımızı, en
büyük mutluluğun nefes almak olduğunu, özellikle
karşınızdakinin nefes aldığını hissetmeyi
iyi bilmelisiniz.
Çevremizdeki sağlıksız, hasta
kişilikleri çöp kamyonu olarak görmeliyiz, unutmayın onlar sizi ve
evinizi çöplerini rahatlıklar bırakacakları çöplük olarak
görmektedirler. Çöp yollarının size yönelmesine izin vermeyin. Adam
olmanın temel kuralının sorgulamak olduğunu, bilmemiz
gerekmektedir. Günümüzde çevremizi ve dostlarımızı kendimiz
seçemiyoruz, değiştiremiyoruz, öyleyse var olmayı ,
sağlıklı olmayı bir şekilde becerebilmemiz gerekir.
Geleceğin
ve geçmişin iç içe yaşandığı ve
yansıtıldığı
görsel efekt tekniği izleyiciye aktarmak istenen bir anlam ile
ortaya çıkar.
Görsel
efekt kullanımı ile; gerçekçi anlatım ve izleyiciyi
doğrudan yakalayan eşsiz bir görsellik sergilenir. Görsel efektler
aracılığıyla seyirciye gerçeklik inandırılmaya
çabalanır. Günümüzde bilgisayar teknolojisi ile birlikte hayal gücünün tüm
yansımalarını görmekteyiz. İzleyiciyi içine hapseden
hikâyelerde birey kendini başkahramanın yerine koymalı ya da
hikâyenin içine kendini koymalıdır. Bu da izleyiciye gerçeği
sorgulamadan o hayali yaşama tutgusunu ön plana çıkartmaktadır.
Böylece birey yaşananları günlük yaşamda olması muhtemel
olaylar olarak algıyabilmektedir. Sorgulamanın
olmadığı ortamda
yansıtılanları olduğu gibi almaya yöneltmektedir.
Görsel
efektler ile renklendirilen, tasvir edilen, maketler ile geliştirilen,
modellemelerle farklı bir dünya oluşturulrken, atmosferik efektler
ile sis, yağmur gibi olayları ile birlikte gömülü mesajların
gerçekliği ne kadar doğru yansıttıkları konusu da soru
işaretleri oluşturmaktadır.
Gerçek
bir nesnenin duyular üzerindeki izlenimlerinin yanlış
değerlendirilmesi olarak tanımlanan illüzyon ya da yanılsama,
özellikle görsel etkileşimin esin kaynağı olmuştur. Görsel
etkileme gücüyle öncelikle resim, grafik, tekstil alanında olmak üzere
medya, mimari ve moda gibi pek çok alanda karşımıza çıkar
yanılsama. İnsanın reddedemeyeceği şekilde,
doğrudan algıyı hedefleyen ve kesinlikle dikkat çekmeyi
başaran yanılsamaları algıladığımızda,
zincirin bütününü gördüğümüzü varsayarız. İnsan zihni verilen
olgulara fazla dikkat etmeden varsayımlara gitmeye daha isteklidir.
Yanılsamanın temel öğe olduğu Görsel Sanatta ise,
kişiye göre değişmeyen ortak bir algı
anlayışı benimsenir. Görsel etki
direkt olarak gözün retina tabakasında oluşturulur, böylece
yapıta bakan herkes benzer bir duyumsamaya yönlendirilir. Burada
kullanılan araç, bir yandan renk algısı teorilerine ve renk
psikolojisine dayanırken, bir yandan da biçimsel bir yanılsama
alanıdır.
Bir çizimde mekan ve derinlik her şey bir
yanılsama ürünüdür. Çizgi, biçim, değerler ve dokular belli
bir düzen içinde bir araya getirildiklerinde, boşluktaki üç boyutlu
formların mekansal düzenini ifade etme potansiyeline sahiptirler. Her
şey görsel algı sistmimizin çizilmiş imgeyi nasıl
yorumladığına bağlıdır. Göz, beyin, nesne ve
ortam birlikteliği ile ortaya çıkan görsel algıda yanılsamayı
yaratan en önemli etkenlerden biri görmenin objektif değil sübjektif
olmasıdır. Olmayan bir şey yanılsaması oluşturan
bir nesne, imge veya tasarım, izleyiciyi kasıtlı bir
şekilde şaşırtmak ya da mesajı yorumlayabilecek hedef
kitleye yönelik bir bilgi sağlamak amacıyla kullanılabilir.
Görsel yanılsamaların aklı
yanıltmasını sağlamak için renklerden, çizgilerden ve
biçimlerden yararlanılır. İki ve üç boyutlu nesneler
ışığın ve insan gözünün sebep olduğu yanılsamalarla
bir takım oyunlar oluşturur. Takip eden çizgiler, açık koyu
renkler, geometrik etkiler yanılsamaya sebep olan temel öğelerdir.
Ortaya koyulan eserin yanı sıra seyircinin işi izlemesi de
yanılsamayı algılamada etkendir.
Canlı, parlak renklerin coşku ve heyecan, mat
renklerin durağan ve ağırbalı bir duygu izlenimi
verdiği ve duyguların yönetiminde etkili olduğu
bilinmektedir.İnsanlar çoğunlukla farkında olmasalar dahi içinde
bulundukları ruhsal durumu, iç dünyalarını renk tercihleriyle ya
da kullandıkları renk ifadeleriyle yansıtmaktadırlar.
İnsanın ruhsal durumu ve renklerle arasındaki ilikide renklerin
beyinde bazı merkezleri uyardığı ve bunun sonucunda
bazı salgıların fazla salgılandığı ortaya
koyulmaktadır. Örneğin, kırmızı rengin adrenalin
salgısını harekete geçirdiği ve hareketi, saldırganlığı,
heyecanı ve cinsel duyguları artırdığı
belirtilmektedir.
Ürün
ambalaj renklerinin müşteri üzerindeki etkilerinin olduğu,
algıyı kolaylaştırdığı ve ürünün renk
seçiminde yaş, cinsiyet, sosyal çevre ve karakter gibi faktörlerin rol
oynadığı; ayrıca pazarlama amaçlı kullanılan
renklerin, okunaklığın artırılmasında, ürüne
kişilik kazandırmasında, markanın
tanınmılığının ve ikna gücün artırılmasında
etkisi olduğu belirtilmektedir.
Tören
ve ayinlerde ikramlardaki bolluk, eğlencelerdeki mızıka
grupları, misafirlere gösterilen hürmet, karar alma usul ve
mekanizmaları sırayla bizleri kuçaklar. Seremoni: Tören, genellikle
resmi yerlerde, resmi işlerde uyulması gereken kural, yol ve yöntemlerin
tümüdür. Bir geleneğe vurgu yapar.
Dinsel
tören, dini bir inanç gibi benimsenmiş alışkanlıklar,
kişilerce kutsallaştırılmış
davranışlar, biçimler, davranış biçimleri, temalar
oluşan kutlamalar birer ritueldir. Tiyatronun kaynağında
ritüeller vardır. Bolluk törenleri, ölüp dirilme törenleri, üreme
törenleri, söylenen ezgiler, danslar ve oynanan oyunlar. Özel durumlarda
yinelenen, alışkanlık özelliği kazanmış
davranışlar ve tekrarlanan sembolik davranış biçimi olan
ritüeller, bireysellikten öte grup bilincini ve birlikteliği; bilgi ve
tecrübeler rehberinde geçmişi günümüze, günümüzü de geleceğe
bağlayan bir bağdır.
Dolayısıyla ritüeller dini olabileceği gibi olmaya da
bilir. Kavramsal farklılaşma söz konusu olmaktadır.
Ritüeller,
her şeyden önce, sosyalleşmenin önemli bileşenlerindendir. Temel
karakterleri itibariyle kolektif bir nitelik taşıyan ritüeller
kitleleri bir arada tutmakta, dayanışmayı artırmakta,
bütünleşme şuurunu güçlendirmektedir. Uyum içinde tekrarlanan ritmik
hareketler, bireylerin birliktelik düşüncelerinin pekişmesine katkı
sağlar. Ancak ritüeller, aynı zamanda,
farklılığın sembolik ifadesi olmaktadır. Sonuçta,
ritüeller, temsil ettikleri topluluk ya da toplumlar için hem toplumsal
bütünleşmeye katkı sağlayan hem de onların diğer
topluluk ya da toplumlardan farklılıklarını ortaya koyan
bir kimlik tanımlayıcılarıdır. Ritüeller, toplumsal
ilişkilerin düzenlenmesi, sürdürülmesi ve toplumsal düzenin
sağlanmasında önemli işlevlere sahiptir.
Kült
kelimesi dilimize Fransızca culte'den girmiştir. Latincesi
cultus'tür. Kelime anlamı sözlüklerde din, ibadet, yerel özellikler
taşıyan dini törenler olarak geçmektedir. Bunun
dışında birçok anlamı vardır. Kült: tanrıya,
ilahi yada öyle kabul edilen varlıklara ya da tanrının özel
sevgisine mahzar olmuş varlıklara gösterilen saygıdır.
İnanç ve bağlılığı göstermek amacıyla
belirli bir takım hareketleri yapmak, ibadet etmek, puta tapmak, toteme
tapmak kültün içine girer. Bunun yanında bu işi yaparken
kullanılan cisimlerde kült ürünüdür. Ritüel ve kült aynı şeydir.
Ritüelin kelime anlamı dini tören, ayin olarak geçmektedir. Kült,
belirlenmiş bazı kurallara göre icra edilir, çoğunlukla
sembollerden ve ilahi kavramlardan
faydalanılır. Genellikle mabetlerde, tapınaklarda, özel
giysilerle ve bazı dinlerde özel makyajlarla yapılır. Mevlevi
törenleri, yas ya da acı törenleri.
Kahin,
şaman, hipnozcu ve medyumların beyinleri nasıl
yönlendirebildiği önemlidir. Araştırmalar sonucunda
şamanın, kullandığı davul sesinin
yaydığı dalgalar ile tedavi edilen kişinin beyin
dalgaları arasında bir uyum oluşturduğu ve bu sırada
dua okuyarak onun beynine istediği emirleri yerleştirdiği
gözlenmiştir. Çağımızda bu olaya nerolinguistik
programlama denilmektedir. Şamanlık inancına göre bizim
yaşadığımız görünen dünya, görünmeyen dünyaların
tesiri altındadır. Şamanlara özgü uygulamalar
aracılığıyla insanlar, yaşamın, ölümün,
doğanın ve insanların ruhlarıyla iletişim
kurabilirler. Şamanlar dünyalar arasında kozmik yolculuk yapabilen,
bu dünyalar arasında ilişki kurabilen, toplumun huzur ve
refahını, sağlık ve mutluluğunu olumsuz etkilerden
koruyabilen insanlardır. Bu özgü teşhis ve tedavi şeklinin
başında ilahi ve kutsal bir titremeyle sarsılmak, hastalık
ruhlarını vücuttan çıkarmak, dans metodunun coşkunluğuyla
hastayı tedaviye inandırmak ve motive etmek vs. uygulamalar gelir.
Gerçeklenen
bir olayın tekrar gerçekleştiği anda yapılacak
olanları tekrarlamaya otem denir. İlkel toplumlarda topluluğun
ondan türediği sanılan ve kutsal sayılan hayvan, ağaç,
rüzgâr vb. herhangi bir doğal nesneyi tanımlar. Tüm eski inisiyasyonlarda
gizliliğe ve aday seçimine dikkat edilmiştir. İnisiyatik bir
organizasyona her önüne gelen giremez, böyle bir organizasyon talip olan
adayları kendi kriterlerine göre bir elemeden geçiriilir. Adayda
geçmişinden getirdiği birtakım yeteneklerin, belirli bir moral
(manevi) ve zihinsel düzeyin olup olmadığına bakılır.
Adayda aranan gereken koşullar ve kapasite yeterli görüldüğünde
birtakım sınavlardan geçirilirdi. Bu sınavlar her inisiyasyonda
farklı olmuştur. Hakkında az çok bilgi sahibi olunan
inisiyasyonlar arasında, eski Mısır, Moğolistan,
Şamanizm, Maya, Mitraizm, Eleusis, Orfe ve Pisagor inisiyasyonları
sayılabilir. Eski Mısırdaki gibi sert inisiyasyonlarda
bazı sınavların ölümle sonuç verdiği
anlatılmaktadır.
Bazı
olayları hissetmemizde duyu organlarımızın algılama
aralıkları ya da beynin değerlendirme aralıkları ile
ilgisi olabilir mi? Doğal olarak duyu organların
topladığı veriler beyine iletilmekte, kayıt edilmekte,
işlenmekte ve kayıt edilmektedir. Burada önemsenmesi gereken nokta
hassasiyet aralığı ya da limit sınırlarıdır.
Duymadığımız halde nasıl hissettik acaba? Bize
hissettirilmedi ama beyin veriyi sakladı, işledi lakin hissetmeden
farkına mı vardık? Hipnoz edilmiş kişinin
düşünceleri ve duyguları değiştirilebilmektedir.
Psikologlar hastalıklı düşünceleri yok etmek,
sağlıklı düşünceler kazandırmak, ego gücünü
arttırmak için hipnoz yöntemini kullanmaktadırlar.
Hipnotizma
yöntemi ile kişinin bilinçaltına inilir, sırları
açığa çıkarılabilir, korkuları, zayıf
noktaları, zaafları, acıları tespit edilip kodlanarak
zamanı geldiğinde maniple edilebilir. Burada hedef zihin, kendi
normal yaşamına devam ederken ikincil bir kimliğe sahip olabilir.
Yani kişilik bölünebilir. Koşullandırma yolu ile istenilen
şeyleri yapması için kontrollü telkin verilir ve bazı
programlama kelimeleri ile saniyeler içerisinde ikinci kişiliğine
geçiş yapması sağlanabilir. Hipnoz edilmiş kişinin
düşünceleri ve duyguları değiştirilebilmektedir.
Psikologlar hastalıklı düşünceleri yok etmek,
sağlıklı düşünceler kazandırmak, ego gücünü
arttırmak için hipnoz yöntemini kullanmaktadırlar. Kişinin
uykuya geçirilip terapistle arasında seçici bir algılama
alışverişi kanalı açılması işlemine hipnoz
denir. Hipnoz edilmiş kişinin düşünceleri ve duyguları
değiştirilebilir. Psikologlar hastalıklı düşünceleri
yok etmek, sağlıklı düşünceler kazandırmak, ego gücünü
arttırmak için bu yöntemi kullanırlar. Her bilimsel yöntem gibi hipnoz
da, bu işi etik yapmayanlar tarafından yanlış amaçla
kullanılabilmektedir. Hipnozda ilk şart iki tarafın birbirine
güvenmesidir. Daha sonra kişide konsantrasyon gücü
arttırılır, uygun telkinle geçmişine götürülebilir. Beyni
yıkanabilir ve yanlış şeylere de inandırılabilir.
Ancak hipnozda olan kişiye istemediği şeyi
yaptıramazsınız. Bazı kişiler telkine çok daha
yatkındır, kolaylıkla hipnoza girerler. Fakat obsesif ve
paranoyak olarak tanımlanan, güvensizlik özelliği fazla olan
kişileri hipnoz edip transa geçirmek çok zordur.
Uzaktan
karşısındaki kişinin düşüncelerini algılamak ya
da kendi düşüncelerini de karşısındakine aktarabilmek
mümkün mü? İnsanların geçmiş, gelecek ve şimdiki zaman
hakkında bilgi edinmesi çok ilgi çeken bir konudur.
Kimyasal maddeler yardımıyla insanlar ikna ve telkine yatkın
hale getirilebilmektedir. Düşünce ve davranışlarında,
halüsinasyonlar görme, canlı, neşeli, güçlü olma gibi hislere
dayalı değişimler oluşturulabilmektedir. En tehlikeli
olanı ise bazı kimyasal maddeleri almış insanlara belirli
komutlar verildiğinde, sorgulamadan belirli süre boyunca komutları
yerine getirme isteği oluşmasının gözlenmesidir. Askerlerin
savaş gücünü arttırmak, intihar ettirmek ya da insan öldürtmek
amacıyla bazı çalışmaların yapıldığı
iddia edilmektedir. Kimyasal etki maddeleri arasında kokuların özel
bir rolü vardır. Kokular, insan ruhunu ve psikolojisini güçlü şekilde
etkileyen faktörlerdir. Belli bir kokunun insanı belli bir tavır ve
eyleme yönlendirilebileceği konusunda çalışmalar devam
etmektedir. Bazı mağazalarda belli bir koku
yayıldığında mal satışının yüksek
seviyelere ulaştığı gözlemlenmiştir.
Kimyasallarda hedef zihin genellikle dönüştürülmek, farklı bir
yapıya büründürülmek, dışa bağımlı hale
getirilmek, sindirilmek ya da silinmek istenir. Bunun için tıbbi ve LSD
gibi bir takım özel üretilmiş, insan algısını
devşirecek güce sahip halüsinojen ilaçlar kullanılır.
Kişiye belirli aralıklarla verilen bu ilaçlar zihninde dönüşüme
neden olur. Aynı anda yapılan psikolojik telkinler ile kişinin
benliği değiştirilebilir. Belirli dozda
alındığı zaman; sinir sistemine etki ederek, akli, fiziki
ve psikolojik dengeyi bozan, toplum içerisinde iktisadi ve sosyal çöküntü
meydana getiren, alışkanlık ve bağımlılık
yapan, kanunların kullanılmasını,
bulundurulmasını ve satışını
yasakladığı maddelere "uyuşturucu madde"
denir.
Günümüzde
·
DNA üzerinden biyolojik iletişim sağlanması,
·
Gen haritası ile çevrenin ve kişisel geçmişin genler
üzerindeki etkisi,
·
Genler üzerinden davranış değişikliklerinin diğer
nesle nasıl aktarıldığı konularda
araştırmalar yapıldığı bilinmektedir.
İnsan beyninin işleyişi konusunda epigenetiğin etkileri
konusunda yoğun çalışmalar yapılmaktadır.
Bilindiği gibi X ve Y diye adlandırılan iki kromozom cinsiyeti
belirler. Dişide XX, Erkekte XY kromozomları vardır. Babadan
oğula geçen Y kromozomu, DNA daki değişiklikleri kuşaktan
kuşağa saklama ve aktarma özelliğine sahiptir. Y Kromozomlarındaki
kalıtsal özelliklere ise gen denir. Deneyimler, göçler ve
hastalıklardan kaynaklanan değişimlerin kalıtım yoluyla nesilden nesile
aktarılan tarihi bilgileri toplar ve saklar.
Embriyodan kişinin genetik özelliklerini taşıyan ve
organlara dönüşme yeteneği bulunan kök hücre elde etme
çalışmaları ile kopyalama (klonlama), kanser tedavisi,
hastalıklara dayanıklılık, hücrelere yeni yapılar
ekleme (yaşlılığı engelleme),
bağışıklık sistemlerinin kuvvetlendirilmesi, doku
yenileme (damar sertliği) mümkün hale gelmiştir.
Tohumlar ile oynama, ilik nakli
uygunluğu için kan örnekleri toplanması, genetik harita ve gen
bankası oluşturulması, ırkların veya insanların
köklerinin araştırılması (Etimoloji: Kök bilimi) da genetik
konularında yapılan çalışmalar olarak sıralanabilir.
Kalıtsal bilgileri kodlayan bileşik DNA olarak
adlandırılmaktadır. Doku
analizi ile kemik parçaları, kan, diş fırçasından
alınan dokulardan DNA yapısı belirlenebilmektedir. Doku
çoğaltma, DNA üzerinden biyolojik iletişim sağlanması, Genetik ile hastalık tanı
yöntemleri konusunda da çalışmalar yoğun olarak devam
etmektedir.
Bazı olayları
hissetmemizde duyu organlarımızın algılama
aralıkları ya da beynin değerlendirme aralıkları ile
ilgisi olabilir mi? Doğal olarak duyu organların
topladığı veriler beyine iletilmekte, kayıt edilmekte,
işlenmekte ve kayıt edilmektedir. Burada önemsenmesi gereken nokta
hassasiyet aralığı ya da limit sınırlarıdır.
Duymadığımız halde nasıl hissettik acaba? Bize
hissettirilmedi ama beyin veriyi sakladı, işledi lakin hissetmeden farkına
mı vardık?
Bedensiz varlıklarla sadece
bilgiye ulaşmak değil, insan beynini etki altına almak ve
yönlendirmek de mümkün. Ruhani dünyanın da kendi içerisinde bir düzeni
var, bu düzen kavranabilir, teste tabi tutulabilir, kontrol edilebilir ve sistemleştirilebilir.
Yani insani fizik yasalarına metafizik varlıklar
vasıtasıyla müdahale edilebilir.
İyi ile kötünün savaşında büyü, hayati bir unsur gibi
gösterilirken insanlara 'özel güçler olmaksızın
savaşamayacakları' alt mesajı verilmek istenir.
Hedefteki kişinin iradesi
dışında belirli bir hedefe yönlendirilmesi için sihir, büyü
hatta fal etkili bir yöntemdir. Böylece kişi kendi dünyasında
anlamlandırmadığı eylemleri yapmak zorunda olduğu
hissine kapılır. Büyü ve sihir insanlık tarihi kadar köklü bir geçmişe
sahip.
Sıra dışı olaylara
tanık olanlar, olanları ruhlarla, canavarlarla ya da diğer
dünyadan varlıklarla karşılaşma olarak algılalar.
İnsanoğlunu büyülemeye devam eden görseller ve anlatılar;
·
Tarih öncesi kalıntılar
·
Doğada açıklanamayan fosil izleri, ışıklar,
taş yapılar
·
Kehanetler
·
Psişik Güçler
·
Uzaylılar
·
Hayaletler, cinler
·
Ölüm sonrası yaşam
Karşılıklı
etkileşime girildiği ortamda bulunan cisimlerin halüsinasyon görmeyi
tetiklediğine; irade ve isteği dışında, şuur
kaybına uğradıkları,
silüetler gördükleri iddia edilir. Hatta gördükleri silüetler ile
iletişime geçtiklerine ilişkin anlatımlar da bulunmaktadır.
Telegram zihin kontrol operasyonunda, beyinin belirlenmiş bölgelerine
nokta uyarılar verildiğinde davranış değişikliği
oluşturduğu ilkesine dayanır. Beyini etkilemek için cisimlerin
içerisine kimyasal ilaçlar konulduğu, ya da enerji dalagaları yayan
nano cihazlar yerleştirildiği de iddia edilmektedir. Bu tanımlar
aşırı psikolojik baskı, kültürel
farklılıkların çatışması, çözülemeyen
problemlerin altında ezilenlerin anlatıları olabilir mi?
Buna maaruz kaldığına inanan
mağdur sayısı oldukca fazladır. Beynin belirlenmiş
bölgelerine şok uyarı ifadesi çok iyi analiz edilmelidir.
Dışarıdan şok uyarılar konusu, teknolojik ve bilimsel
araştırma alanına girdiğinden, uygulamanın zor
olduğunu göstermektedir. Zihinsel olarak yönetemeyecekleri bir yükün
altına girenlerin akıl sağlığının yeniden
yerine getirilmesi çok zor, genelde imkansızdır. Burada önemsenmesi
gereken beyini tetikleyici unsurlar olmalıdır. Tekikleyici unsurlar
dış ve içsel unsurlar olarak sıralanmaktadır. Asıl
tehlikeli olan içsel tetikleyici unsurlardır. Özellikle saldırı
ya da kuşkuya dayalı şüpheler,
sürekli beyinde tekrar edilirse içsel, sıralı tetikleyici olarak
kendini göstermeye başlamaktadır. Kişi normal hayatına
devam ederken, hatta uyurken, bu teyikleyici unsur, şok uyarıcı
verilmiş gibi kişiyi tepkisel devranış vermeye
yöneltmektedir. Süreç içerisinde içsel şok uyarmanın
dışarıdan yapıldığı kanısı da oluşturur.
Hele birde baskı altında olduğu, tehdit ya da
kuşkuların yaşanmışlığının
etkileri ya da gerçekliği devam ediyorsa, kişi doğrudan
doğruya dışarıdan saldırıya maaruz
kaldığına inanabilir.
Günümüz medya ve pazarlama teknikleri
başta olmak üzere, belirli politikaları yaymak isteyenlerin
propaganda faaliyetleri, manipüle ve kışkırtıcı
oyunları farkında olsak da olmasak da sürekli beynimizin içerisinde.
Öte yanda sağlıksız toplumların eğemen olmaya
başladığı bencil, empatiden yoksun insanlar ile birlikte
yaşıyoruz. İster istemez bu insanların izleme, dedikodu,
rahatsız edici davranışları ile sürekli karşı
karşıya yaşıyoruz. Bunları yok saymak isek, ya da bir
şekilde baş edemez isek, bu yapıdaki sağlıksız
insalar çok tehlikeli dış uyarıcı olarak tetikleme
yapabilirler, hele birde etkilendiğinizi fark eder iseler,
yandınız kurtuluşunuz yok, acilen çevre değiştirmenizi
öneririm.
Teknolojideki gelişmelerin yanı
sıra, aşırı kalabalıklaşırken
bireyselleşme, özellikle ses ve görüntü başta olmak üzere gürültü seviyesini
ve çeşidine duyarlılığı artırmaktadır. Görme
ve işitme organlarının eşik seviyesindeki hızlı
değişimler birer dış şok uyarıcı olarak
tetikleyici unsur olabilmektedirler. Tehlikenin
tırmanışını simgeleyen ve riskli olan içsel şok
uyarıcılardır. Doğrudan doğruya akıl
sağlığını dönüş olmayacak şekilde tahrip
etmektedir. İkna edilmeyi ret eden dış saldırı
olduğu inancı, beyinde gerçeğe dönüştürüldüğünde konu
kapanmış olur. Kişi akıl sağlığını
kaybetmek üzeredir.
Yunanca "uzaktan hareket" ettirmek
anlamına gelir maddeler üzerinde düşünce gücüyle etki yapma olarak da
tanımlanır. Telekinezinin gerçekliğine dair hiçbir bilimsel
kanıt yoktur. İddialar yaygındır. Telekinezi deneyleri,
bilim adamları tarafından yeterince kontrollü ve tekrarlanabilir
olmamaları yüzünden eleştirilmektedir. Ancak bazı deneyler
analiz edildiğinde telekinezinin algı kandırmacası
olduğu görülmektedir. Telekineziyi gerçekleştirebildiğini iddia
edenler arasında en ünlüleri Rus psişik Nina Kulagina ve
İsrail'li psişik Uri Geller'dir. Öne sürdükleri "fiziksel
medyumluk yeteneğine sahip bazı insanlar tarafından
eşyaların el veya bilinen diğer araçların yardımı
olmaksızın uzaktan hareket ettirilebilmesi paranormal olayını
adlandırmak üzere kullanılmaktadır. Parapsikologlar bu var
sayılan olayları psikokinezi kapsamında ele alırlar.
Telekinezi, düşünce gücünü
yoğunlaştırarak canlı veya cansız varlıkları
hareket ettirmek olarak tanımlanmaktadır. Telekinezi deneyleri,
bilimadamları tarafından yeterince kontrollü ve tekrarlanabilir olmamaları
yüzünden eleştirilmiştir. Ancak bazı deneyler telekinezinin
gerçekliği konusunda bir yanılsama yaratmıştır.
Telekineziyi gerçekleştirebildiğini iddia edenler arasında en
ünlüleri Rus psişik Nina Kulagina ve İsrail'li psişik Uri
Geller'dir.
Bu tür komplo teorileri ile
uğraşmak yerine geleceğimizi yönlendirecek ve önümüzdeki
yıllarda başlayacak uzaya doğru yolculuklar da kullanılacak
teknolojilere yönelik akıl oyunları geliştirmemiz gerekmektedir.
Gelişmiş ülkelerin hiçbirinde, bizdeki kadar komplo teorileri
üretilmez. Onlar geliştirilen teknolojilerin yarınlarını
nasıl şekillendireceğini, hayallerini tartışırken
bizler akıl sağlığımızla oynuyoruz. Onlar
yaşlanan nüfuzun ya da uzuvları olmayan insanların daha
sağlıklı yaşaması ve isteklerinin önceden
anlaşılması için elektromanyetik tabanlı teknolojiler
geliştirirken bizler duygusala saldıran zorbalar üretiyoruz.
Duygusala saldıran zorbalara karşı
duramadığımızda ya da saldırıları
durduramadığımızda düşmanımızda olan lakin
bizde olmayan çok güçlü bir silah arıyoruz, Elektromanyetik.
Unutmayalım, akıl
sağlığı; engellenemez değişimlere,
yaralayıcı tecrübelere ve acı kayıplara karşı
yaşama tutunabilmektir. Çatışmaları, üzüntüleri
bastırmaya çalışmak yerine onları anlamayı ve onlardan
kaynaklanan stresle başa çıkmayı öğrenmek gerekir.
Sağlıksız iletişimin olduğu bir toplumda, düşünen
ve sorgulayan insanların akıl sağlığına daha da
dikkat etmeleri gerekmektedir. Psikopatların işgal ettiği bir
dünyada onlara av olmamak için akıl sağlığını
koruyucu tedbirler geliştirilmelidir.
Telepati
ya da uzaduyum bireyler arasında bilinen beş duyunun
yardımı olmaksızın gerçekleştiği ileri sürülen
bilgi aktarımıdır. Bir başka deyişle, telepati
parapsikolojide incelenen para normal bir yetenek olup, bireyler arasında
duyular-dışı algılama yoluyla düşünce, fikir, duyum
veya imajların aktarılmasını sağladığı
ileri sürülen tesir irtibatıdır. İnsanlarda, zamanla körelmiş
olduğu belirtilen bu yeteneğin aslında herkeste
değişik derecelerde mevcut bulunduğu ve çeşitli deneme
egzersizleriyle geliştirilebileceği ileri sürülür.
Araştırmacılar Avusturalyadaki bazı orman kabilelerinin
beş duyu dışında bir iletişim yöntemi
kullandıklarını bildirmektedir.
İnsanların geçmiş,
gelecek ve şimdiki zaman hakkında bilgi edinmesi çok ilgi çeken bir
konudur. Uzaktan karşısındaki kişinin düşüncelerini
algılamak ya da kendi düşüncelerini de karşısındakine
aktarabilmek mümkün mü? Zaman ve mekandan bağımsız görme,
düşünme, hissetme ya da sembolizm tarzında ortaya çıkan etki
alışverişine telepati denir. Örneğin, bir
arkadaşımız birden bire karşımız çıktığında, 'Ne tuhaf,
şimdi seni düşünüyordum' deriz. Geleceği görebilme gücü
altıncı his de denilen bir algılama biçimi olarak
adlandırılmaktadır.
Rüya laboratuvarlarında telepati yolu ile kavram ve imaj
uyandırma deneyleri yapılmaktadır. Uzaktan görme ve hissetme
özellikleri olduğunu iddia eden insanların, bunu nasıl
başardıkları ilgi çeken konulardır. Uzaktan görme ve hissetme
ile duyu görü veya beden dışı sezgi denilen yöntemde, bazı
deneklerin, bir odaya gizlenen nesnelerin yerini tespit etmeyi
başarabildiği iddia edilmektedir.
Zaman
ve mekandan bağımsız görme, düşünme, hissetme ya da
sembolizm tarzında ortaya çıkan etki alışı ve
verişine telepati denir. Örneğin, bir arkadaşımız
birden bire karşımız çıktığında, 'Ne tuhaf,
şimdi seni düşünüyordum' deriz.
Duyu
görü (Clairvoyance) ile geleceği görebilme gücü altıncı his de
denilen bir algılama biçimi olarak adlandırılmaktadır. Rüya
laboratuvarlarında telepati yolu ile kavram ve imaj uyandırma
deneyleri yapılmaktadır. Remote Viewing / Remote Sensing denilen
uzaktan görme ve hissetme özelliği olan insanların, bunu nasıl
başardıkları konusu bilimin ilgi alanına girmektedir.
Uzaktan görme ve hissetme ile duyu görü veya beden dışı sezgi
denilen yöntemde, bazı denekler bir odaya gizlenen nesnelerin yerini
tespit etmeyi başarabildiği iddia edilmektedir. Sesin,
elektromanyetik frekansın ve lazerin varlığı başka
dalga boyların varlığına olan inancı
artırmıştır. Uzaktan hissetmenin elektromanyetik
işleyişi çözülebilirse insanlığın kaderi bundan
etkilenecektir.
Nörolografik
programlama ( Neuro Linguistic Programming - NLP), insanların zihinsel ve
duygusal davranış biçimlerini modellemek ve değiştirmek
için tasarlanmış bir alternatif terapi ve algı
değiştirme yöntemidir.
İnsanların
çevrelerini nasıl algılayıp ne şekilde tepki gösterdikleri,
nasıl iletişim kurdukları ve davranış
kalıplarını nasıl oluşturdukları üzerine
yapılan araştırmalar algısal davranış programlama
Neuro Linguistic Programming olarak adlandırılmaktadır. NLP Hepimizin beyninde var olan zihinsel bellek
haritasının deneyimlerimize bağlı olarak
değişebileceği hatta yanlış
şekillendirileceği üzerine çalışmalar
yapılmaktadır. Dikkatimizi etkili kullanarak bilinç dışımızı
kontrol altına alabileceğimiz savunulmaktadır.
Yönlendirilmiş enerji kaynakaları ısı,
ışık, lazer, ses, sonik patlamalar, nükleer, gaz, koku,
kimyasallar, gürültü, kozmik dalgalar, elektromanyetik dalgalar, çekim kuvvetleri
v.s. olarak sıralanır.
Yönlendirilmiş enerji kaynakları ve özellikle elektromanyetik
dalgalar ile saldırının ortak noktası beyine
saldırı olarak algılanmasıdır. Saldırı, yönlendirilmiş
enerjinin belirli hedefe yöneltilmesi şeklindedir. Telegram,
elektromanyetik ve nöromanyetik dalgalar konusunda anlatılanlar internet
ortamında araştırıldığında, insanın
akıl sağlığına saldırma amaçlı olduğu
gibi bir sonuç ortaya çıkmaktadır. Elektromanyetik algılama konusunda
yapılan araştırmalar, sokaktaki vatandaşın bireysel
olarak odağına saldırı olarak yerleştirilmesinin
amacı bilgi kirliliği oluşturmaktır. Öncelikle insanın
akıl sağlığını etkileyen olumsuz faktörler çok
iyi araştırılmalı ve sorgulanmalıdır.
İnsan
davranışını etkilemeye yönelik sistemler üzerine
çalışmalar yapıldığına dair gerek komplo, gerekse
bilimsel çok sayıda yayın mevcuttur. İnternette bu sistemlerin
izleri de mevcuttur. Unutulmaması gereken bunlar çok pahalı
cihazlardır, ve bu cihazların kullanımı özel izne tabiidir.
Ayrıca elektromanyetik dalaglar havada yayınım
yaptığı güzergah boyunca çok hızlı
zayıflamaktadır. Duvardan geçerken, hatta pencereden geçerken tamamen
zayıflamakta ve etkisi yok olmaktadır. Etki oluşturması
için birkaç metreden ve çok yüksek güçte yayınım yapılması
gerekir. Yönlendirilmiş enerji ile saldırının
varlığı ortamdaki parazit etkilerden
anlaşılmaktadır..
İnsanların
davranışlarının elektromanyetik dalgalalar ile kontrolünün analizi
konularında araştırmalar yapıldığı doğrudur.
Bunun sokaktaki vatandaşa kadar gelip onların psikolojini bozacak
olması, mümkün değildir. Elektromanyetik saldırı
altında olduğuna inanan insanlara hemen şu soruyu sorarım,
neden sen? Seni neden seçtiler? Rasgele seçildim, özel olarak beni buldular, Beni
sevmiyorlar, beni yok etmek istiyorlar gibi açıklamalar doğru
değildir. Öncelikle akıl sağlığının olumsuz
etkilendiği kabul edilmelidir. Kişi ikna olmuyor ve sürekli kendisine
saldırıldığını ön plana çıkarıyorsa
akıl sağlığı ile sıkıntılar
başlamış demektir. Birde eğer karşıdakini
dinlemekten çok doğrudan kendisine inanılmasında ısrar
ediliyorsa, bu durumun da daha da vahim olduğunu gözlemledim.
Elektromanyetik yayınım (radyasyon), bütün evreni kuşatan
bir enerjidir. Gözümüze çeşitli renkler halinde görünen
ışık da elektromanyetik radyasyonun bir parçasıdır.
Elektromanyetik ışıma, tüm kainatta yayılan bir enerjidir.
İnsan bu enerji ortamı etkisi altında yaşamını
sürdürebilmektedir.
Nikola Tesla (1856, 1943, New York), Sırp asıllı mucit,
elektrik ve makine mühendisidir. Alternatif akım ile çalışan
sistemlerin ilk mucididir. Yüksek gerilim ve yüksek frekanslı elektrik
iletimi konusundaki araştırmalar, Nicola Tesla'yı Colorado
Springs yakınlarındaki bir dağın üzerine dünyanın en
güçlü radyo vericisini kurup çalıştırmaya yöneltti. 60 metrelik
direğin etrafında, 22,5 metre çapında, hava çekirdekli
transformatörü yaptı. İstasyondan birkaç mil uzaklıkta enerjiyi
kullanırken, Nicola Tesla ilk insan yapımı
şimşeği oluşturdu. Bir direğin tepesindeki 1 metre
çaplı bakır küreden, 30 metre uzunluğunda, kulakları
sağır eden şimşekler çaktı. TESLA yapay depremler
yapabilecek, ölüm ışınından ve kimsenin geçemeyeceği
manyetik bir kalkandan bahsetti (Tesla Kalkanı), hatta dünyayı bir
elma gibi ikiye bölebilecek güçte silahlar yapılabileceğini söyledi.
Elektromanyetik darbeli atış etkisi ilk olarak havada
patlatılan nükleer silahların denenmesi sırasında
gözlemlendi. Bu enerji darbesi etki alanında bir elektromanyetik alan
oluşturup, bu alana maruz kalan iletkenlerde ve elektronik cihazlarda
kısa süreli ama binlerce voltluk bir gerilim oluşturdu. Bu darbeli
atışların özellikle elektronik ekipmanlarda geri dönüşü
olmayan hasarlara da sebep olabileceği gözlemlendi. Tesla
Kalkanının özellikle kritik tesislerin (nükleer santraller, barajlar,
silah fabrikaları, silah depoları, rafineriler...) korunmasında
kullanılmak üzere çalışmaları devam etmektedir.
Elektromanyetik
dalga spektrumu düşük frekanstan yüksek frekansa,
1) Radyo Dalgalar
2) Mikro Dalgalar
3) Kızıl
ötesi
4) Görünen
Işık
5) Mor Ötesi
6) X-Işınları
7) Gamma
Işınları olarak sıralanır.
Görünür
ışığın (Visible) dalga boyu 10-6m den küçük
elektromanyetik dalgalar, iyonize dalgalar olarak
adlandırılmaktadır.
Yayınım
(Radyasyon), dalga, parçacık veya foton olarak adlandırılan
elektromanyetik yayınım yapan
enerjidir. Radyasyon, tüm evreni kapsayan ve birlikte var olduğumuz bir enerji
yayınım biçimidir. Radyo dalgaları,
x-ışınları, güneş ışınları günlük
hayatımızda alışkın olduğumuz radyasyon
çeşitleridir.
Elementlerin en
küçük kimyasal yapı taşı olan atomun temel
parçacıkları: Proton, Nötron ve Elektrondur. Yüksüz nötron ve pozitif
yüklü protonların bulunduğu atomun merkezi çekirdek olarak
adlandırılır. Çekirdeğin etrafında yoğunluğu
yer yer azalıp çoğalan elektron bulutları bulunur. Elektriksel
yük yönünden nötr bir atomda çekirdeği çevreleyen eksi yüklü elektronlarla
artı yüklü protonların sayısı eşittir. Çekirdekten belirli uzaklıklarda
bulunan, negatif yüklü elektronlar, kendi etraflarında ve çekirdeğin
etrafında çok hızlı hareket ederek dönerler. Çekirdek
tarafından çekildikleri için
dışarı fırlamazlar; kendi etraflarında çok
hızlı döndüklerinden dolayı çekirdeğe düşmezler.
Nötronlarla
bombardımanı sonucunda çekirdeklerin parçalanması ile büyük bir
enerji açığa çıkmaktadır (Nükleer enerji üretimi). Bu
tepkimeye "fisyon" adı verilmektedir. Güneş örneğinde
görüldüğü gibi atom çekirdeklerinin çok yüksek sıcaklıkta yüksek
enerjiye ulaşarak çarpışması ile füzyon tepkimesi
oluşmaktadır.
Radyasyonu
temel olarak iki şekilde sınıflandırabiliriz. Bunlar parçacık ve dalga tipi radyasyonlardır.
Parçacık radyasyonu; belli bir kütle ve enerjiye sahip çok hızlı
hareket eden minik parçacıklar gözle görülemeyecek kadar küçüktürler. Belli
bir enerjiye sahip ancak kütlesiz radyasyon çeşidi olan dalga tipi
radyasyon titreşim yaparak ilerleyen elektrik ve manyetik enerji
dalgaları gibidir. Görünür ışık, dalga tipi radyasyonun bir
çeşididir. Dalga tipi radyasyonların tümü ışık
hızıyla (3x108 m/saniye) yayılırlar.
Parçacık
ve dalga tipi radyasyonları, iyonlaştırıcı
ve iyonlaştırıcı
olmayan radyasyonlardır. İyonlaştırıcı
radyasyonlar, tüm canlılar için zararlı olabilecek radyasyon çeşitleridir.
Başlıca beş iyonlaştırıcı
radyasyon çeşitleri; Alfa
parçacıkları, Beta
parçacıkları, X
ışınları, Gama ışınları ve Nötronlardır.
Elektromanyetik
alış gücü, Pr (1) nolu denklem ile tanımlanır (Friis
denklemi). Elektromagnetik dalga yayınım yaparken uzaklığa
bağlı olarak zayıflar.
Burada
Pr:
alış güç seviyesi, (Watt)
Pd:
alış güç yoğunluğu, (W/m2)
Pt:
verici çıkış gücü, (Watt)
Gt:
verici anten kazancı, (numerik),
Lt:
verici tarafta hat kaybı, (numerik),
Gr: alıcı
anten kazancı (numerik),
Lr:
alıcı tarafta hat kaybı (numerik),
R:
Alıcı verici antenler arasındaki uzaklık (metre),
Burada
λ: dalga
uzunluğu, (metre),
c=ışık
hızı=3 x 108m/s
f=frekans, (Hz=1/s) dir.
(1) Nolu denklem
logaritmik olarak düzenlenirse, Pr, dBm cinsinden aşağıdaki
biçimde yazılır.
Pr =
Pt + Gt + Gr - Lt Lr
FSL (2)
FSL: terim
serbest uzay yol kaybı olarak adlandırılır.
FSL= 32.45 + 20log(Rkm x fMHz)
Verici antenden
R m uzaktaki güç yoğunluğu
Serbest
uzaydaki uzak alanda elektrpmagnetik dalganın
taşıdığı güç yoğunluğu elektrik alan
şiddetinden de hesaplanır.
(3) ve (4) nolu
denklemlerden elektrik alan şiddeti güç yoğunluğu ya da verici
gücü cinsinden hesaplanabilir.
Yüksek güçlü elektromanyetik dalgalar (HPEM-High Power Electromagnetic) tek
darbe veya bir dizi darbe aracılığı ile belirlenen süre
boyunca, yüksek güçte elektromanyetik ışıma yapmak üzere
tasarlanır. Elektromanyetik enerjinin iletken ya da yarıiletken
elektronik devreler ile etkileşiminde HPEM sinyalinin şiddeti,
yükselme hızı, süresi, frekansı gibi özelliklerinin her biri
önemlidir. HPEM kaynakları tarafından üretilen elektromanyetik enerji
ile hedefteki elektronik teçhizatın çalışması engellenir,
hatalı çalışmaya sevk edilir ya da tahrip edilerek çalışamaz hale getirilir. HPEM
ışıması altındaki elektronik hedef üzerinde gözlenen
etki, enterferanstan, kalıcı hasara kadar çeşitli seviyelerde
değişebilmektedir.
1 amperlik akımın oluşabilmesi için İletken ortamda 1
saniyede 6,25x1018 elektronun geçmesi gerekir.
Yüksek güç yayan elektromanyetik enerji kaynağı oluşturmak
için, Megawatt ve ötesinde Gigawatt mertebelerinde hareket halinde elektrik
üreten enerji kaynaklarına ihtiyaç bulunmaktadır. Yüksek güçteki
elektrik enerjisinden elektromanyetik enerji elde edebilmek için plazmatik
ortamda elekron akışı sağlanmalıdır. Yüksek güçlü
elektromayetik enerji kaynakları elde edilirken, yüksek
çıkış darbe gücünden elektrovakum cihazları
kullanılmaktadır. Çok yüksek frekanslardaki GHz bandında
çalışan ve oldukça yüksek çıkış güçlere sahip olan güç
yükselteçlerinde katottan yollanan ve anoda doğru hızlanan
elektronlar, akış yolunda kollektöre doğru, döngüsel olarak hızlanır
ve yavaşlar. Böylece salınımı ritmine bağlı
olarak tekrarlanan bir elektron ışıma paketi ortaya çıkar (foton).
Bu .ok yüksek frekanslı salınım, giriş sinyaline göre
oldukça yükselmiş bir elektromanyetik çıkış gücü
sağlar. Foton, elektromanyetik alanın kuantumu,
Işığın temel "birimi" ve tüm elektromanyetik
ışınların kalıbı olan temel
parçacıktır. Foton, elektromanyetik ışımaya ait kuvvet
taşıyıcısıdır. Foton hem dalga hem de
parçacık özelliği gösterir.
Elektron hızlandırıcı mikrodalga sistemleri ile megwatt
güçündeki enerjiden gigawatt gücündeki mikrodalga enerjiye, gigawatt gücündeki
enerji kaynağından ise terawatt gücündeki mikrodalga enerjiye
dönüşüm sağlanabilmektedir. Bu mikrodalga enerji, yönlü anten
sistemleri üzerinden ile hedefe odaklandığında muazzam bir yok
edici enerji ortaya çıkmaktadır.
Elektromanyetik
saldırı, karşı tarafın savaşma gücünü yok eden,
azaltan ya da etkisiz hale getiren elektromanyetik enerji
yayınımıdır. Beyin fonksiyonlarının
çalışmasını uyaran, etkileyen ve değiştiren
yönlendirilmiş elektromanyetik enerji kaynakları üzerine
çalışmalar yapılmaktadır.
Karşı
tarafın savaşma gücünü yok eden, azaltan ya da etkisiz hale getiren
yüksek güçte elektromanyetik enerji yayınımı, elektromanyetik
saldırının bir parçasıdır. Nükleer silah kullanılmadan elektromanyetik
darbe atışı yapan sistemlerde, bir anten üzerinden yönlendirilen
yüksek güçlü EM dalgalar hedef ile etkileşime girmesi için frekans
karakteristiklerinin elde edildiği EM darbe atış
kaynağı ile anten arasına, mikrodalga jeneratörleri ve, veya
dalga biçimlendirme devreleri eklenir. Diğer saldırı sistemleri
lazer, alev alan tuzaklar ve radyo kontrollü patlayıcılar olarak
sıralanır.
Elektromanyetik
enerji, belirli bir kayıpla olsa da toprak altı, duvar arkası,
katlar arası, engellerin ardı gibi kapalı alanlara da nüfuz
edebilmekte; eş-zamanlı olarak çok sayıda hedefi etkisi
altına alabilmektedir. HPEM kaynakları telefon ve enerji
hatları, anten kuleleri, gömülü borular ve tesis topraklama sistemleri
gibi yapılara da sızabilir. İletkenler arası ark
oluşturabilir, elektronik devre elemanlarına geçici ya da
kalıcı hasarlar verebilir. Ayrıca,
yapı hiç yalıtılmamış ya da yeterince iyi
yalıtılmamışsa HPEM cihazlar arasındaki kabloları
da indükleyebilir. Elektromanyetik dalgaların enerji hatları iletken
yüzeyler ile de dalga boyuna bağlı olarak etkileşime girerek,
istem dışı açıklıklar, yarıklar ve/veya metal
olmayan bağlantı yerlerinden cihaza ve onu oluşturan birimlerine
nüfuz ederek, hedefe ve bileşenlerine zarar verecek yüksek seviyeli yüksek
gerilimleri indükleyebilmektedir.
Elektromanyetik
darbe (EMP) etkisi, ilk defa yüksek irtifa hava bombası ile nükleer
silahların test edilmesi sırasında gözlenmiştir. Etki çok
kısa (yüzlerce nanosaniye) fakat yoğun elektromanyetik darbenin,
kaynağından uzaklaşıp gittikçe azalan şiddetle yayılması
ile karakterize edilir. Elektromanyetik darbe aslında bir elektromanyetik
şok dalgasıdır. Bu enerji darbesi, özellikle de patlaması
sırasında güçlü bir elektromanyetik alan üretir. Açıkta
bırakılan elektrik iletkenleri (teller gibi) veya baskılı
devre kartlarındaki iletken izler üzerinde, maruz kaldığı
yerde binlerce Volt olan kısa ömürlü geçici gerilimler üretmek için
yeterince güçlü olabilir.
EMP
sonuçlarının askeri öneme sahip olması, özellikle bilgisayarlar,
radyo ya da radar alıcıları gibi çok çeşitli elektrikli ve
elektronik ekipmana geri döndürülemez bir şekilde zarar verebileceği
yönündedir. Üretilen alanın yoğunluğuna bağlı olarak,
ekipman geri döndürülemez bir şekilde hasar görebilir veya elektriksel
olarak yok edilebilir. Meydana gelen hasar yıldırım
çarpmalarına maruz kalındığında yaşanan hasardan
farklı değildir ve ekipmanın tamamen ya da en azından
önemli bölümlerinin değiştirilmesini gerektirebilir.
Ticari
bilgisayar ekipmanı, özellikle yüksek gerilim geçişlerine maruz
kalmaya çok hassas olan yüksek yoğunluklu Metal Oksit Yarı iletken
(MOS) devre elemanlarından oluştuğu için, EMP etkilerine
açıktır. MOS devreleri için önem taşıyan şey,
kalıcı olarak onları sarmak veya yok etmek için çok az enerjiye
ihtiyaç duyulması, ondalık voltajı aşan herhangi bir
voltajın, elemanı etkin bir şekilde yok eden kapak
parçalanması olarak adlandırılan bir etki
yaratmasıdır. Darbe, termal hasar verecek kadar güçlü değilse
bile, ekipmanın güç kaynağı, yıkıcı işlemi
tamamlamak için kolayca yeterli enerji tedarik edecektir. Hasarlı
aygıtlar hala çalışabilir, ancak güvenilirlikleri ciddi
şekilde bozulacaktır. Ekipman şasisine göre ekranlama
elektroniği, sadece sınırlı korumayı sağlar;
ekipmanın içine ve dışına çıkan kablolar, aslında
anten gibi davranır, bu da aslında yüksek voltaj geçişlerini
cihaza yönlendirir.
HPEM
üretimine yoğun göreceli elektron ışını teknolojisinin
muazzam güç ve enerji depoları kullanılır. Bu nedenle, klasik
mikrodalga elektroniğindeki minyatürlüğe doğru eğilime ters
düşüyor. Çünkü katı hal aygıtları kendi zirve güç
kapasitesini sınırlıyor.
II.
Dünya Savaşı'ndan bu yana, radar sistemlerinin önemli bir
parçası haline gelen magnetron veya radyo dalgası üretecileri
geliştirildi. Son yıllarda, önceki teknolojilere göre beş kat
daha fazla radyo enerjisi üreten galyum nitridin kullanımına öncülük
edilmektedir.
HPEM
sistemlerinin tarihsel gelişiminden bu yana konvansiyonel EM dalga
üretmede Magnetron, Vircator, TWT benzeri modüller kullanılmaktadır.
Çok geniş band elektromanyetik enerji kaynağı üretiminde Marx
jeneratörünün çıkışında oluşan ani yüksek voltaj
darbesi anlık akım darbesine dönüştürülmekte ve sonucunda ortaya
çıkan EM dalganın antenden yayınlanması
sağlanmaktadır. Dar band HPEM kaynakları olarak magnetron, MILO,
reltron ve virkator olarak
sıralanır. Günümüzde üretilen Klystron gibi 100 MW'ı aşan
konvansiyonel mikrodalga cihazları 15 GW'a kadar olan güçlere
ulaştı. HPEMlerde pik gücünde 100 MW'u aşan cihazlar 1 ile 300
GHz frekans aralıklarını kapsayan cihazlar
kullanılmaktadır.
İyonize
radyasyon insan hücrelerinin değişimine neden oldukları, kanser
oluşturdukları ve kromozomları değiştirdikleri için
tehlikelidir. İyonlaşmanın olduğu
yayınımların diş dökülmesine, kan kanserine ve sakat
doğumlara neden olduğu da bilinmektedir. Aynı zamanda X
ışınları, Radyum gibi iyonlaşmanın olduğu
radyasyonlar kanser tedavisinde kanserli hücreleri öldürmek için de
kullanılır. Bu ışınları uzaktan yönetmek ve
yönlendirmek şu an mümkün olmamaktadır.
İyonize
olmayan dalgalar ise Ses dalgaları, Radyo dalgaları, Mikrodalga,
Kızıl ötesi ışık, Görünen ışık, ve
Morötesi ışık olarak sıralanır. Radyo ve mikrodalgalar
günümüzde çok yoğun olarak kullanılmaktadır. İyonize
olmayan dalgalar girdikleri dokulara enerjilerini aktararak
ısısını arttırır ya da hücre zarlarının
çalışma biçimini değiştirirler. Aşırı
ısı artımı dokunun işlevini bozar. Ayrıca
dokulardaki hücre zarlarının normal işlevini bozan
ısıl olmayan etkiler de gözlenmiştir. Elektromanyetik dalgalar
kullanılarak insanların nasıl yönlendirileceği konusundaki
çalışmalar, hücre zarlarının verdiği tepkiler üzerine
yoğunlaşmıştır. Frekans yükseldikçe
taşıdığı enerji büyüdüğünden yüksek frekanslarda
dokulara aktarılan enerji büyük olacağından ısınma ve
işlev bozucu etkileri de büyük olur.
100KHz
ile 10GHz arasındaki radyo frekanslarındaki (RF) elektromanyetik
alana maruz kalan vücudun emdiği enerji oranının ölçülmesinde
spesifik soğurma oranı (SAR) kullanılır. 70kg
ağırlığında bir kişi hareketsiz durumda 80 watta
eşdeğer enerji tüketir. Güç yoğunluğu= 80/70=1,2W/Kg. Spor
ya da bedensel işlerde bu oran 3 ile 4 kat artmaktadır. Bu
mertebelerde elektromanyetik dalgaya maruz kalan organ ve dokuların normal
işlevleri ile bu enerjiyi giderebilecekleri ve hasar oluşturmayacağı
düşünülmektedir. Standartlar 30 dakika boyunca Elektromanyetik dalgalara
maruz kalan doku ve organların sıcaklığının 1
derece artmasını risk olarak belirtmektedir. Bu da 4watt/Kg a karşı
düşer. Bu neden ile SAR limitlerinin 10gram dokudaki ortalama değeri
2W/kg olarak kabul edilir.
10GHz
in üzerindeki elektromanyetik alanlarda ise mW/cm^2 kullanılır.
Elektromanyetik güç yoğunluğuna 6 dakikadan fazla kalınan
ortamlarda maruz kalınabilecek güç yoğunluğunun
çalışma ortamları için 5mW/cm^2 ve genel ortamlar için 1mW/cm^2
den küçük olması standartlarca önerilmektedir.
İyonize
olmayan elektromanyetik ışımada duyarlı organlar; Göz,
Baş ve Beyindir. Bu frekanslarda uzun süerli çalışanlarda baş
ağrısı, göz yorgunluğu, aşırı halsizlik,
bitkinlik ve uykusuzluktan şikayet ettikleri
raporlanmıştır. Vücudun sinir sistemini etkilemesi nedeniyle bu
rahatsızlıkların oluştuğu söylenebilir. Yüksek gerilim
hatları, radar, radyo ve TV vericileri, mobil baz istasyonları gibi
telsiz sistemleri elektromanyetik yayınım yaparlar. Bu sistemlerin
yaydığı elektromanyetik alana maruz kalan doğal
yaşamdaki bitkiler ve hayvanlar elektromanyetik yayınımlardan
olumsuz etkilenmektedir.
Elektromanyetik
Alanların Etkileri sadece cep telefonları ve baz istasyonlarından değil yüksek gerilim hatları ve
trafoların yanı sıra bebeklerin konulduğu kuvözlerden
solaryuma ve mikrodalga fırınlara varıncaya kadar günlük
yaşam içerisinde elektromanyetik alanların yarattığı
sağlık riskleri ve bu maruziyetten korunmak için alınacak
önlemler önemsenmelidir.
Elektromanyetik
dalgaların doğadaki canlıların doğal
bağışıklık sistemlerinin zayıflamasına,
sağlıklarının bozulmasına, üreme problemlerine sebep
olduğu iddia edilmektedir. Arılar, yerin manyetik alanını
ve yüzeyin günlük manyetik değişimlerini kullanarak,
bulundukları konumları tespit eder ve birbirileriyle
haberleşirler. Elektromanyetik radyasyon nedeniyle yok olan arı
kolonileri, yolunu şaşıran kuşlar ile ilgili haberleri
sık, sık duymaya başladık. Elektromanyetik kirlilik ve
beyin sağlığımız elektronik savaşta
elektromanyetik unsurlar tarafından cömertçe kullanılmaktadır ve
kullanılmaya devam edecektir. Elektromanyetik radyasyon, bütün evreni
kuşatan bir enerjidir. Gözümüze çeşitli renkler halinde görünen
ışık da elektromanyetik radyasyonun bir parçasıdır.
Cep
telefonlarını yoğun ve uzun süre kullanmanın
sağlık dahil pek çok riskleri artırmaktadır. Uzun süreli cep
telefonu kullanımı zaman içerisinde büyük taşlarda delikler
açabilecek su damlaları gibi etkisi tehlikeli olabilmektedir. Dokularda ısısal bir takım
hassasiyetler konusunda da etkiler yarattığı bilinmektedir. Bu
hassasiyetin neden olduğu olumsuzluklar uyku bozukluğu, stres, kulak çınlaması
şikayetleri olarak kendini gösterebilir.
Canlıların
hücreleri veya dokuları anlık uyarıldığında istenmeyen değişiklik olarak
algılamakta ve buna karşı tepki vermektedir. Elektromanyetik yayınım,
hücrelerde ani tepki değişikliğine neden olmaktadır. Bu
tepkinin sıklaşması stres olarak adlandırılan
psikolojik sıkıntıları tetiklemektedir. Özellile hücrenin
anlık ısınması, ya da uyarılması dokunun
progrmalı çalışma fonksiyonunu değiştirmektedir.
Günümüzde,
özellikle akıllı cep telefonlaında verici modem ile
arasındaki mesafe büyükse
iletişim kurma gücü düşük demektir. Bu durumda cihaz çok daha fazla
enerji çekip, radyasyon yayar. Başınız
ile telefon arasındaki mesafe en az birkaç cm olmalıdır. Cep
telefonu, sürekli kulağınızda, iç cebinizde veya göğsünüz
üzerinde olduğu zaman tetiklemeli çalışan kalp, beyin, sinir ve
damar yolları üzerinde etkisi risklidir.
Elektromanyetik enerjinin organlarda ne kadar soğurulduğu
önemlidir. Dışarıdan gelen etkiyle değişim gösteren
hücre zarları ile beyin arasındaki iletişimin olumsuz
etkilendiği görülmektedir.
ABD'den
bilim insanları Jeffrey C. Hall, Michael Rosbash ve Michael W. Young 2017
Nobel Tıp Ödülü'ne layık görüldü. "Sirkadiyen ritim" diye
de bilinen vücudun biyolojik saati, geceleri uyumamızın sebebi
olduğu gibi, davranışlarımız ve bedensel işlevlerimizi
de ciddi şekilde etkileyen bir olgu. Bu bilim insanları "Moleküler saatin nasıl
çalıştığını gösterdiler.
İnsan
vücudunun her hücresinde ruh halimiz, hormon düzeylerimiz, vücut
ısımız ve metabolizmamız, hepsi günlük bir ritim içinde
çalışıyor. Örneğin her sabah vücudumuz yeni güne
hazırlanmak üzere ısınırken kalp krizi riskimiz
artıyor. Biyolojik saatimiz vücudumuzu gece ve gündüze uyum
sağlayacak şekilde öyle bir netlikte ayarlıyor ki bu ayarın
bozulması çok ciddi sonuçlar yaratabiliyor. Uzun uçak
yolculuklarından sonra zaman farkından dolayı yaşanan
sarsıntı da işte vücudun, kendisini, ayarladığı
ritmin dışında bir yerde bulmasından kaynaklanıyor.
Kısa vadede vücut saatinin ritmini bozacak şeyler hafıza
oluşumunu etkiliyor, fakat uzun vadede tekrarlandığında iki
tür diyabet (şeker hastalığı), kanser ve kalp
hastalıkları risklerini artırıyor.
Jeffrey
Hall ve Michael Rosbash, DNA yapısında, periyod geni diye
adlandırılan bir kısmın, sirkadiyen ritim de denilen
biyolojik saatin düzenlenmesinde etkili olduğunu ortaya koydular. Periyod
geni PER adlı bir proteinin üretilmesini sağlayan
"talimatları" içeriyor. PER düzeyi yükseldikçe periyod geni de
talimatları kendi kendine kapatıyor. Bunun sonucunda PER proteini
düzeyi 24 saatlik döngüler halinde değişiyor, geceleri yükselip
gündüzleri yine düşmeye başlıyor. Michael Young da
"zamansız" ve "çift zamanlı" diye
adlandırılan iki gen keşfetti. Bu iki gen de PER proteini
düzeyinin istikrarını etkiliyorlar. PER düzeyi ne kadar
istikrarlı ise vücut saati o kadar yavaş çalışıyor.
İstikrarsızlaştıkça biyolojik saat de hızlanıyor.
PER'in istikrarlı olup olmaması kimilerimizin erkenci ya da 'tarla
kuşu' ve kimilerimizin de gececi yani 'baykuş' olmasının
sebebi aynı zamanda.
Elektromanyetik
enerjinin tedavide kullanımı yeni gelişmelerdendir. Beynin ön
bölgesine elektromanyetik uyarı vererek depresyonu tedavi etme projesi,
elektroşok tedavisine alternatif olarak işe yarayacak gibi
görünmektedir. Bu proje ile kişiye istemediği şeyleri
yaptırmanın mümkün hale geleceği de iddia edilmektedir. Elektromanyetik
ışınımın yoğun olduğu çevrede oturanlarda
sinirlilik, huzursuzluk, depresyona girme belirtileri, uyku bozuklukları
ortak yakınmalardır.
Elektromanyetik
dalgaların insanların davranışı üzerindeki etkisinin
daha iyi analiz edilmesi için elektromanyetik dalga
yayınımının iyi anlaşılması gerekir. Elektromanyetik dalgalar ortamda
yayılırken üzerinde taşıdıkları enerjinin ortama
nasıl transfer edildiği de iyi bilinmelidir.
Düşman
tarafın moralini bozan ve dikkatsizliğini arttıran
elektromanyetik silahlar: Körfez Savaşından sonra Amerikalı
askerlerde görülen ve Körfez Sendromu diye adlandırılan psikolojik
sorunların, Irak da denendiği iddia edilen elektromanyetik
silahlardan kaynaklandığı ileri sürülmektedir. Elektromanyetik
ritmik vuruşlar, kişiye başını elektrikli matkapla
oyulduğu hissi uyandırmaktadır. Çok düşük frekanslardaki
elektromanyetik yayınımlar ile baş ağrısı,
kulakta çınlama, sinirlilik hali, depresif durumlar, hafıza
kaybı hatta panik duygusu oluşturulabilmektedir. Elektromanyetik
ışımanın beyinde melatonin hormonunu
azalttığına dair güçlü bilimsel kuşkular vardır.
Melaton; beynin salgıladığı zihin işlevleri, hafıza,
bilgi işleme, cinsellik, stres hormonları, uykuda beyin
onarımı gibi işlevleri yerine getiren önemli bir hormondur. Alzheimer hastalığının
dünyada artması ile elektromanyetik kirlilik arasında sebep-sonuç
ilişkisi ciddi boyutlardadır. Eğer elektromanyetik
ışımanın melatoninin salgılamasını
azalttığı doğrulanırsa, Alzheimer
hastalığında mikrodalga yayınımı sanık
sandalyesine oturacaktır.
Elektrotlar ya da elektromanyetik dalgalar kullanılarak, sinir
sisteminin otomasyonunu düzenleyen beyin bezleri
uyarıldığında insan davranışında ortaya
çıkan değişiklikler analiz edilmektedir. Bilindiği üzere
biyolojik süreçlerin büyük bir bölümünü düzenleyen hipofiz, vücudun en önemli
iç salgı bezlerindendir. Hücrelerin
yenilenmesi ve bölünerek çoğalabilmesi, başka bir deyişle,
büyüme ve yaşamın sürekliliğinin sağlanabilmesi için
gerekli birçok madde hipofizde salgılanır; bu salgılar
metabolizma etkinliklerinin büyük bir bölümünü başlatır ve denetler.
İnsan patolojisinde yapılan gözlemler ve hayvan deneyleri sonucunda
hangi hormonların hangi hücrelerde üretildiği
saptanmıştır.
Beyni
oluşturan yapılardan biri olan hipotalamus, hipofizin üstünde yer
alır ve hipofize bir sapla bağlıdır. Hipotalamus hipofizi uyaran maddeleri üretir. Hipotalamus beynin
öteki bölgeleriyle ve bütün iç organlarla sinirsel bağlar kurmuştur.
Salgıladığı hormonlar aracılığıyla da
vücuttaki hemen hemen bütün iç salgı bezlerinin
çalışmalarını denetler. Bu özellikleri nedeniyle hipotalamus, insan organizmasındaki
haberleşme ve denetim sistemlerinin en önemli merkezlerinden biri olarak
kabul edilir. Hipotalamus insan organizmasının sinir sistemiyle
hormon sistemini birbirine bağlayan bir köprüdür. Hipotalamus anatomik
olarak beyinde kendisinin bizzat altında yerleşmiş olan Hipofiz
bezi ile bir bağlantı içindedir. Gün ışığı,
kokular, stres ve birçok iç salgı bezlerinin salgıladığı
hormonlar hipotalamusun duyarlı olduğu değişimlerdir.
Gün
ışığı, kokular, stres ve birçok iç salgı
bezlerinin salgıladığı hormonlar hipotalamusun duyarlı
olduğu değişimlerdir. Ön hipotalamusta sıcaklık
artışına, arka hipotalamusta ise sıcaklığın
düşmesine karşı korucu birer merkez vardır. Açlık
merkezi besin almaya yöneltir, tokluk merkezi besin alımını
durdurur. Arka ve yan hipotalamusun uyarılması kan basıncı
ve kalp hızını artırırken, preoptik alanın
uyarılması sıklıkla zıt etki yapar. Susama duyusu yaratarak su içilmesi
sağlanır. İdrarla su atılımını denetler.
Susama merkezi yan hipotalamustadır.
Uterus kasılmalarının ve süt boşalmasının
düzenlenmesini sağlar.
Savunma-saldırma
tepkilerinin düzenlenmesi, Bir zamanlar arka hipotalamusta olduğu
varsayılan uyku-uyanıklık merkezlerinin artık hipotalamusta
bulunmadığı düşünülmektedir; bunun gibi, cinsel
davranış hipotalamus tarafından denetlense de ruhsal ve kültürel
etkenlerin de önem taşıdığı bilinmektedir. Ayrıca
hayvan deneyleriyle de gösterildiği gibi hipotalamusun belirli
bölgelerinin uyarılması davranış değişikliklerine
yol açmaktadır. Örneğin yan hipotalamusun uyarılması ile
genel etkinlik düzeyi artarak bazen belirgin hiddet ve kavga tepkisi görülür.
Orta bölümde yer alan (ventromedial)çekirdeklerin uyarılması
sakinlik, periventriküler (karıncıklar çevresindeki) bölgenin
uyarılması ise korku ve cezalandırma tepkilerini doğurur.
Mikrodalga
yayınım ve etkileri
Mikrodalgalarla
pişirme fikri ilk kez Percy Spencer tarafından, radar olarak
kullanılması planlanan "magnetron"un keşfedilmesiyle
1945'li yıllarda başlamıştır. Percy Spencer, radar
dalgaları ile deney yaparken cebindeki çikolatanın erimesi ile
mikrodalga enerjisinin yiyecekleri ısıtabildiğini keşfetti.
Magnetron, kendiliğinden uyartımlı gibi osilatördür, diğer
Yürüyen Dalga Tüpleri ya da klistron doğrusal ışınım
yapan tüpler gibi çalışır. Magnetronda, radar cihazına in
yüksek gönderim gücünü üretmek için birbirine dik (çapraz biçimli) bir elektrik
ve kuvvetli bir manyetik alan oluşur.
Mikrodalga
yayınım ile kalabalıkların kontrolü ve toplumsal olaylara
etkin bir şekilde müdahale edebilmesi: Radyo frekansı ya da
Mikrodalga insana yeterince zarar verecek güçte olması mümkündür. Ölümcül
olmayan, yönlendirilmiş elektromanyetik enerji olarak tarif
edebileceğimiz mikrodalga yayınım yapan teknoloji
kalabalıkların kontrolü ve toplumsal olaylara etkin bir şekilde
müdahale edebilmesi için geliştirilmiştir. Güçlü bir milimetrik dalga
ileticisi olan bu sistem hedef insanın derisindeki suyu ısıtan
ve onda dayanılmaz acıya neden olan bir mikrodalga
kaynağıdır. Şiddetli ağrıya sebep olmanın
dışında hiçbir kalıcı hasar bırakmaması
amaçlanmasına rağmen geri dönüşümsüz hasarlara neden
olabileceği ileri sürülmeye başlanılmıştır.
İsyanları bastırmada, çetelere yönelik operasyonlarda,
anarşik olaylarda, rehineleri kurtarmada kullanılması
planlanmaktadır.
Mikrodalga ışınına maruz
kalanların uzun vadeli yan etkileri için henüz yeterli testler
yapılmamıştır. Mikrodalga kaynağını uzaktan
bir hedefe yönelterek insan davranışını kontrol etmek için
hayvanlar üzerinde deneyler yapılmaktadır. Mikrodalga kaynağın frekansı yükseldikçe dokuya
derinlemesine nüfuzu artmaktadır. Mikrodalga ışıma
etkisindeki dokuları oluşturan hücre zarlarının normal
işlevini bozan ısıl olmayan etkiler de gözlenmiştir.
Hücre zar işlevlerinin mikrodalgalar ile kontrol edilmesi, sadece beyni
kontrol etmede değil tüm organları kontrol etmede önemli bir rol
oynayacaktır..
Nöromanyetik
dalgalar ise beynin belirlenmiş noktalarında şok uyarılar
verildiğinde görülen tepkisel davranışların analizidir.
Zihin kontrolü konusunda inanılmaz bir bilgi kirliliği bu konularda
üretilmektedir. Radyo dalgaları ve mikrodalgalar ile insanların
psikolojilerinin bozulduğu iddia edilmektedir. Yakın mesafe
elektromanyetik darbe katarı ile yayınım yapılırsa ve
çok uzun süreli etki altında kalınırsa kaşıntı
hissi uyandırdığı, strese dayalı tedirginlik oluşturduğu
doğrudur. Bu durumun oluşması için hareketsiz uzun süre, yüksek
güce maruz kalınması gerekmektedir.
Çözülemeyen psikolojik, ailevi, çevresel gibi problemlerin neden
olduğu sıkıntılar yüzünden ciltte oluşan
kızarıklar, ruhsal gerilmelerin nedenini elektromanyetik saldırı
ile ilişkilendirmek doğru değildir. Özelikle çok uzun süre cep
telefonu ile görüşen insanlarda denge bozuklukları, tedirginlik hissi
oluşturduğu da gözlemlenmiştir. Uzun süre televizyon izlemek,
bilgisayarda oyun oynamak ve cep telefonu ile konuşmak insanların hem
psikolojisini hem de fiziksel olarak sağlığını
etkilemektedir.
Noro
(Neuro) Elektromanyetik Frekans saldırıları ile uzaktan beyni
ele geçirmeye yönelik davranış kontrolü çalışmalar ise
radyo dalgaları ile beyinler arası hipnoz kontrol ile elektronik hipnoz yapmayı
amaçlamaktadır. 1974'te Çek mühendis Robert Pavlitanın böcekleri
uzaktan öldürmeyi başardığı iddia edilmektedir. 1979'da
Sovyet bilim adamlarının birkaç km öteden keçileri öldürebilen ya da
yanlış yönlenme ve kapasite düşüklüğü gibi sonuçlar ortaya
çıkaran sistemler üzerine çalıştıkları iddia edilmiştir.
Beyin
işlevlerindeki değişimler, algılayıcılar ve
ölçerler ile izlendiğinde dış dünyaya işaretler
yayımladığı ve dış dünyadan
algıladığı işaretlerden de etkilendiği ve
davranış değişikliğini gerçekleşterdiği
görülmektedir. Beyin, ısı, elektromanyetik, ses dalgaları gibi
çok farklı işaretler yayar. Aynı anda beyin tüm organlar ile
elektriksel işaretler, kimyasal işaretler ve beyin kimyasalları
üzerinden iletişim halindedir.
Beynin
ürettiği sinyaller ile başka bir insanda hatta makinada
davranış değişiklikleri oluşturulabilmektedir. Beyin
sinyalarinin uzaktan
algılanması ile sistemlerin fonksiyonlarını yönetmek mümkün
olabilmektedir. Elektro Beyin Grafiği, MRI cihazları ve bilgisayar
tabanlı görüntü işleme sistemlerindeki gelişmelere
bağlı olarak beyin haritası çıkarılabilmekte, beynin
algısal alanları bu şekilde görüntülenmektedir. Beyni
oluşturan dokuları besleyen kılcal damarların kan
akışının görüntülenmesi ile yapısal değişimler
de izlenmektedir. Söz gelimi şoke giren pilotların fırlatma
pimini otomatik olarak çalıştıran sistem, vucut
fonksiyonlarını izleme ve düşünce okuma algoritmaları ile
çalışmaktadır.
Kaslar
ve sinir sistemleri ile temas halinde olan algılayıcılar ve
elektrotlar geliştirilmeye devam edilmektedir. Elektromanyetik dalgalar
ile uyarılma, beyin ile iletişime geçme, konusunda
araştırmalar hız kazanmıştır. Beynin duyu
algılamalarına ilişkin korteks bölgelerinin
uyarılması, elektromanyetik dalgalar ile çalışan yapay kaslar
ve sinir sistemi biyoteknoloji ve nörobilim alanında da
çalışmalar yapılmaktadır. Sağlığa yönelik
uzaktan bilgi toplama; özellikle sakat, felç geçirmiş insanların
isteklerinin belirlenmesinde inanılmaz insani görevleri yerine
getirmektedir.
Elektromanyetik
dalgalar ile beynin belirlenmiş noktalarına şok uyarılar
verildiğinde görülen tepkisel davranışların analizi üzerine
çalışmalar yapılmaktadır. Yakın mesafeden
elektromanyetik darbe katarı ile insana doğru yayınım
yapılırsa ve çok uzun süreli etki altında kalınırsa
kaşıntı hissi uyandırdığı, strese
dayalı tedirginlik oluşturduğu doğrudur. Bu durumun
oluşması için kişinin hareketsiz uzun süre, yüksek güce maruz
kalması gerekmektedir. Çözülemeyen
psikolojik, ailevi, çevresel gibi sosyal problemlerin neden olduğu
sıkıntılar yüzünden ciltte oluşan kızarıklar,
ruhsal gerilmelerin nedenini elektromanyetik saldırı ile
ilişkilendirmek doğru değildir. Özelikle çok uzun süre cep
telefonu ile görüşen insanlarda denge bozuklukları, tedirginlik hissi
oluşturduğu da gözlemlenmiştir. Uzun süre televizyon izlemek,
bilgisayarda oyun oynamak ve cep telefonu ile konuşmak insanların hem
psikolojisini hem de fiziksel olarak sağlığını
etkilemektedir.
İngiliz
fizikçi ve evrenbilimci Stephen Hawking 1960'ların başında 21
yaşındayken tedavisi olmayan Amyotrofik lateral Skleroz (ALS)
hastalığına yakalandı. Motor nöronların zamanla yüzde
seksenini öldürerek sinir sistemini felç eden; ancak beynin zihinsel
faaliyetlerine dokunmayan bu hastalık, Hawking'i tekerlekli sandalyede
yaşamaya mahkûm etti. Ünlü bilim adamı, 1985 yılından bu
yana sesini de yitirmiş olduğu için, koltuğuna
yerleştirilmiş, yazıları sese dönüştürebilen
bilgisayarı sayesinde insanlarla iletişim kurabiliyor. Hawking 50
sene önce şu anki durumunda olmuş olsaydı, bu dehanın beyin
gücünden nasıl faydalanılacaktır. Bu arada, Hawking'in ağız
içindeki bir kızılötesi sensör tarafından oluşturulan bir
bilgisayarlı ses sistemi ona iletişim kurmak için izin verdi.
Yakın tarihli bir rapora göre, cihazın kontrol ettiği
kasların yavaşlamaya başladığı, konuşma
kaslarının sınırlanmaya başladığı gözlenmiştir.
Dakikada bir kelime konuşabiliyor. Bulgular bilimsel topluluk için korkunç
bir görünüm sergilemektedir. Bir iletişim aracı
geliştirildi. Beyin
fonksiyonlarından iletişim kurulabilmesi için yeni cihazlar
geliştirildi. Geliştirilen beyin sensörleri onun düşüncesini
okumaktadır. Bunlar yapılmasaydı Hawking tamamen sessizliğe
bürünecekti.
Beyin
fonksiyonları ile iletişime geçebilmek için beynin detaylı
görüntülemede elektromanyetik dalgalar önemli rol oynayacaktır. 2013 Nisan
ayı başlarında ABD başkanı Obama, Ekonomimizin güçlü
yanı fikirlerdir. Hayal kuran bir ulusuz biz, risk üstlenicileriyiz.
Kimsenin görmediğini gören insanlarız. İnovasyonu da herkesten
daha iyi beceririz. Bu, ekonomimizi daha güçlü kılar. İşte bir
sonraki büyük Amerikan projesi: BRAIN (beyin) Girişimi, diye
açıklama yaptı. Projenin
amacı beyinde trilyonlarca ağ yaratan 100 milyar nöronun nasıl
çalıştığını keşfetmek üzerinedir. Böylece
beyin yaralanmalarına ve parkinson epilepsi, alzheimer gibi onlarca
hastalığa çare bulacak araştırma için Amerikan Hükümeti ilk
etapta 100 milyon dolarlık bir fon ayırdı. Bu, milyar
dolarlık Genom Projesinin bütçesine kıyasla belki mütevazi
görünebilir ama Amerikan ekonomisinin içinden geçtiği zor dönem dikkate
alındığında hatırı sayılır bir miktar.
Türkçe beyin anlamına gelen, projenin adı BRAIN, İleri
İnovatif Nöroteknolojiyle Beyin Araştırmalarının
(Brain Research through Advancing Innovative Neurotechnologies)
kısaltması. Yöntem, ileri teknolojinin yardımıyla önce
beynin detaylı bir bilimsel resmini çekmek. Düşüncelerin oluşma
hızını, beyin hücrelerinin birbirleriyle etkileşimini
araştırmak. Şimdiye kadar bu tür araştırmalarda hiç
devreye sokulmamış nanoteknolojik yöntemlerle hafıza, beynin
işleyişi, bilginin oluşması, davranışların
altında yatan kompleks ilişkileri anlamaya çalışmak
mümkün olacaktır. Kamu ve özel sektörün birlikte yürüteceği projenin
yönetimini ise Rockefeller Üniversitesinden Dr. Cornelia Bargmann ve Stanford
Üniversitesinden Dr. William Newsome üstlenecektir.
Bir
maymunun beyninden bir diğer maymunun omuriliğine sinyal göndermeyi
başaran araştırmacıların yaptığı
çalışmalar ve denemeler, felçli kişiler için umut vaadediyor.
Birbirlerine elektronik algılayıcılar ve uyarıcı elektrotlar
üzerinden bağlanan maymunlardan birinin düşüncesiyle, diğerinin
kolu hareket ettirildi.
Çalışma sayesinde, omurilikleri zedelendiği için
beyinleriyle uzuvları arasında bağlantı kuramayan
kişilerin vücut kontrollerini kısmen veya tamamen geri almaları
mümkün olabilir. Fakat omuriliğe gönderilen sinyallerle günlük
yaşamda işe yarayacak hareketler gerçekleştirmek için daha çok
çalışma yürütülmesi gerekiyor.
Beyin-makine
arayüzlerisayesinde robotlar, ölçerler, algılayıcılar ve elektrotlar
nano bilgisayar teknolojileri ile düşünerek davranış
geliştirebilir. Stephen Hawking ile düşünce gücüyle iletişim
kurulmaktadır.
Beyin-Makine
Arayüzü (Brain-Machine İnterface), beyin ile bir makine arasında
doğrudan bir iletişim sağlar. Beynimiz harici bir makineyi kontrol
etmeyi öğrenebilir. Böylece duyma, görme ve hareket gibi duyuları
onarmak üzere nöroprotez uygulamaları geliştirilmektedir.
Beyin-bilgisayar
arayüzü veya zihin-makine arayüzü veya beyin-makine arayüzü, beyin ile
dış bir cihaz arasındaki doğrudan iletişim yoludur.
Beyin-bilgisayar arayüzü genellikle insanoğlunun düşünce veya duygu
motor fonksiyonlarına yardımcı olmak veya onları tamir
etmek için kullanılır. Beyin-bilgisayar arayüzü
araştırmaları daha çok duyma, görme ve hareket gibi
duyuları onarmak üzere nöroprotez uygulamalarına odaklandı.
Beyin
işaretleri üzerinden motor sinir sistemleri dışında,
düşünerek, algılayıcı ve bilgisayar kontrollü sistemleri,
cihazları , protezlerin kullanılmaktadır. Özellikle bu sistemler
felçli ve Amiyotrofik Lateral Sklerozis (ALS) hastalarının
hayatlarına ışık tutabilmesi açısından oldukça
önemli bir teknolojik gelişmedir.
BTM
Beyin to Machine sistemleri:
·
Beynin çalışma fonksiyonlarını gözlemlemek için beynin
içine elektrotların yerleştirilmesi
·
Kafatasının altı ve beynin üstüne yerleştirilen
elektrokordiyografi bazlı sistem
·
Kafatası derisi üzerine yerleştirilen elektroansefalografi (EEG)
bazlı sistem
Gelecek
uzaya yolculukta makinlerin insan davranışı ile
çalışabilmesi için dünyada gerçek insan uzayın derinliğinde
kopyası olan makine ve aralarındaki iletişim.
BTM
(Brain to Machine) tıp alanında anestezik uygulamalarda da
kullanılıyor. Elle anestezi miktarını ayarlamak çok zor
buna karşılık bu arayüz ile makine bir hastanın beyin
aktivitesini izler ve otomatik olarak sadece doğru miktarda anestezi ile
hastayı komada tutar.
MtB Makina ile beyin arasındak
iletişim
Harvardda
bilim adamları maymunun beynine çip yerleştirerek, onun hareketleri
sırasında 100 civarında nöronun aktivitesini gözlem altına
aldı. Ayrıca, vücudu hareket ettirilmek istenen diğer maymunun
omuriliğine onlarca elektrod yerleştirildi. Bu elektrodların
hangi kombinasyonla uyarılmasıyla ne tür hareketlerin ortaya
çıktığı saptandı. Çalışmalardaki nihai
amacın beyin veya omurilik yaralanmaları nedeniyle felç kalan
kişilerin tedavisine yardım etmek olduğunu söylenmaktadir.
Uzmanlar, felç durumunda kasların katılaşması ve tansiyon
dalgalanması gibi sorunlar da yaşandığına dikkat
çekiyor ve bir kumanda çubuğunu oynatmaktan bir bardaktan suç içmek gibi
karmaşık hareketlere ulaşmanın uzun çalışmalar
gerektirdiğini belirtiyor. Beyin makinası arayüzü" kullanarak
felçli kişilerin maksatlı hareketlerinin düzenlenebileceğinin
ortaya çıktığnı belirtti. Beyni zarar görmüş birinin
yapay cerebellum ile iletişimini sağlayarak çalışmayan
motor fonksiyonlarının çalışmasını sağlamak
hedeflenmektedir. Bu deney ile inme
yüzünden beyni zarar gören insanlar için bir umut
ışığı belirmiş oldu.
Cerebellum,
beynin arkasında yer alan ufak küre şeklinde bir parçacık olup
insanın motor fonksiyonlarını (yürüme, hareket etme,
konuşma gibi) kontrol ediyor. Zarar gördüğünde insanların
sinirsel iletişiminde dengesizliğe yol açarak en basit hareketlerin
bile bir kâbusa dönüşmesine sebep olabiliyor. ilk yapay bilgisayar
cerebellumunu üretti. Cerebellum farenin hasarlı beyni yerine farenin
vücuduna sinirsel sinyaller yollayarak uzuvlardan geriye tepkime sinyalleri
aldı. Deneyin başarılı olması üzerine, bu parça
farenin hasarlı beynine yerleştirildi.
Düşünce
gücü ile makine yönetmek
Festonun
geliştirdiği CogniGame düşünceyle kontrol edilen bir operasyonel
konseptin pratikte nasıl işleyebileceğini gösteriyor. Oyun,
1970lerden iyi bilinen bir video oyununun yeniden yorumlanması. Masa
tenisi oyununu baz alan oyunda oyuncular ekrandaki raketi yukarı
aşağı oynatarak topu rakiplerine geri gönderiyorlar. CogniGame
için Festonun geliştiricileri sanal oyunu Festo bileşenleriyle
oluşturulan gerçek bir oyun sahasına aktardılar.
Beyin-bilgisayar arayüzü sabit elektrotlarla oyuncunun beynindeki gerilim
değişikliklerini ölçererek rakete yön vermektedir.
Teknoloji
sayesinde canlı veya cansız her nesneye yerleştirilecek
alıcılar aracılığıyla tüm nesneler birbiriyle
bağlantılı hale gelmeye başladı. Örneğin
kullandığınız arabayla evdeki kahve makineniz birbiriyle
bağlantılı olacağından siz arabaya bindiğinizde
ve eve doğru gitmeye başladığınızda kahve
makinesi de sizin geliş saatinize göre kahvenizi hazırlamaya
başlayacak. Gelecek bir sensörler ağı olacak.
Canlı-cansız her şey birbiriyle bağlantılı hale
gelecek.
Dünya
sanki doğrudan bizim ihtiyaçlarımıza hizmet ediyor gibi
hissedeceğiz. Bunun dört tane tetikleyicisi var: Nano teknoloji, genetik,
insanlığın dönüşümü ve uzay teknolojileri.
Şu
anda dijital devri yaşıyoruz. Giderek dijitalleşiyoruz ve
robotlaşıyoruz. Üzerimizde taşıdığımız
ufak bir çiple beyin sinyallerimizi birbirimize gönderebileceğiz. Mesela felçli bir insan yürümek
istediğini düşündüğü zaman beyin bu isteği o kişiye
takılı cihaza gönderiyor, cihaz da ona adım attırıyor. Yabancı bir dilde konuşan bir
insanın ne dediğini anında anlayabileceğiz..
İletişim araçları, taktığımız mücevherlerin
ya da giydiğimiz giysilerin içine yerleştirilecek.
Vücudumuza
girecek parçalarla biz de makine olacağız. Şu anda herkesin
elinde bir akıllı telefon ile bu çağ başladı. Fiziksel
güç gerektiren aşağı yukarı bütün işleri, ayrıca
rutin hesaplama işlerini robotlar yapacak. İnsanlar daha
yaratıcılık gerektiren işler yapacaklar.
Kısacası; alın teri değil, akıl teri dönemine
geçiyoruz. İnsanlar işlerini zamandan, mekândan, her şeyden
bağımsız yapacaklar. Beynimiz bir anlamda ofisimiz olacak. Beyni
olan ve kendini güncelleyebilmiş herkesin bir işi olacak.
Sevgi,
şefkat, samimiyet gibi insanı insan yapan birçok duygu
yitirildiği için insanların birbirine güveni kalmadı.
Dolayısıyla en temel ihtiyacımız olan bir arada olmak, birbirimize
bağlanmak gibi ihtiyaçlarımızı gelecekte robotlarla da
karşılayacağız. Çünkü robot, insana duymayı
istediği şeyleri söyleyecek, birçok insan da robotla daha huzurlu
hissedecek.
Robotlar
insanlaşamayacak ama insanlar
robotlaşmaya başlamıştır. Ckk
Kafatası
üzerine yerleştirilen elektrotlar sayesinde, beyin fonksiyonları
arasında meydana gelen iletişim hakkında bilgi edinmek
mümkündür. Beynin, basitçe, farklı işlemleri gerçekleştiren
bölümlerden oluştuğunu düşündüğümüzde ilgili bölüme
yakın yere elektrotlar yerleştirilir. Bu elektrotlar o bölgeye
ilişkin bir bilgi edinmemizi sağladıkları gibi
uyarıldıklarında ise beyin duyu organlarından sinyal
almış gibi çalışmasına devam etmektedir.
Elektrotlar
ile nöronların elektrokimyasal etkileşimlerinin elektriksel
yansımalarını algılayabilmenin 3 yolu vardır. Birinci
yöntemde elektrotlar mikro /nano elektrotlar halinde beyin kabuğu üzerine
direkt olarak yerleştirilirler. Bu yöntemde kafatasının
açılması ve bir operasyon ile mikro /nano elektrot matrisinin beyine
tutturulması sağlanır. İkinci yöntemde kafatası yine
açılır fakat, bu sefer elektrotlar beynin kabuğuna saplanarak
yerleştirilmez, yine elektrot matrisi halinde beyin kabuğu üzerine
serilir. Buradaki elektrotlar ilk yöntemdeki gibi mikro yapıda
değildir. Üçüncü ve son yöntemde ise kafatası üzerine iletken bir jel
ile tutturulan elektrotlar kullanılır. Bu yöntemler içerisinde en
pratik olan üçüncü yöntemdir. Şu anki araştırmaların
çoğu bu yöntemi kullanan sistemleri üzerinedir.
Radyo
frekanslarında elektrotlar
Radyo frekansları ile uzaktan sinyalleri alabilen ve nakledebilen
minyatür elektrotlar geliştirilmiştir. Retina üzerine
yerleştirilen elektrotlar ile görme özürlülerin beyninde görüntü
canlandırma çalışmalarında başarılı sonuçlar
elde edilmiştir. Tuşlarla kontrol edilebilen insana neler
yaptırılamaz ki! Radyo frekansı sinyallerini alabilen ve
nakledebilen beynin, uzaktan uyarılması insanların robot gibi
tuşlarla kontrol edilebilmesi, çok tehlikeli bir gelişmedir.
Düşünün kimliklerini belirten elektrotların yerleştirildiği
insanların yaşadığı dünya nasıl bir şey
olurdu?
Araştırmacılar beynin hipotalamus
bölgesine elektrotlar yerleştirerek hastalarda korku, heyecan,
halüsinasyon oluşturma üzerine deneyler yapmışlardır. Retina üzerine
yerleştirilen elektrotlar ile görme özürlülerin beyninde görüntü
canlandırma çalışmalarında başarılı sonuçlar
elde edilmiştir.
Beyine
yerleştirilen çipler
Dünyada
ilk defa her iki kolu ve her iki bacağı felçli (kuadripleji) bir
kişi, beynine yerleştirilen çip sayesinde parmaklarını
yeniden oynatabildi. ABD'nin Ohio eyaletinde yaşayan 24
yaşındaki Lan Burkhart, parmaklarının her birini ayrı
ayrı oynatarak bilgisayar oyunu olarak tasarlanan gitarı da
çalabildi. Burkhart'ın beynine yerleştirilen çip beyin sinyallerini
okuyabiliyor. Sinyaller bir bilgisayar tarafından analiz edilmekte ve
hareket kabiliyeti sağlayabilmek için kasları elektrikle
uyarıyor. Araştırmacılar bu teknolojinin felç geçiren veya
beyninde hasar oluşan milyonlarca kişiye yardımcı
olacağını umuyor. Lan, yaklaşık altı yıl
önce kullandığı otomobille geçirdiği trafik kazasında
ağır yaralandı. Omuriliğinde oluşan hasar, beynin
yolladığı mesajların vücudunun geri kalan kısmına
ulaşmasını engelledi ve dirseklerinden
aşağısı felç oldu, yürüyememeye başladı. Fakat
Ohio Üniversitesi'ndeki işlemlerin ardından şimdi tekrar elini
oynatabilmenin 'şaşkınlığını
yaşadığını' söylüyor. Ian'ın beyninin içine
yerleştirilen sensör, motor korteksindeki yüzlerce sinir hücresinin
faaliyetlerini okuyabiliyor. Bu gelişmiş bilgisayar programına,
Ian'ın beynindeki sayısız sinyali anlamayı öğretmek de
saatler sürdü. Ian'ın kolunda ayrıca, 130 elektrot astarı
bulunan bir uyarıcı kolluk taktı. Bu kolluk, uyarmanın
yanı sıra sağ kolundaki farklı kasların da
kasılmasını sağladı.
Nature
adlı dergide yayımlanan sonuçlar, Ian'ın eliyle büyük objeleri
kavrayıp hareket ettirebildiğini, bir bardak içindeki
sıvıyı boşaltabildiğini ve hatta kredi
kartını makineden geçirebildiğini gösterdi. Ian sürecin ilk
aşamalarını, 'kendisini tamamen zihinsel olarak yoran ve bitkin
bırakan yedi saatlik bir sınav süresine' benzetti. Ian, "Her bir
hareketi gerçekten bölmeniz ve hareketleri daha konsantre bir şekilde
düşünmeniz gerekiyor. Ömrünün ilk 19 yılında (hareket etmenin)
değerini çok hafife almışım" diye konuştu. Pratik
yaparak yeni hareketleri hızla öğrenen Lan şimdi her iki elinin
tüm fonksiyonlarını tamamen geri kazanmayı hayal ediyor ve bunun
'günlük işleri başkalarına mecbur kalmadan daha
bağımsız olmayı sağladığını'
söylüyor. Araştırma, omurilik
rahatsızlıklarında bilgisayar sisteminin faydalarının
görülmesi için büyük bir önem taşıyor. Bir kadın, 2012
yılında yalnızca düşünce gücünü kullanarak robot kolunu
kontrol edebilmişti ama şimdi hastalar kendi bedenlerini tamamen
kontrol edebilecek. Ian'ın beynine çip yerleştiren beyin cerrahı
Doktor Ali Rezai, "Ian'ın bu teknolojiyle ilerleme
sağlamasına çok sevindik" dedi. Doktor Rezai, "Bu gerçekten
ileride çoğu hasta için de ümit verici. Bu teknoloji, omurilik
rahatsızlıkları olan veya travmatik beyin hasarı, felci
olan hastalara yardımcı olabilmek, onların daha bağımsız
ve daha fonksiyonel olabilmeleri için olgunlaşıyor,
gelişiyor" diye konuştu.
Bu
alandaki çalışmalar için en büyük zorluklardan biri, laboratuvar
ortamında elde edilen başarıların günlük hayata
yansımasını sağlamak. Ameliyat gerektiren bu yöntem, çokça
kablo ve teknolojik aletin olduğu bir ortamda uygulandı. Aynı
zamanda beynin okunabilmesi için kompleks algoritmaları izleyebilecek
büyük bir bilgisayara ihtiyaç var. Ian'ın hareketleri de, her ne kadar
kaza sonrası bu kadarını bile yapabileceği tahmin edilmese
de, henüz doğal hareketleri kadar beceri sahibi değil. Motor
koteksinde milyonlarca sinir hücresi var ve yalnızca birkaç yüzü çip
tarafından okunabiliyor. Teknolojideki gelişmelerin tam fonksiyona
yakın çalışma imkânı sağlaması umuluyor.
Bir
rahatsızlığın elektronik olarak baypas edilmesine yönelik
çalışmalar, felç geçirenler için heyecan verici bir yöntem. Bir
hastanın burnundan al ınan hücreler, omuriliğindeki hasarın
tedavi edilmesi için kullanılmıştı. Daha önce belden
aşağısı felç olan Polonyalı 40 yaşındaki
Darek Fidyka artık üç tekerlekli bisiklete binebiliyor. BBC'ye
konuşan Omurilik Araştırmaları Vakfı'ndan Doktor Mark
Bacon, "Kliniklerde bir takım tedavi seçeneklerini görmek çok
teşvik edici ama bu klinik çalışmalar daha yalnızca bir
başlangıç ve kavram kanıtlama seviyesinde kalıyor" dedi.
Doktor Bacon'a göre "Hücre ve sinir kılıfı sarkomuyla
ilgili son haberler, bu araştırma, birkaç deneme ve
çalışmalar ilerleme sağlandığına işaret
ediyor."
Düşünce
ile beyin fonksiyonlarının çalışmasını belirlemede,
elektromanyetik algılayıcılar geliştirilmeye devam
edilmektedir. Teknolojik olarak düşünen insan beyni ile makineleri çok
fonksiyonlu çalıştıran bilgisayar sistemleri ve ara yüzler
yazılımları ile gelecekte uzaya yapılacak yolculukta
kullanılabilmesi hedeflenmektedir.
Uzaya insanı göndermenin maliyeti fazladır. Öte yandan,
yakın gelecekte, özellikle uzayda maden arama ve işleme çok
yoğun gerçekleşecktir. Tünellerde ilerleyen makinayı, uzaktan
kullanılacak insanlar bu işlevleri beyinleri ile yapacaklar.
Beynin
yaydığı işaretlerin ölçülmesinde Elektroensefalogram (EEG),
fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme, gerilim ve akım, yakın
kızılötesi spektroskopisi, elektrokortikografi, magnetoensefalografi
gibi teknikler kullanılmaktadır.
Bu
teknikler içerisinde uygulamanın basit olmasından dolayı EEG
tercih edilmektedir. Elektroensefalogram (EEG) işaretleri beyin yüzeyinden
veya saç derisi üzerinden elektrotlarla ölçülen düşük genlikli (tepeden
tepeye 1-400 μV) biyoelektriksel işaretlerdir Acı vermemesi
bakımından genelde bu işaretler saç derisi üzerinden
alınmaktadır. Elektrotların yerine elektromanyetik
algılayıcıların kullanılabilmesi için
çalışmalar devam etmektedir.
Böylece insanın kafasına dokunmadan, beynin
yaydığı sinyaller ölçülecektir.
Yapılan
araştırmalar beynin yaydığı sinyallarin çok miktarda
nörolojik bilgi saklandığını ortaya
çıkarmaktadır. Son 15 yılda EEG işaretlerinin incelenmesi
hız kazanmış, bu işaretlerle hem hasta tedavi yöntemleri
geliştirilmekte hem de bu işaretler yardımı ile bir arayüz
oluşturularak elektronik cihazlarla beynin haberleşmesi
sağlanmaktadır. EEG işareti geniş bir frekans bandına
(0.5-100 Hz) sahip olmakla birlikte, klinik ve fizyolojik ilgi 0.5 ile 30 Hz
arasına yoğunlaşmıştır.
Beynin
yayımladığı elektriksel sinyallerin
frekanslarının 3Hz ile 30 hertz arasındaki
değiştiği belirlenmiştir. Bu sinyallere beynin parmak izi
denmekte ve kişiden kişiye değişim göstermektedir. Beynin
ürettiği sinyaller kaydedilerek, beynin fonksiyonel olarak
görüntülenmesinin yapılabileceği, kişinin uzaktan takip
edilebileceği ve hatta yönetileceği de ileri sürülmektedir.
Bu
frekans aralığı 4 frekans bandına
ayrılmıştır. Bunlar:
·
Delta (δ) Dalgaları: Frekansları 0.5-4 Hz, genlikleri 20-400
μV arasında değişir. Derin uyku, genel anestezi gibi beynin
çok düşük aktivite gösterdiği durumlarda
karşılaşılmaktadır.
·
Teta (θ) Dalgaları: Frekansları 4-8 Hz, genlikleri 5-100
μV arasında değişir. Normal bireylerde; rüyalı uyku,
orta derinlikte anestezi, stres gibi beynin düşük aktivite gösterdiği
durumlarda karşılaşılmaktadır.
·
Derin uyku sırasında 1-3Hz Delta dalgaları.
·
Alfa(α) Dalgaları: Frekansları 8-13 Hz, genlikleri 2-10
μV arasında değişir. Uyanık durumdaki bireylerin;
fiziksel ve zihinsel olarak tam dinlenimde bulunduğu, dış
uyarılarının olmadığı, gözlerin kapalı
olduğu durumlarda görülürler. 10 hertz civarı ise normal işler
yaparken yayılan dalgalar olarak gruplanmaktadır.
·
Beta (β) Dalgaları: Frekansları 13 Hzden fazla olan
işaretlerdir. Genlikleri 1-5 μV arasında değişir. Çok
meşgul olduğumuzda 14-30 hertz Beta dalgaları.
İnsanın
öfke, acı, endişe, küçümseme, ümitsizlik, dehşet,
sıkıntı, kıskançlık, korku, uyku, terör gibi
durumlarda yayınım frekansları farklıdır ve
kişiden kişiye farklılık göstermektedir. Yayınım
frekansları kişiden kişiye değişiklik gösteriyor.
İnsanın ruh halini yansıtan bu sinyaller beyne yöneltilirse, insanda duygusal
değişim yaratılabilir mi? Komplo teorilerinin en çok üretildiği
nokta bu sorunun yanıtında yatmaktadır. Komplo teorileri yerine yapay organların
beyin ile kontrolü üzerine yoğunlaşılırsa, çok daha
sağlıklı bir neslin gelişmesine katkı vermiş
oluruz. Söz gelimi, felç geçirmiş bir insanın ihtiyaçlarını
hisseden, görmeyen, duymayan insanlara çevreyi anlatan sistemlerin
sağlıklı toplum adına vereceği katkının da
düşünülmesi gerekmektedir.
Akustik
dalgalar ile insanları uzaktan belirli davranışlara yönlendirmek
mümkün mü?
Akustik
dalgalar, titreşim hareketlerinden oluşan mekanik dalga yayılımıdır. Akustik dalgalar 4e ayrılır;
1) Ses ötesi
(Infrasound): 30Hertz ve altındaki ses dalgalarıdır.
2) İşitilebilir
ses: 30Hertz - 20.000Hertz arasında olan ses dalgalardır.
3) Ultra ses
(Ultrasound): 20.000Hertz den 15MHze kadar olan ses dalgalarıdır.
4) Hiperses:
Frekansları 15MHzden yukarı olan ses dalgalarıdır.
Etkilemede Seslendirme:
·
Karşılıklı iletişimde problem çözme, kendini ifade
etme
·
ruhani
·
Konferanslarda etkileme
·
Siren, zil ve korna olarak uyarma
·
Anons sistemlerde bilgilendirme
·
Ses şiddeti ve sayısının artmasında sapma ile
tehdit uyarı
·
Kahinler ve büyücülerin tedavi yöntemleri
·
Müzik dinlenme
·
Bilgi edinme
Gelişen
teknolojiler ile işitme kaybı olanlar işitebilme yeteneklerini
yeniden kazanabilmektedirler. Böylece sağırların işitebilir
hale getirilmesi ile toplumdan ve sosyal yaşamdan kopmaları önlenecektir.
Havadaki
sesin yayılma hızı ortalama olarak 331m/s dir. İnsan
kulağının işitme frekans aralığı ise 30Hz
ile 20KHz arasındadır. Frekans 1 saniyedeki titreşim
sayısı olduğundan insan kulağı saniyede 30 ile 20000
arasındaki titreşimleri algılayabilmektedir. Ses bu
titreşimlerin karışımından oluşmaktadır.
Havada yayılan ses dalgaları insan kulak zarını
titreştirerek işitmemizi sağlar. Öte yandan bu aralık
dışındaki bazı seslerin hayvanlar tarafından
algılandığı gözlemlenmiştir. İnsanlara komut
verme ve beynini kontrol etme üzerine, ses aralığı
dışında yapılan çalışmaların iyi
anlaşılması için öncelikle ses dalgaların yayınım
özeliklerinin ne olduğunun çok iyi bilinmesi gerekmektedir.
Ses dalgaların
ortamlarda yayınım hızları:
Ortam Sıcaklık Ses Yayınım
Hızı
Hava 0 C 331 m/s
Hava 20 C 343 m/s
Su 0 C 1402 m/s
Su 20C 1482 m/s
Çelik 5790
m/s
Duyu
organlarına ait algılama ötesi sinyaller
Tıp
alanında tedavi amaçlı, sanayide üretim ve askeri alanlarda silah
olarak bir sesin doğrudan, başka bir insanın kafasının
içine aktarılması konusundaki ilk test 1974 yılında Walter
Reed Askeri Araştırma Enstitüsü"nde Dr. Joseph C. Sharp
tarafından yapılmıştır. Hipnoz yapan kişinin sesi
ultrasound dağılımda değiştirilip özel bir telefon ile
hedef insana yönlendirildiğinde, hipnoz edilebildiği
görülmüştür. Ortaya çıkan
belirtiler ani ateş, ağrı, uykusuzluk ya da aniden uykuya dalma;
" gel, git" gibi emirler duymalardır.
Ultra ses
dalgaları ile beyini yönetme
Bir tür
sonik dalgalar, diğer bir deyişle duyulmayan ses dalgaları
sağırlığa yol açabilmektediir. 20KHz eşiğin
üstündeki frekanslardaki akustik dalgalara ultrasound (ultra ses - ultrason)
denmektedir. Ultra ses, insan kulağının işitemeyeceği
kadar yüksek frekanslı ses dalgalarına verilen addır. Ultra ses
akustik bir dalgadır.
Bir
zarı titreştirerek işitilebilir ses oluşturma yöntemlerine
benzer şekilde ultra ses üretiminde piezoelektrik olaylardan
yararlanılır. Piezoelektrik basitçe, üzerine mekanik bir basınç
uygulandığında bazı kristal ve seramik malzemelerde bir
elektriksel gerilimin oluşmasıdır. Bu malzemelere elektriksel
işaret uygulandığında genişleyip daralarak
titreşir ve akustik dalga oluştururlar. Piezoelektrik olay çift
yönlüdür. Ayrıca ters piezoelektrik ile de ultra ses elde edilir ve verici
olarak kullanılır. Normal piezoelektrik ise alıcı olarak
kullanılır. Elektrik enerjisini titreşime ya da titreşimi
elektrik enerjisine çeviren aletlere Transducer denir.
1- Endüstride
kullanımı (20KHz 60KHz):
a) Havada
yayılması nedeniyle: Hırsıza karşı alarm
yapımında, kemirici hayvanların
uzaklaştırılmasında kullanılır.
b)
Sıvıda yayılması nedeniyle: Kavitasyonsuz olarak derinlik
ölçümlerinde, sonar ve radar olarak hedef tayinlerinde kullanılır.
c)
Katılarda yayılması nedeniyle: Metal ve plastik kaynak
yapımında, üretimde kalite kontrolünde kullanılır.
2- Medikal
alanda kullanımı (103KHz-105KHz)
a) Tanısal
olarak: Ultra ses diğer tanı sistemlerine göre yumuşak
dokuları da görüntüleyebilmesi ve iyonize edici etkisinin
olmayışı gibi özellikleri nedeniyle son 20 yılda çok
geliştirildi. Bilgisayar teknolojisinin katkısı ile gelişen
değişik sistemler yardımıyla görüntüleme aygıtı
olarak kullanmaktadır.
b) Tedavi:
Fizyoterapi uygulamalarında, cerrahide, hipertermi etkisi ile kanserli
hücrelerin yok edilmesinde, kemiklerin kaynamasında, dişçilikte oyuk
açımında, gözde katarakt tedavisinde, böbrek
taşlarının parçalanmasında, kan akımının
ölçülmesinde v.s. kullanılmaktadır.
Ultra
ses ile beynini yönetme konusunda yapılan en ciddi çalışma 1974
yılında Walter Reed Askeri Araştırma Enstitüsünde Dr.
Joseph C. Sharp tarafından yapılmıştır. Ultra ses yöntemi ile insanları hipnoz
etme üzerine çalışmalarda işitilebilen ses dalgalarını
ultra ses dalgalarına dönüştürüp hedef insana yönlendirdiğinde
hipnoz edebildiğini ileri sürmüştür. Yaptığı deneyler
sonucunda hipnoz edilen insanlarda ani ateş, ağrı, uykusuzluk ya
da aniden uykuya dalma etkileri gözlemlemiştir. Ayrıca
insanların bazı komutları ( gel, git gibi) emir olarak
algıladıkları iddia edilmektedir.
Piyasada
satılan ultra ses dalgaları yayıcı cihazları,
rahatsız edici kemirgenleri uzaklaştırmak ve gelmemelerini
sağlamak amacı ile kullanılmaktadır. Bu cihazlar 8 ilâ 40
kilohertz arasında değişen frekans alanları ile ultra ses
dalgaları yaymaktadır. Değişik ortamlara uyum sağlama
yetenekleri fazla olan farelerin, ultra ses dalgalarıyla oluşturulan
ortama uyum sağlayamamaları için, cihaz, dalgaların frekansları
saatte bir değiştirilmektedir.
Evdeki
elektrik düzeneğinin mutlaka toprak hatlı olmasına dikkat
edilmelidir. Çünkü ses üstü dalgalarda beyin tarafından
algılanabilmektedir. Duyabileceğimiz normal konuşma ses seviyesi
60 desibeldir. Ultrasonik ses dalgalarını lazer gibi iletebilen bir
teknoloji sayesinde, ses istenilen noktaya odaklanabiliyor. Bildiğimiz
ses, ancak herhangi bir cisme çarptığı zaman oluşurken,
hipersonik ses ile, hedef insan, sesi kulağının içinde
duyabiliyor. Askeri alanda; bayıltıcı, şok edici ses
dalgaları üretme teknolojisinin bir uzantısı olarak, hedef
bireye veya topluluğa bilgi iletebilen bu yöntem, ses teknolojisinde
varılan en yeni nokta.
Ölümcül
olmayan Ultrasonik Silah, ya da Ses Mermileri, toplumsal olaylarda, ayaklanma
veya gösterilerde, tek bir doğrultuda yaydığı sonikle,
insanları etkisiz hale de getirebilmektedir. Yüksek ses
frekanslarıyla şok etkisi yaratan bu buluş, ayni zamanda
yoğun ses frekanslarıyla 145 desibele çıkabilen bir silah türü.
Hipersonik
ses (HSS), normal olarak algıladığımız ses
dalgaları gibi yayılmıyor, sadece bir lazer
ışınına benzeyen doğrusal harekette bulunuyor. Hipersonik ses için, hava bir höparlör
gibidir. Ultrasonik dalgalar çok yüksek frekanslarda havada
karışırlar, sadece çarptıkları objeden
yansıyabildiklerinden, yansıma yönlendirerek kontrol edilebilir.
Böylece, ultrasonik ve lazerle bireyselleştirilmiş ses ortaya
çıkar. Ses, cihaz tarafından iki ultrasonik ses dalgasına
dönüştürülür ve hedefte ses dalgaları birleştiğinde de
duyulmuş olur.
Elbette
bir buluş, zincirleme olarak diğerini doğurmaktadır.
Günümüzün Ultrasonik teknoloji ile çalışan çamaşır,
bulaşık makinesi ve benzer temizleme araçlarında kullanılan
yüksek frekanslı ses dalgalarıyla, saniyede 10 binlerce kez alçak ve yüksek
basınç değişimi sağlanıyor. Reaksiyon bölgesinde
meydana gelen şok dalgaları, temizlenmesi amaçlanan maddeye
hızla çarptırılarak, deterjansız ve susuz ama çok
yoğun bir fırçalama etkisi ile temizleyebiliyor. Hava
nemlendiriciler, sterilizasyon, tıbbi teşhis ve su arıtma
cihazları, iğne ipliksiz dikiş makineleri de yaygın
kullanılıyor.
İlginç
bir gizli dinleme yöntemi ise, konuşmaların camda
yarattığı titreşimlerin algılanabilmesi. Bunun için,
binalara lazer ışını gönderiliyor ve ses titreşimleri elektromanyetik
dalgalar biçiminde diğer bir ışınla geri geliyor. Dalgalar
deşifre edilerek, tekrar ses sinyallerine dönüştürüldüğünde,
gizli dinleme sağlanabiliyor.
Gürültü ve
kulak sağlığı
Gürültü
insan beyni üzerinde olumsuz etkiler uyandırmakta ve sinirlerini
yıpratmaktadır. İş makineleri, ulaşım
araçları veya sanayi sektörlerinden yükselen gürültüler işitsel
olumsuzluklar sonucu iyice gerilen sinirler, çeşitli psikolojik
çöküntülere, depresyonlara, sağlıksız bireysel ilişkilere
ve nihayet sosyal patlamalara neden olmaktadır.
Ses
dalgaları dış kulaktan girerek kulak zarına çarpar ve zarda
titreşim oluşur. Bu titreşimler orta kulağın küçük
kemikçiklerine iletilir ve kemikçikler yoluyla iç kulağa buradan da
işitme sinirine geçer. Gelen titreşimler iç kulakta sinir
uyarıları haline dönüşür ve beyine gider. Beyin de gelen bu
uyarılara ayırt eder. Aşırı ses iç kulaktaki sinir
uçlarını öldürür ve aşırı sese maruz kalma süresi
uzadıkça daha fazla sinir ucu ölür. Bu da işitme kaybına yol
açar. Ölen sinir uçlarını tekrar düzeltmek mümkün
olmadığı için aşırı gürültünün vereceği
hasar da kalıcı bir hal alır. Gürültü nedeniyle meydana gelen
işitme kaybının önüne, gürültünün azaltılması veya
önlenmesiyle engel olunur.
Yapısal
olarak kulağınızın 300Hz ile ile 20.000Hz arasındaki
titreşimleri duyar. Fakat insanlar yaşlandıkca bu aralık
daralmaktadır. Birde yapılan araştırmalarda bazı
insanların orta kulaklarının ve beyinlerinin daha hassas
titreşimleri algıladıkları görülmüştür. Öte yandan ses
dalgası ile elektromanyetik dalga birbirinden farklıdır. Ses
dalgası titreşime dayalı mekanik dalgadır.
Elektromanyetik
dalgalardan yüksek güçlerdeki mikrodalgalar, yayıldığı
alanda ısısal değişimler oluşturmaktadır. Bu da
sizde tedirginlik sıkıntılı durum olarak kendini gösterir.
Sesin
insan davranışı üzerindeki etkilerini araştırmaya
yönelen deneysel çalışmalar:
·
Genel olarak sesin davranış üzerindeki etkisi.
·
Sese ilişkin değişmeler karşısında fizyolojik
tepkiler (audio - motor ya da duyu kanallarından).
·
Sese bağlı değişmeler karşısında
psikolojik tepkiler (frekans ve şiddet değişmeleri
karşısında).
·
Sese bağlı haberleşme sorunları (konuşma
maskeleme, ses kaynağının konumu ile ilgili sorunlar).
·
Sese bağlı olarak iş performansı (zihni işler,
sese bağlı şartlar ve arka plan müziği).
Ses,
insanın varlığına da yokluğuna da en hassas
olduğu uyaranlardan biridir. Araştırmalar göstermiştir ki,
sağırlık körlükten daha acı verici ve sinir sistemini bozan
bir duyu kaybıdır. Strese sebep olan olarak, gürültünün spesifik
tesiri kulakta kalıcı veya geçici sağırlık verir.
Ayrıca ruh sağlığımızın bozulması ile
kendini gösterir. Gürültünün sebep olduğu kalıcı veya geçici
sağırlık, kişide şüpheciliğe,
saldırganlığa, iç kapanıklığa sebep olur.
Eğer uzun süre böyle bir uyarıcıya maruz kalınırsa,
içe dönüklük, sıkıntı ve saldırganlık gibi
kişilik kusurları gözlenir. Rahatsızlık duygusu,
sinirlenme, gürültüye karış verilen tepkilerin en yaygın ve
karmaşık olanıdır. Gürültü ve yüksek ses dikkati
dağıtır, kişinin moralini bozar. Bu yüzden savaşlarda,
yüksek ses karşı tarafı korkutmak ve moralini bozmak için
kullanılmıştır.
Gürültü
kişide uyku bozukluklarına da sebep olur. Uyku sırasında,
kişiyi uyandıracak desibele varmayan ama uyartı niteliği
taşıyan sesler, onda sempatik tonus artışına neden
olarak kan damarlarında daralma, kalp atışlarında
hızlanma, kas tonusunda değişiklik yaparlar. Bunlar da onun
derin uyku dönemine varmasına engel olur. Gürültüden etkilenmenin
sürekliliği halinde uykusuzluk, sinirlilik, yorgunluk gibi hafif ruhi
değişikliklerin yanı sıra hezeyanlı ve hatta paranoid
durumlar gibi ileri derecede ruhsal bozukluklara da
rastlanmıştır.
Sesin
ruhsal açıdan gürültü niteliğini alması sırasında,
algı mekanizması işe karışır. O sesin, kişi
için taşıdığı anlam da sesin değerlendirilmesinde
belli ölçüde rol oynar. Eğer o ses kişinin hoşuna giden bir
olayı simgeliyorsa, belki de daha alçak olan ama onun hoşuna gitmeyen
bir olaya ait olan sesten daha az rahatsız edici nitelik
kazanmıştır. Kişinin çıkarları da sesin gürültü
olarak algılanmasında etkili olabilir.
İnsan
Kulağı Duyma Eşiği
Genç ve
sağlıklı bir insan kulağı 1000 Hertzlik bir sesi 20 m
Pa (mikropaskal) civarında duyar ve bu değere insan
kulağının duyma eşiği denir. İnsan
kulağının acı duyma eşiği 100 Pascallık ses
basınç seviyesindedir. Acı duyma eşiği gürültü şiddeti
olan 120-140 dB(A) kişilere göre değişmektedir. Frekans ise
saniyede geçen titreşim sayısıdır ve birimi hertzdir (Hz).
İşitilebilir Frekans Aralığı altındaki seslere
infrasonik, üstündeki seslere de ultrasonik sesler denir. Konuşma sesi
aralığı da 500-2000 Hz arasında değişir.
Uluslararası standartlara göre, işitme sistemine zarar veren gürültü
düzeyi 100Hz-10.000 Mhz ve 85dB
üzeridir.
Gürültü hassasiyet değerleri:
·
30-65 db (desibel): konforsuzluk, rahatsızlık, sıkılma
duygusu, kızgınlık, konsantrasyon ve uyku bozukluğu.
·
65-90 db : kalp atışının değişimi, solunum
hızlanması, beyindeki basıncın azalması.
·
90-120 db : metabolizmada bozukluk, baş ağrısı.
·
120-140 db : iç kulakta bozukluk.
·
140 ve üzeri : kulak zarının patlaması.
Görmediğimiz
ya da görmek istemediklerimizin çektikleri acılara kayıtsız
kalarak; ya da sonuçlarına aldırmaksızın birbirimizi
tüketmeyi daha fazla sürdüremeyeceğimizi; dünya değiştiği
için, onlarla birlikte değişmemiz ve yaşamamız
gerektiğini öğrenmek zorundayız.
İnsanların
ruh hali verdiği tepkide kendini ifade eder. Bireyin
davranışını kontrol eden beynin fonksiyonel
yapısının normal yaşamda nasıl oluştuğu,
kendini nasıl kontrol edebildiği ve hangi durumlarda kontrolsüz hale
geldiği, ikna ve telkin edilebilmesinde neleri önemsediği ve neleri
önemsemediği de bilinmesi gereken önemli kriterlerdir. Sorgulamadan ve
mukayese etmeden bilgiyi kabullenme baştan zihin kontrolünü
başkalarına teslim etmektir. Amaç bireyin ya da kitlenin, sorgulama
ve mukayeseye dayalı savunma mekanizmaları yok edilerek ikna ve
telkine açık hale getirilmeleridir. Görülen ya da yaşanan sessizlik
gerçek sessizlik değildir, ne hissettirildiğine ve nasıl
hissedildiğine bağlıdır.
Kişiler
kendi kültürlerini, becerilerini ve kişiliklerini geliştirmedikleri
sürece gerçek kimliklerini ortaya koyamazlar. Kimliksiz birey ya da kitlenin
beyni, uzaktan kontrol edilmeye ve yönetilmeye mahkumdur. Özgüven temelinde
birlikte düşünmek, farklı olmak, farklılıkları ve
fırsatları keşfederek hedefe birlikte yönlenmek önemsenmelidir.
Diğerlerinin egosunu ezmek ve yenmek değil, iletişimde dinlemek,
anlamak, hissetmek, farklı düşüncelere, kültürlere saygı
gösterip gelişimlerine katkıda bulunarak başarıya
yönlendirmek hedeflenmelidir.
Sonuç
olarak Ralph Waldo Emerson başarıyı tanımlarken
kullandığı cümleler anlamlı olduğunu vurgulamak
isterim. Ona göre başarı: Akıllı insanların
saygısını ve çocukların sevgisini kazanmaktır; dürüst
eleştirmenlerin onayını almak; sahte dostların arkadan
vurmalarına dayanmaktır; güzeli sevmektir. Herkesteki en iyiyi
bulmaktır; karşılık beklemeyi düşünmeden
kendiliğinden vermektir; geride ister sağlıklı bir çocuk,
ister kurtarılmış bir ruh, ister bir parça yeşil bahçe, ister
iyileştiren bir sosyal durum bırakarak dünyanın
iyileşmesine katkıda bulunmaktır. Gönlünce eğlenmek ve
gülmektir; Kendinden geçerek şarkı söylemektir. Tek bir kişi
olsa bile birinin sizin varlığınızdan ötürü daha rahat
nefes aldığını bilmektir. Hayata farklı yerden
bakabilmektir. Kendini başarılı hissettiğin anlar, başkalarının
seni başarılı kabul ettiği anlar olmamalı, öfkeni
kontrol ettiğin an olmalıdır. Kimseyi rencide etmeden
düşündüğünü söyleyebilmektir. Bunları yapabilmek çok zordur
hayatta. Öyleyse öfkenizi yönettiğiniz zaman kendinizle gurur duyun.
Nihayet bunu da başardık deyin. [Ralph Waldo Emerson, 25 Mayıs
1803 - 27 Nisan 1882, ABD'li düşünür, yazar.]
1) Türkler,
Müslümanlar ve Ötekiler, Voltaire.
2) Fungus-Loving
Ants Live Primarily on Mushrooms , Adam Marcus, Scientific American, 2008.
3) Medyadaki
Önyargı ve Propaganda Nasıl Saptanır?, Dr. Richard Paul and Dr.
Linda Elder, Çeviren: Merih Bektaş
Fidan, Eleştirel Düşünme Vakfı.
4) Yeni Bir
Yayın Alanı: Komplo Teorileri, Yeni Bir Araştırmacı
Türü: Komplo Teorisyenleri Rıfat N. Bali.
5) Geleceği
Kazanmanın Yolu: Stratejik Yönetim, Prof. Dr. Coşkun Can Aktan.
6) Efficient
wireless non-radiative mid-range energy transfer, Aristeidis Karalis, J.D.
Joannopoulos, and Marin Soljacic, Center for Materials Science and Engineering
and Research Laboratory of Electronics Massachusetts Institute of Technology.
7) Elektromagnetic
veapon and Human rigths, by Peter Phillips, Lew Brown and Bridget Thornton, As
Study of the History of US Intelligence Community Human Rights Violations and
Continuing Research in Electromagnetic Weapons.
8) High-Altitude
Electromagnetic Pulse (HEMP): A Threat to Our Way of Life, by William A. Radasjy,
PH.D. P.E.
9) Mind
Controllers By Dr. Armen Victorian.
10) Panik yönetimi, Dr. Turgut Göksu, Polis
Bilimler Dergisi, Cilt 2(5-6)
11) Seramik
Sanatçısı Velimir Vukicevic ve Çözümsüz Bulmacaları, Yeşim
Zümrüt, Yedi: Sanat , Tasarım ve Bilim
Dergisi, Winter 2015, ISSUE 13: 33-40.